Akdeniz’in Ortasında Malta Adası

Akdeniz’in neredeyse ortasında düz bir ada. İstanbul’dan uçakla 2.5 saatte varabileceğiniz bir yer. Deniz üzerinde beyaz köpükleri fark etmemle beraber şiddetli bir sarsıntı ile fırtınanın ortasında olduğumu anladığımda koltuğuma sıkı sıkı sarılmanın hiç bi fayda vermeyeceğinin bilincindeydim. Siz bir de eski tarihlerde bir geminin Akdeniz’in göbeğinde böyle fırtınanın içine düştüğünü düşünün. Sığınacak nadir yerlerden biri olan Malta’nın ne kadar önemli bir liman konumunda olduğunu anlatmama gerek var mı?

Malta sokaklarında dolaşırken farklı bir dili, Maltalıların dilini duyuyorsunuz. Arapça ve İtalyanca karışımı bir dil. İlber Ortaylı bunun Fenikece olduğunu söylüyor, yazıyor. Adanın bir Şövalye adası olduğunu hemen görüyorsunuz. Kudüs Selahaddin-i Eyyubi’nin eline geçtikten, Rodos’u da Osmanlı aldıktan sonra Malta çok önemli bir konuma yükseliyor. Ve Malta hep Saint Jean şövalyelerinin elinde kalıyor. Malta’nın korunaklı limanları çok önemli. Ama kıyı balıkçıların olduğu bir balıkçı kasabasına gittiğimde kıyıdaki sandallara bayıldım. Üç renkle boyanmış, teknenin ön tarafındaki gözleri ile limanlarını çiçek gibi süslemişler. Buraya da bir ara marina yapmaya kalkmışlar. Ortalık birbirine girmiş. Böylece eski halini korumaya karar vermişler. Bu sene hizmete açtıkları akvaryum ile gurur duyuyorlar. Tuz üretimi burada bi zamanlar en önemli ekonomik girdi imiş. Balığı, eti korumak için tuz çok önemli bir değermiş. Hala kayalıklarda tuz tablalarını görmek mümkün. Malta’da da sorunlar var. Örneğin su çok az. Deniz suyundan su elde ediyorlar. Adalarının doğal zenginliklerini korumaya çalışıyorlar. Toplantılardan zaman buldukça meydanlarda keyifli insanları görmek, opera söyleyen sokak şarkıcılarını dinlemek, tarihi binalarını görmek için dar sokaklarında yürüdüm.

Gelelim bizim konferansa…Akdeniz Bilim Akademisyenleri bu seferde konferans mekanı için bu adayı seçmişler. Maltalılar bu ilginç toplantıya ev sahipliği yaptılar. 500.000’lik nüfusu olan bu adanın küçük ama hareketli Malta Üniversitesi’nde bizi ağırladılar. Bu sene Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin kıyı planlamaları, gelişme sırasındaki sorunları, çözümlerinde bilimin yerini sorgulamak üzere «Bilim ve Karar Vericiler Arasındaki Diyalog” konulu bir konferans başlığı seçmişler. Her zaman ki gibi bilim adamları yoğundu. Karar vericilerin pek zamanı olmadığı için her zamanki gibi daha azlardı. Toplantıda tarihçiler, ekologlar, ekonomistler, antropologlar, biyologlar, fizikçiler, sosyologlar, mimarlar, tıp gibi bilim dallarından çeşitli üniversite ve enstitülerden bilim insanları vardı. Ben de İzmir Körfezi’nin alansal açıdan analiz edip, alan kullanıcılarının tanımlanması, yönetim araçlarını, sorunlarını ve çözüm önerilerini örnekler bazında sundum. Cenova şehrini sunan İtalyan meslektaşımızın Cenova-İzmir liman kentleri ile ortak noktaları görünce tartışmalar ileri bir tarihte «liman şehirleri ile ilgili bir toplantı yapabilir miyiz” önerisini getirdi.

Akdeniz Atlantik okyanusuna Cebelitarik Boğazı ve Kızıl Denizine Süveyş Kanalı ile bağlanıyor. Karadeniz’de Akdeniz’in içinde kabul ediliyor. Akdeniz yarı-kapalı denizler içinde çok özel bir ekosisteme ait. Mümtaz Sosyal’in «Akdeniz Kimin” yazısında: «Romalılara sorulduğunda «bizim” derlerdi. Gerçekten de bir zamanlar Akdeniz’in çevresindeki bütün topraklar Roma İmparatorluğunun hükmü altındaydı. Dolasıyla «Mare Nostrum”, yani «Bizim Deniz” demekte yerden göğe haklıydılar. Bu açıdan baktığınızda Fransız tarihçi Fernard Braudel’in yaptığı gibi Karadeniz’i ve Akdeniz’le bağlantılı ırmakları da aynı denizden sayarsanız, 16. ve 17. yüzyıllar yarı yarıya «Osmanlı Gölü” diyebilirsiniz o sulara. Ama artık öyle değil tabii. Akdeniz çevresindeki çeşitli hakların paylaşması gereken ve bütün insanlığın kullandığı, coğrafyaların, tarihsel özlemlerin ve egemenlik iddialarının iç içe girdiği bir alan”.

Akdeniz ülkeleri denizlerinin korunmasının farkına varıyorlar yavaş yavaş. Belki de bu birliktelik başka denizlere önderlik edebilir. Çok mu iyimser bir yaklaşım bilemedim…..

Bunları da sevebilirsiniz