Cumhuriyeti tek başına kutlamak!…

Cumhuriyeti tek başına kutlamak!…

Türkiye Cumhuriyeti’nin 75.kuruluş yıldönümü, iç ve dış düşmanlarımızın kıskanç gözleri önünde, elimizden geldiği kadar görkemli ve anlamlı kutlanmaya çalışılacaktır. Ne mutlu bu günleri gören Türk çocuklarına…

Kutlama törenlerinin iki boyutu vardır…

1- Resmi kutlamalar: Devlet, her 29 Ekim günü yaptığı gibi, ama bu kez daha kapsamlı bir silkinişle kutlamaları gerçekleştirecektir.

2- Sivil kutlamalar: Dernekler, vakıflar, sendikalar, şirketler ve tüm sivil toplum kuruluşları özgün kutlamalar yapacaktır.

Benim bu yazımda üzerinde durmak istediğim konu, resmi ve sivil kutlamaların dışında kalan büyük çoğunluğun, ailece veya tek başlarına 75.yıl coşkusunu nasıl duyacakları ve yaşayacaklarıdır.

Örneğin, ben İzmir’de, Ankara’da, İstanbul’da veya yurdun herhangi bir köşesinde yaşıyorsam, resmi ve sivil kutlamalara katılma imkanım yoksa veya bu tür yapılanmalardan uzak bir ruhsal yapım varsa, kendi başıma Cumhuriyet’in 75. Yıldönümünü 29 Ekim günü nasıl kutlayabilirim?…

Yapılabilecek bazı eylemleri söyle sıralayabiliriz:

1- 29 Ekim sabahı erken kalkıp, bir güzel banyo aldıktan sonra en temiz giysilerimizi giyip, göğsümüze Türk bayraklı ve Atatürklü rozetimizi taktıktan sonra, gepegenç ve dinç bir ruhla kendimizi kentin, kasabanın veya köyün sokaklarına atabiliriz.

2- Tek başımıza televizyon karşısına geçip, günboyunca yayınlanan Cumhuriyeti kutlama proğramlarını zevkle izleyebiliriz. Radyo dinleyebiliriz. Beş altı Atatürkçü gazete alıp, en güzel Cumhuriyet yazılarını okuyup, hatta gazeteyi tümüyle veya güzel yazılarını kesip saklayabiliriz. Dahası Cumhuriyet karşıtı gazeteleri de alıp, «Bakalım beylerimiz ne alemde?” deyip onları da ibretle okuyabiliriz.

3- Kendimizi yalnızca Kurtuluş Savaşı ve Atatürk kitapları okumaya adayabiliriz. Öncelikle romanları sayalım. Böyle bir günde Kemal Tahir’in «Yorgun Savaşçı”, İlhan Selçuk’un «Yüzbaşı Selahattin”, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun «Yaban” isimli romanlarıyla, Attila İlhan’ın «Hangi Atatürk”, Ergun Aybars ile Murat Avcıoğlu’nun «İnkilap Tarihi” kitaplarını özellikle öneririm. Oysa piyasada çığ gibi çok Atatürk kitapları da vardır. Hatta bir Atatürk şiirleri kitabı alıp gün boyu şiir okumak ta, yapılabilecek tek kişilik kutlamaların en anlamlısı olur.

4- Cumhuriyetin ilk dönemlerini görmüş geçirmiş yaşlıları ziyaret edip, onların gönüllerini alabilir ve anılarını dinleyebiliriz. Hatta ailemizdeki büyüklerimizden bu işe başlamalıyız. Elimizde bir çiçek demeti ile ailemizde, çevremizde, semtimizde bir Atatürkçü yaşlıyı ziyaret etmek onu sevindirmek büyük sevaptır.

