Türkiye’de gündem her zaman çok yoğun olmuştur. Tabi bunun nedenleri arasında ülkenin iç yapısının yanında, jeostratejik konumu ve uluslararası arenadaki aktif rolü de yer almaktadır. Günümüzdeki iletişimin kolaylığı ve sosyal ağların etkinliği de gündemin büyük bir devinim içinde olmasını sağlıyor. Gündemde yıllardır hiç değişmeyen, adeta demirbaş konu olarak nitelendirilebilecek sorunlar da yok sayılmaz. Bunlardan en can alıcı olan ve tabir-i caizse kanayan yara niteliğinde olan ise; nitelendirmesi bile başbakan tarafından tartışmalı hale getirilen: Kürt sorunu-PKK sorunu. Zaten PKK faktörü nedeniyle 30 yıldan daha uzun süredir tansiyonun daima yüksek olduğu Güneydoğu bölgesi, Arap Baharı ile daha çok anılmaya, Suriye’de yaşanan iç savaşla birlikte ise gündemden düşmemeye başladı. Suriye ile Türkiye’nin en uzun sınıra sahip olması ve kimi kasabalarında sınırın sadece demiryolu ile bölünmüş olması iki ülkenin ne kadar içiçe olduğunu bize göstermektedir.
Ortadoğu her zaman güçlü ülkeleri cezbeden bir coğrafya olmuştur. Hiç şüphesiz bunun en önemli nedenleri arasında çağımızın en büyük enerji kaynağı olan petrol gelmektedir. Gelişmiş bir ülkenin yumuşak karnı olarak nitelendirilebilecek yanlarından biri de enerjide dışa bağımlılıktır. Gelişmiş birçok ülke de bu nedenle Ortadoğu’yla olan bağlarını sıkı tutmuşlar ve bu coğrafyadaki nüfuzlarını arttırmaya çalışmışlardır. Soğuk Savaş Dönemi’nde SSCB’nin Afganistan’ı işgali ardından ABD’nin müdahalesi, 2003’te ABD’nin tekrar coğrafyaya egemen olma ihtiyacı neticesinde Irak’ı işgal etmesi, bu nüfuz çabasının göstergeleridir. Fakat Ortadoğu’nun zenginliği sadece petrolle de sınırlı değil. Diğer bir zenginliği ise Ortadoğu zemininin mozaik yapısı… Aynı coğrafya üzerinde çeşitli mezhepsel ve etnik farklılıklar bu coğrafyaya zenginlik sağladığı gibi bir o kadarda bu coğrafyayı tehlikeli kılmaktadır.Türkiye’nin NATO’nun bu coğrafyaya açılan penceresi konumunda olması ise Türkiye’yi ister istemez Ortadoğu girdabına çekiyor.
Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasına yakın olması ve oradaki birçok ülke gibi Müslümanlığı benimsemesine rağmen, Batı yanlısı tutumunda yıllardır pek de bir değişiklik olmamıştır. Darbelerden sonra bile generallerin Batı’ya bağlılıklarını dile getirmeleri bunun göstergelerinden biridir. Ne zaman ibre biraz Ortadoğu’ya ve onun uzantısı olarak İslam’a kaysa nerden geldiği bilinen ama bir türlü ifşa edilmeyen bir hareketle tekrar kendi yörüngesine döndürülüyor. 28 Şubat süreci gibi…
Anayasa mahkemesinin Fazilet Partisi’ni kapatan fakat Tayyip Erdoğan için yeni bir kapı açan kararıyla, değişimci kanat, muhafazakar-sağ bir parti olan AKP ile de bu tutumda değişiklik olacağı umulsa da, bir değişiklik olmamıştır. Oysa siyasi duruşuyla, «one minute «çıkışıyla, sıfır sorun politikasıyla ibrenin kayacağı düşünülmüştü. Fakat Tayyip Erdoğan’ın «one minute” çıkışı, Gazze serzenişi hep söylevlerinde kalmaktadır. Bunun en önemli kanıtları ise Kürecik radar sistemi ve hazırlığına geçilen Patriot füzeleri. İran’ın nükleer silah çalışmalarının BM kararlarıyla ve ambargolarla engellenmeye çalışıldığı sırada Türkiye her ne kadar BM kararlarında çekimser kalsa da topraklarına radar sistemini kurdurmaktan geri kalmamıştır. Türkiye, İran’a yönelik olmadığını söylese de Ortadoğu’da ABD’nin en büyük hasımlarından olan İran’ın o dönemde nükleer silahla gündeme gelmesi, Türkiye’yi pek de inandırıcı kılmamıştır. Arap baharının patlak vermesi ise zaten bozuk olan dengeleri yeniden altüst etmiştir. Domino etkisiyle tek tek devrilen otokratik rejimler, Suriye’de yerinde saydı ve bir ilerleme kaydedilmedi. İlerleme olan tek şey ise masum insanların can kaybı sayısı oldu.
Türkiye ise önceleri Esad yanlısı olsa da, Esad’ın ipin ucunu kaçırmasıyla Batı yanlısı tavrına dönmüş ve işi sınıra Patriot füzeleri yerleştirme hazırlıklarına kadar götürmüştür. Bu da Türkiye için tehlike çanlarının çaldığını göstermektedir. Tam bunlar olurken Patriot füzeleri, İran’ın ve Rusya’nın tepkisi tartışılırken başbakan, her zamanki gibi nutuklar atmaya gündemi hiç olmayan yerlere çekmeye çalışmakta. Sanki Türkiye’nin terör sorunu yokmuş gibi, daha bir hafta öncesine kadar Başbakan’ın bir kişi dediği, Adalet Bakanı’nın ise 683 kişi olarak açıkladığı insanlar, ölüm sınırına gelmemiş gibi, sadece isimden ibaret olan ve binlerce sayfa kanıtlanmamış bilgiye dayandırılarak içeriye tıkılmış onlarca gazeteci ve komutan adaleti beklemiyormuş gibi; belki de hiç izleyemediği veya çok az vakıf olduğu TV dizisini gündeme taşımakta ve adeta sahte bir gündem yaratmakta ve yargıyı göreve çağırmakta. Evet yargıyı göreve çağırmalı ama fantazi ile tarihi harmanlayarak yaratılan bir diziyi yargılamak için değil «Ergenekon” denilen, «Balyoz” denilen ismi var olan ama cismi olmayan «terör örgütlerini” kanıtlamak için, insanların elini kolunu bağlayarak vahşice katledenleri ve bunu din kisvesi adı altında yaptıklarını savunanları davul zurnayla dışarı çıkarmak için değil, gereken cezayı vermek için, gerçekten adaleti hak edenlere bir an önce ulaşılması için. İşte o zaman hukuk devletinde yaşadığımıza dair belki bir umut doğar içimi