Türkiye hızlı bir tükenme içinde. Hem yatırım stokları aşınıyor hem insani sermayesi. Milli gelire oranla hem sanayi kapasitesi küçülüyor, hem tasarruf oranları. Tasarruf oranı yatırım oranından çok daha hızlı daraldığı için dış açık artışı dizginlenemiyor.
Bugüne kadar faizleri düşürme takıntısıyla tasarrufları eriten, kredi kartları ve tüketici kredileri üzerinden tüketimi pompalayan; döviz kurlarını düşük tutarak iç tüketim ve yatırımın sıcak parayla finansmanını sağlayan, dolayısıyla ithalata kapıları ardına kadar açan siyasi iktidar, şimdi büyük bir şaşkınlıkla tasarrufları arttırmak için tüketimi kısmanın bir çare olacağını sanıyor. İç açık (bütçe açığı) vermemek için tüketim üzerinden alınan vergilere ve vergi dışı gelirlere sırtını dayayan iktidar, şimdi iç açık vermek pahasına kitleleri tüketiminden caydırmaya çalışıyor. Tasarrufların gelir ve faiz artışlarına duyarlı olduğu gerçeğini unutuyor. Veya, ne siyasi iktidar ne de sermaye gelir artışlarını öngörecek farklı bir birikim modeline geçemeyeceği için bu konu gündeme bile alınmıyor.
Ülkenin uluslararası yatırım pozisyonunun verdiği büyük dış açık, cari açıkların düzeyi ve kısa vadeli dış borçları bakımından dünyanın en kırılgan ekonomisi sıfatına uygun görülen Türkiye, şimdi bu sürdürülemez tabloyu düşük büyüme oranlarıyla atlatmaya çalışıyor. Düşük büyüme, sadece nesnel koşulların değil IMF’nin de dayatması. Ama IMF, bunun yanında, enflasyon hedeflemesi, reel pozitif faizler, dış açığın daraltılması, dolayısıyla TL’nin değerinin düşürülmesi ve emek aleyhine yapısal düzenlemeleri de dayatıyor.
Emeğin kazanımlarının aşındırılması konusunda IMF Türkiye’nin siyasi ve ekonomik iktidarlarıyla uzlaşmıyor değil, ama dış kaynağa/sıcak paraya bağımlılığın azaltılması konusunda yerli yönetici sınıfların yedek planı bulunmuyor. Dış kaynak girişinin, er veya geç, yavaşlaması ise, kısa vadede ödenmesi gereken dış borçlar ve cari açığın finansmanı açısından, bir kâbus senaryosu olarak değerlendiriliyor. Bu kâbus mali kriz ile birlikte mevcut yatırım düzeyinin dahi korunamamasını getireceği için, ekonominin çarklarının dönemeyeceği bir tabloya işaret ediyor. Bütün bunlara bağlı olarak, faizler, gene er veya geç, artış patikasına girmeye zorlanacak ve yatırımları olumsuz etkileyecek görünüyor. Dövizi mevcut düzeylerinde tutmak mümkün olamazsa, kısa vadeli bölümü giderek büyüyen yüklü bir dış borç biriktirmiş olan özel sektörü ciddi bir mali kriz bekliyor.
Bu belirsizlikler ortamında, iktidarın ekonomide bir gelecek projesine sahip olamadığı görülüyor. Üç yıllık orta vadeli programların hedefleri tutmuyor, kimse de zaten plan ve programları artık ciddiye almıyor. İktidar hedef koyamıyor; koyduklarına da ne iç ve dış sermaye, ne de kendisi inanıyor.
İktidar, ekonomide umudunu iç dinamiklere değil dış dinamiklere, TCMB kararlarına değil FED kararlarına bağlamış durumda. ABD’deki bütçe krizi şimdilik dolar bolluğunun yani bizim için sıcak paranın bir süre daha süreceğini gösteriyor. Türkiye’nin derdine deva değil, ama iktidarın kısa vadeli seçim hesaplarına deva olarak görülüyor. Çoktan tükenmiş ekonomik programda sürekli uzatmalar oynanıyor.
***
Bu tükenmişlik çizgisi içinde AKP iktidarı bölge hegemonyasına oynuyor ve «değerli yalnızlığı” ile baş başa kalıyor. İç siyasi alandaki hedeflerine ise daha koşar adım gitmek zorunda hissediyor. Gezi direnişi sonrasında, hedeflerine varamayacağı endişesiyle faşizan baskılarını arttırıyor. Polis şiddetiyle yetinmiyor, emrine soktuğu yargı üzerinden direnen topluma şiddet uyguluyor. ODTÜ arazisinden yol geçirirken hukuk ve kural tanımayacağını bir kez daha gösteriyor.
İktidarı ve liderliği içte ve dışta giderek daha fazla sorgulanan Erdoğan, siyasette ayakta kalabilmek için yeni gerilimlerden beslenmek istiyor. ODTÜ yolunun mağdurlarından 100. yıl sitesi sakinleri ile ODTÜ mensuplarının birlikte eylem yapmasını engelliyor; polisi ve Gökçek fedailerini «eşkıya” dediği öğrenciler üzerine sürüyor. Öte yandan, muhalefeti laiklik ve türban ekseninde bir zıtlaşmaya zorlamak için «demokrasi paketi” ile yeni bir hamle yapıyor; bunu Meclis dahil kamu alanlarında yeni hamlelerle takviye etmeye hazırlanıyor.
***
Türkiye’nin karanlık bir çağa girmesini engellemenin biricik yolunun, yeniden toplumsal değerlerin, Cumhuriyet değerlerinin sahiplenilmesinden geçtiği böylece bir kez daha anlaşılıyor. Yükselen dinci faşizme set çekmenin, ancak ve ancak demokrasi ve emek güçlerinin büyük bir mücadeleyi göze almasına bağlı olduğu daha iyi görülüyor.