5- Tarihi yerleri ziyaret edebiliriz. Karşıyaka’da Zübeyde anamızın kabri, Ankara’da Anıtkabir, Atatürk Müzeleri, Atatürk anıtlarının çevresi, kıyıda köşede kalmış Atatürk heykel ve büstleri ziyaret edilip, çevresi elden geldiğince temizlenip düzenlenebilir. Bu yerlerde Atatürk’e ve Cumhuriyet’e emeği geçenlere bir Fatiha okumak ne güzeldir.

6- Günlük tutabiliriz. 29 Ekim günü yaşadığımız olayları ve duygularımızı yanımızda taşıdığımız deftere saat-saat, dakika-dakika yazabiliriz. Defteri o gün gazetelerde çıkan güzel yazı ve resimlerle süsleyebiliriz. Böylece yıllar sonra çocuklarımıza armağan edebileceğimiz bir kişisel belgesel hazırlamış oluruz.

7- Günboyunca eğlence veya dinlence yerlerine gidebiliriz. Mesire yerleri, pastaneler, kafeler, diskolar, gazinolar, kahvehaneler tercihimize göre bizi bekliyor. Yeter ki Cumhuriyet coşkusu ile mutlu olalım.

8- O gün sanatsal bir uğraş ta yapılabilir. Şiir yazabilir, hikaye karalanabilir, resim yapar, beste çalışmalarımızla daha bir azim ve inançla uğraşabiliriz.

9- Spor yaparak Cumhuriyeti kutlayabilirsiniz, koşabilir, bisiklete binebilir, tek başınıza bir arsada topa vole atabilirsiniz. Uçurtma uçurabilirsiniz…

10- Çevre etkinlikleri yapabilirsiniz. Çöp toplayabilir, evinizin dış yüzünü ve bahçe demirlerini boyayabilirsiniz. Ağaç dikebilirsiniz. Balkonunuzu süslersiniz.

11- Yardım kuruluşlarını ziyaret edebilirsiniz. Huzurevleri, çocuk yuvaları, lösemili çocuklar, sokak çocukları, hapishaneler sizi bekliyor.

12- Yakınlarınıza Cumhuriyet ile ilgili armağanlar verebilir, sokakta karşılaştığınız hiç tanımadığınız kişilere «Cumhuriyetiniz Kutlu Olsun” diyebilirsiniz.

13- Hayat kurtarmak için kan verebilirsiniz.

14- Sokağınızdaki veya çevrenizdeki aç ve susuz kedi ve köpekleri besleyebilirsiniz.

15- Arşiv ve kütüphanelerde çalışarak, cumhuriyet ile ilgili araştırmalar yapabilirsiniz. Kişisel anketler düzenleyerek çevrenizdeki kişilere Cumhuriyet ile ilgili kapsamlı sorular sorabilirsiniz.

16- Çeşitli önemli kişilere, karşıt görüşlü siyasilere mektup yazarak Cumhuriyeti savunabilirsiniz.

17- Televizyon proğramlarında canlı bağlantıya girerek Cumhuriyeti savunabilirsiniz.

18- Evinizde Cumhuriyet partisi düzenleyebilirsiniz.

19- Küs olduğunz bir kişiye gidip Cumhuriyetin şerefine barışabilirsiniz.

20- Tam gün boyunca müzik dinleyebilirsiniz. Bayram boyunca sevdiğiniz tüm kasetler, albümler sizi göklere savurarak, o günün mutlu ufukları ile buluşturacaktır.

21- Sevgilinizle birlikte olmanın yollarını araştırın. Uzaklarda ise onu arayın. Oysa sevgiliniz bile olmayabilir. O zaman en güzeli bir aşk filmini izlemek için sinemaya gidin. Fransız filmlerini tercih edin.. D&R’da Dvd bölümünden eski Fransız fimleri bulabilirsiniz, Romy Schneider’in fimlerini tercih edin.

Gelelim sonuca.. Ya, bütün bunları yapacak kadar zamanınız ve imkanınız yok ise?..

Kolunuzu kıpırtadamayacak kadar ağır hasta, komada olabilirsiniz..

