Türkiye’de Muhalefetin Dış Politika Ajandası Var mı?

2011 baharında Ortadoğu’da halk ayaklanmaları şeklinde başlayan ve ‘’Arap Baharı’’ olarak adlandırılan süreç ve Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı kriz sonrası Ortadoğu bölgesi yoğun bir şekilde Türkiye’nin gündeminde yer almaya başladı. Son bir yıldır medyada her gün Suriye kriziyle ilgili haberler görmekteyiz. Uluslar arası bir mesele olan Suriye meselesi adeta Türkiye’nin iç meselesi haline geldi. Daha önce çözülemeyen Ermeni, Kıbrıs meselelerimiz varken Suriye sorunu da dış politikadaki gündemimize sorunlu bölgelerden biri olarak eklenmiş oldu.

Türkiye’nin son yıllarda bütün enerjisini Ortadoğu ve Suriye krizine harcaması da dış politika anlamında önemli kayıplara sebebiyet verdi. Avrupa Birliği ile olan ilişkiler -Güney Kıbrıs’ın dönem başkanlığına getirilmesinin de etkisini unutmamak gerekir- donma noktasına geldi ve Avrasya coğrafyası ikinci plana atıldı. Başta Çin olmak üzere Hindistan, Rusya, Japonya gibi devletlerin küresel ölçekte etkilerinin arttığını düşünürsek, dünyadaki güç ağırlığının Trans-Atlantik’ten Avrasya ve Uzak Doğu’ya kayma ihtimalini ve ABD’nin 21. Yüzyılın ikinci çeyreğinde bu bölgeye yönelme olasılığını kuvvetlendirmekte. Fakat Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi haricinde dış politika anlamında uzun vadeli strateji ortaya koyamadığı ve Ortadoğu’daki sürecin de Türkiye’yi belirsizliklere ve risklere ittiği bir gerçek. Bu riskleri Türkiye’nin Suriye krizinde Rusya ve İran gibi devletleri neredeyse karşısına alacak duruma gelmesinde gördük. Buna müteakip 2015 yaklaşırken Ermeni ihtilafı ve Kıbrıs meselesi çözümsüzlük olarak Türk dış politika masasında yer almaya devam ediyor.

Son bir yılda yaşanan olaylar neticesinde Türkiye’nin izlediği dış politika Ahmet Davutoğlu özelinde AK Parti genelinde muhalefet tarafından yoğun bir şekilde eleştiriliyor. Bu eleştiriler haklılık payı içermekle beraber bazı konularda haklılıktan öteye gidemiyor. Türk toplumunun genel özelliklerinden biri olan eleştiriyi kolayca yapıp çözüm sunamama basiretsizliği muhalefetin dış politika eleştiri ve söylemlerinde de tezahür buluyor.

Ahmet Davutoğlu ile beraber Türk dış politika paradigmalarında büyük bir değişim gerçekleşti. ‘’Proaktif Politika ve Komşularla Sıfır Sorun’’ olan ve Neo-Osmanlıcılık’a dayandırılmak istenen bu yeni anlayışın ne kadar uygulanabilir olup olmadığı Suriye kriziyle belirgenleşmiş oldu. Türkiye’de muhalefet bu politikayı ve Türkiye’nin Ortadoğu’da insiyatif ile risk almasını sürekli eleştirirken komşularla sıfır sorun politikasının yerine yeni bir paradigma ve dış politika reçetesi koyamadı.

Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin kendilerine özgü bir stratejik derinliği bulunmakta mı? CHP veya MHP iktidara gelirse dış politikada nasıl bir açılım ortaya koyacak? Bununla birlikte iki partinin de dış politika konusunda strateji ortaya koyabilecek kadroları var mı? Bu sorulara cevap verebilecek söylemi ve siyaseti iki parti de icra edemedi. 2011’de CHP ve MHP’nin seçim bildirgelerini incelediğinizde dış politika konusunda ne kadar sığ bir söylemin içerisine girdiklerini görebilirsiniz. Halbuki AK Parti’nin duygusal temayül doğrultusunda dış politika bağlamında yapmış olduğu hatalar CHP ve MHP’ye manevra ve politika alanı yaratmıştı. Buna rağmen AK Parti’nin CHP’yi Esadçı olmak ve Baasçılık ile suçlaması gibi örnekler muhalefetin savunma pozisyonunun dışına çıkamamasına sebebiyet verdi.

