Hakkı Baha Pars (I)

Hakkı Baha Bey’in şahsi hayatıyla alakalı bilgiler vermeden önce aktarmak istediklerim var, umarım dikkatle dinlenir. Biyografiler bir devrin aydınlatılmasını sağladıkları için hafıza görevi görürler. Böylelikle bir insanın doğduğu yıldan öldüğü yıla kadar faaliyetlerinin anlatıldığı bir yazı türü olmanın çok ötesine geçer. Hakkı Baha Pars Bey Bursa’nın Ankara’nın ve İzmir’in cumhuriyet döneminde eğitimle yeniden inşaasına tanıklık etmiş önemli bir şahsiyettir. Günümüzde cumhuriyet döneminin unutulmuş eğitimci, halkçı, milliyetçi ve cumhuriyetçi simalarındandır. Mustafa Kemal Paşa ile Harp Okulu yıllarında başlayan dostlukları ile cumhuriyetimizin filizleri yeşermiştir. Bu yüzdendir ki bu yazıda sadece Hakkı Baha Bey’e ait şahsına özel bilgiler haricinde erken dönem Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamalarını bir seri halinde, karşınıza ilk defa çıkacağına inandığım alıntılarla birlikte okuyacaksınız.

Hakkı Baha Pars 1879 yılında Bursa’da doğmuştur. (Huyugüzel, 2000) Babası Bursa çevresinde şair ve besteci olarak tanınmış, (Huyugüzel, 2000) Baba Efendi Tekkesi Şeyhi Bahaeddin Efendi (Ağca, 2007) annesi Halime Hanımdır (Kara, 1987).

Hakkı Baha Bey ilk öğrenimini mahalle mektebinde aldıktan sonra Işıklar Askeri İdadisinde eğitimine devam etmiştir. (Kemaloğlu M. , Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942), 2022) Işıklar Askeri İdadisini bitirdikten sonra İstanbul’da Harp Okulunu bitirmiştir. Burada Mustafa Kemal Paşa ile tanışmış ve iyi bir dostluğun temellerini atmışlardır. (Kemaloğlu M. , Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942), 2022)

Hakkı Baha Bey öğrencilik hayatı boyunca edebiyata, tiyatroya ilgi duymasıyla tanınan bir öğrenci olarak tanınmıştır. Manakyan’ın tanınmış tüm temsillerini seyredip aralarında Mustafa Kemal Paşa’nın da bulunduğu arkadaş grubuna tek başına oynadığı aktarılmaktadır. (Arslan, 2018)

Ali Fuad Paşa harp okulu yıllarında Mustafa Kemal Paşa ile Hakkı Baha Bey’i şöyle anlatmaktadır:

Fikirlerimizi, toplamı binleri aşan Harp Okulu öğrencilerine aşılamak için sınıfta el yazısı ile bir dergi çıkarmaya karar verdik. Bu görevi başta Mustafa Kemal olmak üzere Ömer Naci ile İsmail Hakkı ve diğer birkaç arkadaş üzerlerine almışlardı. Üçüncü sınıfta, hatırımda yanlış kalmadı ise, bu dergilerden iki veya üç sayı çıkarabildik. Asıl faaliyetlerimiz Harp Akademisi’nde oldu200…”Mustafa Kemal’i (Harbiye’nin) üçüncü sınıfında meşgul eden en önemli şey, işte bu hürriyet [müstebit hükümdar Sultan Hamid’i devirip memlekete, Fransız İhtilalindeki gibi hürriyeti getirme] meselesi idi; bunu kurtardıktan sonra her sahada idareyi düzeltmek mümkün olabilirdi. Bunun için de muhakkak teşkilatlanmak lâzımdı. Teşkilâtı memleket içinde ancak genç subaylar yapabilirlerdi. Mustafa Kemal’in şöyle bir tasavvuru vardı: “Üçüncü sınıf kalabalıktı. Bunlardan ancak pek az bir kısmı Harp Akademisi’ne girebilecekti. Geri kalanlar tayin edildikleri kıtalara dağılacaklardı. Bunlardan emniyet ettiklerine daha şimdiden gittikleri yerde teşkilât kurmaları için telkinlerde bulunuyordu. Bir gün bana: “-Fuat, demişti, biliyorum, bu arkadaşlar erkânı harp olamayacaklar. Fakat bizlere nazaran daha avantajlı durumda bulundukları da muhakkak. Çünkü bizden önce ordu saflarına katılacaklar, eğer Rumeli’ye giderlerse, erkânı harp çıktığımız zaman bizim için bir zemin ve vasat hazırlamış olacaklardır” demişti. Kurmay sınıflarına geçmiş olan Pirlepeli Ali Fethi de (Okyar) aynı kanaatte idi. […”Harp Okulu’nda teşkilâtın ilk nüvesini kurduk. Tabii gizli olarak. Mustafa Kemal’e benden başka yardım edenler arasında Muhittin Baha Pars’ın ağabeyi Yüzbaşı201 İsmail Hakkı ile Ömer Naci ve birkaç arkadaş daha vardı. İsmail Hakkı şairdi, güzel yazı yazıyordu. Ömer Naci ise hatipti, güzel konuşuyordu. Arkadaşları üzerinde şayanı hayret bir telkin kudreti vardı. Sesinin tonu da çok tatlı idi.’’ (Cebesoy, 2019)