Veya son nefesinizi vermek üzeresiniz..

«Tanrı vatanımı, milletimi ve Cumhuriyeti korusun!” deyin, yeter!…

………………………………………………………………………………

Bu yazıyı ve yukardaki maddeleri ne yazık ki günümüzde yazmadım. Keşke günümüzde yazabilmiş olsaydım.

Yukardaki yazı, günümüzden 15 yıl önce, 25 Ekim 1998 günü Yeni Asır gazetesi’nde «Merhaba” isimli köşemde yayınlandı. O tarihte elli yaşına basmıştım.

Yarım yüzyılı devirmenin ve hala genç olduğumu farz etmemin getirdiği bir olgun romantiklikle, ülkenin kapısını tıklatan tehlikelerin sinsi soluğunu hafifçe fark ederek, ama yine de Cumhuriyet’ime toz kondurmadan çoşkulu ve inançlı biçimde Cumhuriyet’i tek başına kutlamanın manifestosunu (!) karalamışım.

Neden tek başına kutlamak demişim?..

Çünkü daima tek başına yaşayan biriyimdir…

O yüzden «teklik” üzerinde yoğunlaşmışım..

15 yıl sonra yine tek başımayım..

Ama, çok daha yaşlı, hastalıklı ve yorgunum..

Ama gerçekte Cumhuriyet te hasta ve yorgun hatta ilan edilmemiş bir yenilgiyi (ölümü) de sürüklemekte..

Nasıl mı?…

Demokrasi Paketi ilan edildikten sonraki tek bir yazıyı referans alalım..

Şimdi 2 Ekim 2013 günü Hürriyet gazetesinde Ege Cansen imzası ile yayınlanan «Ulus-devlet bitti” yazıyı yayınlayalım ve bu yazının «tümüyle gerçekleri” ifade ettiğini varsayarak, bu andan itibaren 29 Ekim Cumhuriyet bayramımızı tek başımıza nasıl kutlayacağımızı sunalım… Yani Cumhuriyet’in olmadığı bir ortamda Cumhuriyet tek başımıza nasıl kutlanır (!) onu irdeliyelim.

Önce Ege Cansen’i okuyalım..

Ulus-devlet bitti…

1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte «çok milletli” Osmanlı Devleti hukuken yani «de juri” sona ermiştir. Demokratikleşme paketinin açılmasıyla birlikte de bir «ulus-devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti resmen olmasa da fiilen yani «de facto” sona ermiştir. Bu ifadeyi, demokratikleşme paketini iyi veya kötü diye nitelemeden, sadece tarihe not düşmek için yazıyorum. Paketin, bu ülkede yaşayan tüm insanlara mutluluk getirmesini can-u gönülden dilerim. Hayırlı olsun.

HER KESİMİ AYNI PAKETLE MUTLU ETMEK İMKÂNSIZDIR

Bu paket, tek milletli Türk devletini, Osmanlı Devleti gibi «çok milletli” hale dönüştürmek için atılan ne ilk ne de son adımdır. Zaten Başbakan da, uygun zemin ve zamanlarda ilave paketlerin açılacağını bizzat söylemiştir. Açılmış paket, açılacak paketlerin istikamet göstergesidir. Toplumlar, tarih boyunca şartların zorlamasıyla değişimden geçmiştir. Bunların bir kısmı evrimle, bir kısmı devrimle olmuştur. Evrimden kasıt, çok yavaş, adeta hissetmeden, farkında bile olmadan değişime tabi tutulmaktır. Devrim ise, değişimin tüm haz veya acılarını ruhunun ta derinliklerinde hissederek kısa sürede dönüşüme uğramaktır. Osmanlı Devleti’nin bitişi, devrimle olmuştur; onu bitiren Cumhuriyetin bitişinin de bir (karşı) devrim şeklinde olması doğaldır. Pek tabii, adına devrim de dense, her dönüşüm aslında uzun bir oluşum/hamilelik dönemi sonunda ete kemiğe bürünür.