Bütün bu gelişmeler, CHP’nin Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesindeki dış politika anlayışına sahip çıkmakla birlikte bu anlayışın üzerine yeni bir anlayış yüklemesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Zaten Türkiye Cumhuriyetinin temel felsefesi sadece CHP’nin değil bütün partilerin sahip çıkması gereken bir olgu. 21. Yüzyılda dünyada değişen güç ağırlığı ve hızlı gelişmeler dış politikada kendinize rota belirlemenizi gerektirmekte. CHP’nin Ecevit döneminde Kıbrıs Barış Harekatı’nda koyduğu iradeyi muhalefetteyken de eleştirinin ötesinde sorunlara çözüm olarak koyabilmesi gerekmektedir. CHP’nin parti programında dış politikayla ilgili şu ifade yer almaktadır: ‘’CHP başından beri Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hede?, Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlaşma devriminin, modernleşme vizyonunun doğal uzantısı olan bir toplumsal değişim projesidir.1’’ Parti programındaki bu maddeden bile CHP’nin Atatürk’ün vizyonunu sadece Batıcılık olarak algıladığını görebiliyoruz. Peki CHP aynı zamanda Türk ulusunun Kurtuluş Mücadelesinin Müslüman Ortadoğu ve Afrika halklarında bir ışık ve umut olduğunu hatırlayabilmekte mi? Avrupalı sınaileşmiş devletlerin onlarca yıl sömürdüğü Asya ve Afrikalı halkların, emperyalizmi Doğu’da ülkesinden atan ilk isim olan Atatürk’ün ruhunda, tanrısal bir ateş ya da kıvılcım bulması son derece doğaldı.2 Fakat bu ateş ve kıvılcım Atatürk sonrası gelen iktidarlarla ve CHP’nin Atatürk’ü yanlış anlayış biçimiyle Müslüman halklar nezdinde kayboldu. Arap Baharı’ndaki yaşanan gelişmeleri Türkiye’deki ulusalcı kesimin Batı destekli hareketler olarak görmenin ötesinde Arap halklarının Atatürk’ün yaratmak istediği demokratik, laik ve aynı zamanda Müslüman bir topluma öykünme çabaları olduğunu göremedi.

Öte yandan Milliyetçi Hareket Partisi’ne baktığımızda terör söylemi üzerinden politika geliştirmenin ötesinde dış politikada bir şablon ortaya koyma konusunda yetersiz kaldığını görüyoruz. 1980 öncesi Türk milliyetçileri Türk Birliği ülküsü ve söylemi ortaya atmıştı. 1991 sonrası Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık kazanmaları da ülkücü hareketi tarih nezdinde haklı çıkarmıştı. MHP lideri Alparslan Türkeş de Türk dünyasına yönelik adımlarda bulunmuştu. Bu adımlardan biri de Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı’nın toplanmasıydı. Fakat sonrasında Türk dünyasına yönelik adımlar ve atılımlar etkisini kaybetmeye başladı. Şu anda MHP’nin Türk dünyası ve dış politika konusundaki adımlarının kısır bir söylemden öteye gidemediğini görüyoruz. Türk milliyetçileri milli dava olarak gördüğü Karabağ, Doğu Türkistan, Batı Trakya, Kıbrıs meseleleri için sadece kamuoyu oluşturmakla kalmamalı bu sorunların çözümü için alternatifler sunabilmelidir. Malasef ‘’Çırpınırdı Karadeniz’’ türküleri söylemek veya ‘’Kerkük Türk’tür, Türk kalacak’’ sloganları atmak gönülleri doyursa da Türk dünyasının meselelerine sistemli bir çözüm getirmemekte. Karabağ hala Ermeni işgali altında, Irak’ın Kuzeyi fiilen Kürdistanlaşmakta, Doğu Türkistan’da veya Batı Trakya’daki Türklere karşı yaptırımlar devam etmektedir.

Sonuç

Son yıllarda Türk dış politikasının neredeyse iç politikadan daha fazla tartışıldığı bir gerçek. AK Parti iktidarı ile beraber dış politikanın devlet politikası olmanın ötesinde parti politikasına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Demokratik sistemin sacayağından biri güçlü muhalefettir. Eğer Türkiye’de muhalefet, iktidar hedefi içindeyse ve toplumdaki meşruluğunu arttırmak istiyorsa; muhalefetin sadece ekonomik ve sosyo-politik konularda değil, uluslar arası ilişkiler ve bölgesel sorunlar bağlamında da söyleyecek sözü olmalı. Dış politikanın uzun vadeli ve hassas bir süreç olduğunu düşünürsek muhalefetin bu sözün altını doldurabilecek bir stratejiyi ve kadroları yetiştirmesi gerekmektedir. Yoksa Türkiye’nin yaşayabileceği krizlerin ve belirsizliklerin sorumluluğu ve vebali sadece iktidar partisinde değil, muhalefette de olacaktır.

[1] Cumhuriyet Halk Partisi Programı

http://www.chp.org.tr/?page_id=70

[2] Atatürk Öldüğünde Dünya Ne Söylemişti? Berber, Engin, Dağarcık Türkiye

http://dagarcikturkiye.com/makale_detay.asp?id=110&Atat%C3%BCrk-%C3%96ld%C3%BC%C4%9F%C3%BCnde-D%C3%BCnya-Ne-S%C3%B6ylemi%C5%9Fti

Bunları da sevebilirsiniz