CUMHURİYET ÇOK GÜZEL BİR PROJEYDİ

Bugün 75 yaşını aşmış olmama rağmen kendimi hâlâ bir «cumhuriyet çocuğu” olarak görürüm. Üniversite yıllarında, çoğu arkadaşımın aksine ben Demokrat Parti’yi tutardım. En çok Süleyman Demirel’e oy verdim. Kendimi «lâik muhafazakar” olarak tanımlarım. Hiç avangart olmadım. Bugünkü gibi hep demodeydim. Züppeliklerden, hoppalıklardan, aşırılıklardan hiç hoşlanmam. Hayatta en hakki mürşit ilimdir ilkesine iman ettim. Türkiye’de yaşayanları hepsini Türk olarak gördüm. Ulusal ve bireysel bağımsızlık benim karakterim oldu.

CUMHURİYET’İ ÇOK SEVMİŞTİM

Bu özellikleriyle «Cumhuriyet’i” çok sevmiştim. Kısmet buraya kadarmış. Herkesin benimle aynı duyguları paylaşmasını bekleyemem. Açılan ve açılacak daha kapsamlı paketleri coşkuyla karşılayanların sevincini paylaşamasam da, kederlere gark olmayacağım. Onları anlamaya ve onların neşesinden ve mutluluğundan kendime de pay çıkarmaya çalışacağım.
SON SÖZ: NE OLDU DEME, NE OLACAK DE!

……………………………………………

Ege Cansen, en ağır lafını sona saklamış… «Ne oldu deme, ne olacak de!” diyor.. Yani Cumhuriyet’in geçmişi ile övünmenin bir anlamı ve getirisi kalmadı, çünkü «Gelecekte halin haraptır” demeye getiriyor… Demokrasi Paketi konusunda okuduğum yüzlerce yazı ve yorum içinde beni en acı biçimde düşündüren bu kibar yorumcunun cehennemi analizi oldu…

Şimdi söz yeniden bende…

Ege Cansen’in yukarda yazdıkları yüzde yüz isabetli bir durum analizi ise, ki ben bundan ötesine inanıyorum, yani Cumhuriyet’in (Laik Devlet) bitişinin ardından coğrafyanın yani Vatan’ın elden gideceğine, onun ardından ise yıllara yayılan bir süreçte Millet’in de yok olacağına yürekten inanıyorum… Bu ortamda, yani Cumhuriyet’in şeklen devam edip fiilen yok olma sürecinin yaşandığı günümüz koşullarında, sizleri bilmem ama, ben Cumhuriyet’i tek başıma sivil biçimde nasıl kutlayacağımı (!) ifade etmek istiyorum..

Madde madde..

Okuyalım..

Öncelikle 1998 yılında yazdığım (Bu yazının başında yayınladığım) tüm kutlama maddelerini çöpe atıyorum, onları aklımdan siliyorum ve yeni maddeler yaratmak zorunda olduğumu acı, hüzün, hırs, azim ve ağır ironiyle hissediyorum. Bakalım kalemimden neler akıp gelecek. İlk maddeden başlayalım…

1- Öncelikle koskoca Cumhuriyeti iflas noktasına getiren geçmişteki tüm siyasal aktörlere, sahte cumhuriyetçilere, darbeci muhterislere, Atatürkçü, merkez sağ, merkez sol gibi ana siyasi damarlara, devrimci veya ülkücü gibi tüm radikal akımlara yazıklar olsun diyerek hepsine saygılar sunuyorum, geçmiş tüm ünlü siyaset adamlarına söndürdükleri Cumhuriyetin eserleri ile iftihar etmelerini önererek, mezar taşlarına yazıklar olsun ibaresini yazıyorum…

2- Sonra Cumhuriyet’i çökertip, Emperyalizmin güdümünde ve kendi inançları doğrultusunda dindar ve kindar bir halk yetiştirerek, bambaşka bir «ümmet devleti” kurma yolunda adım adım başarıyla ilerleyen Siyasal İslamcıları kutluyorum, yüzlerine karşı, helal olsun size diyorum. Milli Kurtuluş bilincini ve Cumhuriyet aydınlanmasını yok etmekle tarihe geçerek büyük sevaplar işlediklerine inandıkları için, gerçekte sonsuz günaha girdiklerini bilerek onlara acıyorum aynı zamanda.

3- PKK ve tüm Siyasal Kürtçüleri de kutlamam gerek. Müslüman dünyasında biricik örnek ulus devleti ustaca çökerterek, büyük Türk milletini nasıl esir alabileceklerini pek güzel ispat ettiler. Tarihin kendilerinden yana, Emperyalizmin yine kendilerinden yana olduğunu hiç unutmadılar, zamanın ruhunu yakaladılar, zaman onların zamanıydı, ne kadar büyük bir coğrafyada devletlerini en geniş biçimde hızla kurarlarsa, o kadar kazançlı ve şanslı olacaklarını biliyorlardı. Benim köylü, işçi, işsiz çocuklarımı mayınlarda, pusularda zafer çığlıkları ile kalleşçe param parça ettiler. Biz Türklerin feryatlarını duyamayacak kadar katı kalpli olduklarını iyi bilirdik, son inlemelerimizi bile bastıracak kadar zalim olduklarını da.. Başımızı eğip kutlamamız gerek…

4- Bu Cumhuriyet bayramında (!) özellikle sağ-sol, devrimci-ülkücü çatışmalarında vurulup vatan toprağına karışan tüm talihsiz kardeşlerimi, tümüyle, sağ-sol ayırmadan vicdanımda ziyaret edip, boşu boşuna ölen, zindanlarda çile ve işkence çeken, darbelerde idam sehpalarında sallanan, ama sonra toprak altında yanyana hizaya gelen, biçare iç savaş şehitlerimi, sağ -sol ayrımı gözetmeden bağrıma basıyorum.. Cumhuriyet son nefesini verirken, kendilerini «kendi doğrultularında” daha iyi bir Türkiye için feda eden bu unutulmuş, isimsiz, toprak altında yanyana yatan gençlere Fatiha okuyorum, yok olan bir Cumhuriyet’in sisler ardında kalan bu gariban savaşçılarına sevgilerimi sunuyorum. Keşke birleşip Cumhuriyet için yanyana Emperyalizm’e karşı ortaklaşa savaşabilselerdi, ama yapamadılar, yaptırmadılar… Ne yazık ki artık bu vatan onların kurtarmak istediği «körpe vatan” değil, başka bir «ölü vatan”.. Yazık oldu hepinize, hepimize.. Ben kendi hesabıma Beyazıt Meydanı’nda kalleşçe öldürülen devrimci-sosyalist arkadaşım Taylan Özgür ile Edebiyat Fakültesi koridorlarında yine kalleşçe kurşuna dizilen ülkücü arkadaşım Yusuf İmamoğlu için selam duruyorum. Keşke yaşayıp omuz omuza Cumhuriyet için savaşabilselerdi. Ama onları birbirleriyle vuruşturdular!

5- Bu Cumhuriyet Bayramında (!) bir albüm dinliyebilirim. Kalan Müzik’ten «Kurtuluş ve Cephe Türküleri” iyi gelir.. Ruhi Su, Tolga Çandar ile buluşabilirim… Antep Müdafaa Türküsü, Çanakkale İçinde, İzmir’in Kavakları, Karayılan, Yörük Ali, Ankara’nın Taşına Bak.. Bunları dinleyebilir ve doya doya ağlayabilirim.. Boşa giden bir ulusal kurtuluş savaşının son çığlıklarını aklıma kazıyabilirim.

6- «Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar” albümü de dinlenebilir. Son kez, Yanık Ömer, Alişimin Kaşları, Pencere Açıldı Bilal Oğlan, Mayadağdan Kalkan Kazlar başta olmak üzere Gazi’nin sevdiği şarkıları dinlerken, son kez onun için kadehinizi kaldırır, «Güle güle kurtarıcımız” diyebilirsiniz.. Gerçekte kurtulmadığınızı kendi kendinize fısıldayarak..

7- Cumhuriyet’in 90.cı güya yıldönümünde (!) bu halka canı, kanı ve emeği ile cansuyu vermiş tüm vatan edebiyatçıları ile başbaşa olmak isteyebilirim; Mehmet Akif’ten, yani koca Akif’ten, Nazım Hikmet’e, yani koca Nazım’a kadar hepsini aklımdan geçirebilir, kitaplarına el sürüp, teker teker alnınıza götürüp son kez öpebilirim. Ben, Nazım’ın Kuvayı Milliye Destanı’nı son kez baştan sona okuyacağım, sonra da Akif’in İstiklal Marşı’nı..

8- Şehitlik ziyareti de yapabilirim.. Kurtuluş Savaşı, Kore, Kıbrıs şehitlerinin kabirlerine uğrayıp tabir taşları üzerindeki isimleri okuyabilirim. Güneydoğu-terör şehitlerinin kabirlerine asla yanaşamam, mezar taşlarına bakacak yüzüm yoktur herhalde..

9- Bir efe heykeline çiçek bırakabilirim.

10- Sahilde bir sandalı görüp, yanına yaklaşıp onu okşayabilirim. Boğaz’dan İngiliz zırhlılarının dibinden takalarla silah kaçıran yurtseverlere şükran sunmak için bunu yapabilirim… Ya da bir postane kapısına gidip PTT yazısının ilk T harfini gözlerimle okşayabilirim, kurtuluş savaşının kahraman telgrafçıları için..

11- Kırk yıldır özenle sakladığım askerlik fotoğraflarıma son kez bakıp onları gizlice yakabilirim.. Yüzlerce askerimizin sahte belgelerle zındanlarda çürüdüğü bir ortamda benim şanlı askerlik fotoğraflarımın ne anlamı kaldı ki?..

12- Biz, her sabah «Türküm, Doğruyum. Çalışkanım…” diye okul bahçelerini inletirken, gözleriyle hepimizin üzerine sıcacık koruma pelerinleri örten öğretmenlerimi artık aklımdan silebilirim. Çünkü onları aklıma getirirsem, hayalimde onların ağladığını göreceğim.

13- Sizler, eğer sağ iseler, anne ve babanıza son kez bir Cumhuriyet çocuğu olarak sarılabilir, onlara sizi affetmesini isteyebilirsiniz. Eğer ölmüş iseler, nasılsa yüzlerine bakamayacağınız için bu alemden öteye utanç içinde dua etmeniz yeter.. Ben bunu yapacağım.

14- Bazı özel eşyalarımı yok etmem gerekebilir. Ben Türkiye’min ilerlemesi için bir ömür kaleme aldığım tüm kitaplarımı denize; evimin önündeki Karaada açıklarına bir sandalla gidip maviliklere fırlatmak istiyorum. İzmir’in kurtuluşundan bir gün önce evde elle dikilip 9 Eylül günü cumbaya asılan ve 1923’ten beri sakladığım Sırrıye teyzenin halk bayrağını, bir dağ yamacında toprağa gömmek istiyorum, bakalım başarabilecek miyim?

15- Eyy sözde liberaller, komünizmden dönüp Amerika’ya vicdanını satan ikinci cumhuriyetçi akbabalar, hep uşak kalanlar, ölü gömücüler, üç kuruşluk çıkarları için vatanlarını paspas yapanlar, istedikleriniz tümüyle gerçekleşti… Sizin artık vatanınız yok, bayrağınızın rengi değişti, milli marşınız yok, ilkokul andınız çoktan unutuldu, ordunuz tarihten silindi, yargınız, üniversiteleriniz, milli okullarınız hepsi tarihe karıştı, ne ulusal devletiniz kaldı, ne ulusal benliğiniz.. Türk artık yok.. Silindi gitti.. Gerçek hedefiniz şöyle veya böyle, Türk’ü tarihten silmekti… Başardınız.. Tepe tepe kullanın bundan böyle bu enkazı…

16- Bu cumhuriyet bayramında üç kişiyi hatırlamak istiyorum. Hacı Ömer Serin… Nurettin Aslan… Aydın Yılmaz… İlkokul öğretmeniydiniz, fakirdiniz.. Türk’tünüz.. Sizleri hiç unutmadım ve hiç unutmayacağım… Biriniz 23, ötekiniz 28, diğeriniz 22 yaşındaydınız.. 1996 yılı 22 Nisan günü Kurban bayramında, Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesi Altınyaprak köyü ilkokul lojmanında elleriniz arkadan bağlanarak PKK katilleri tarafından kurşuna dizildiniz. 23 Nisan’ı okulda yapmamanız için PKK tarafından tehdit edilmiştiniz. Baş eğmediniz ve böylece başınızı verdiniz. Bir öğretmen çocuğu olarak, normal lise aynı zamanda İmam Hatip Lisesi tarih ve din bilgisi rahmetli öğretmeninin çocuğu olarak, sizlerin aziz hatırasını öte aleme taşıyacağıma söz veriyorum, öte alemde sizlerle karşılaşırsam önünüzde selam durup ellerinizden öpeceğim. Vatansiz ruhlar olarak bari birbirimize sarılalım.. Gözyaşlarımız görünmeyen gövdelerimizi ısıtsın..

17- Nihayet.. Sona geldik.. Bu Cumhuriyet bayramında (!) haykıra haykıra bir şiir okumak isteyebilirim. Ben kendi hesabıma bir şiir seçtim Nazım’dan, «İzmirli Teğmen” şiiri, onu okuyacağım:

Kışlamız gömülünce karanlığa

İneceğim bir sokağa pencereden.

Bir saat içinde varırım dağa.

Gel dağa çıkalım teğmen.

Karışıyor bir yezit her şeyime,

Dolara satılıp ölmek neyime?

Bir çift sözüm var Adnan beyime,

Gel dağa çıkalım İzmirli teğmen.

Kuvayı Milliye kanı damarda,

Asker ocağının şanı damarda,

Bekler bizi yüzbin yiğit dağlarda,

Gel dağa çıkalım İzmirli teğmen.

18- Evet.. Geldik son maddelere.. Eyy Cumhuriyetin sona eriş acısını içinde yaşatarak Cumhuriyet bayramını (!) kutlayacak olan boynu bükük insanım… Yolun sonuna geldiğinde geride bıraktıklarını düşünürken, Gezi Direnişi’nde kahramanca direnen evlatlarını, çocuklarını, gençleri aklına getireceğini ve onların bundan böyle bu tekinsiz topraklarda başına neler geleceğini ürpererek beyninde canlandırabilir, onlar adına hüzünle kıvranabilirsin. İşte o anda eğer canın isterse ve mecalin kalmışsa, son bir atılımla, garip şair-yazar Yaşar Aksoy’dan «Gezi” şiirini okuyabilir, sonra da gereğini yapabilirsin:

Taksim,

Kızılay,

Gündoğdu,

Eskişehir,

Hatay, Edirne, Hacı Bektaş

Omuz omuza fidanlar

Haykırsın milyonlar

Kardeş kardeşi vurur mu?

Ey kalleş Emperyalizm

Bu yurt sana dar olsun

Halk bir olsun

Vatan kurtulsun

Bayrak dalgalansın

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!

Elhamdülillah!..

Bunları da sevebilirsiniz