Askeri Görevleri, Evliliği ve Öğretmenliği

12 Mart 1902’de piyade teğmen olarak harbiyeden mezun olmuştur. (DABOA) İlk görev yeri olan Manastır’a bir subay olarak 6 Mayıs 1902’de gitmiştir. (Öz, “Vedide Baha Pars”, Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, 1987) Hakkı Baha Bey dört ay sonra üsteğmen rütbesine terfi edilir. (Kiel, 2016) Bu terfiden sonra 6 Mayıs 1906 yılında Selanik Mektebi Rüştiye-i Askeriye’de Kavaid-i Osmaniye ve Kitabet Muallimliğine piyade teğmen olarak atanmıştır. (Ağca, 2007)

Hakkı Baha Pars 1906 yılında Zehra Pars ile hayatlarını birleştirmişlerdir. Bu evlilikten İhsan Pars, Hüseyin Cahit Pars ve Vedide Baha Pars adlarında üç çocukları olmuştur. Vedide Baha Pars cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim politikasının şekillenmesinde rol oynamış Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli eğitimci ve psikologlarındandır.

Hakkı Baha Bey üç buçuk yılın ardından 1910 yılına kadar sürecek olan Bursa Sanayi Mektebi-Hamidiye Sınai Mektebi’nde öğretmen ve müdür olarak görev yapmıştır. (Huyugüzel, 2000)

Teşkilatçılık Faaliyetleri ve Memur Yılları

Hakkı Baha Bey’in Harp Okulunda bulunduğu yıllar İkinci Meşrutiyetin ilanı yıllarına denk gelmektedir. İkinci Meşrutiyet yılları sivil kesimde siyasal ve ideolojik çalkantılara sebep olmuştur. Sivil aydınlar devletin, milletin geleceği için kimlik arayışına girmiştir ve bu doğrultuda yazın alanında çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Harp Okulu öğrencileri de bu kimlik arayışı yıllarında ülkenin yönetimi ile ilgilenmekteydiler. Gece vakitleri bir grup öğrenci etrafında Namık Kemal’in vatan ve hürriyet şiirleri elden ele gezmekteydi. Ancak bu gizli çalışmaların hedefledikleri özgürlük ortamına katkısı olmadığının farkındalardı. Bu yüzden okulların dışına çıkan güçlü bir teşkilata ihtiyaç duyuyorlardı.

Bu doğrultuda İkinci Meşrutiyet yıllarında birbirlerinden bağımsız ve habersiz çok sayıda askeri gruplaşmalar mevcuttu. Bu çeşit cemiyetlerden birini de Mustafa Kemal Paşa kurmuştu. Bu cemiyetin çekirdek kadrosu Ali Fuat Cebesoy, Muhittin Baha Pars (Harp Okulunda okumamıştır) ve onun ağabeyi Hakkı Baha Pars ve Ömer Naci’den oluşmaktaydı. (Kemaloğlu M. , Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942), 2022) Mustafa Kemal Paşa daha harbiye öğrencisiyken bulunduğu devre aykırı gibi görünen fikirlerini arkadaşları arasında genişletmek düşüncesiyle bu cemiyeti kurmuştu. Kurmay sınıfına ayrıldıktan sonra görüşlerini daha rahat bir şekilde ifade edebilmek için kurduğu gizli cemiyeti ile beraber el yazısı hazırladıkları dergiyi yayınlamaya girişmişlerdi. Hüsrev Sami Kızıldoğan o yıllar hakkında:

Mustafa Kemal, daha öğrencilik yıllarında, bağımsız bir millet olmadan çağdaş bir devletin kurulamayacağını anlamış ve özgürlükten uzak bir ortamda yaşamaktansa, her türlü tehlikeye göğüs gererek bağımsız bir millet için savaşmayı göze almıştır. Buradan aldığı güçle, vatan topraklarını işgal eden güçlere karşı amansız bir mücadele vermiş; Türk Milletinin iradesini bağlayacak yönetim şekillerine razı olmamıştır. Başka ülkelerin boyunduruğu altına girmiş bir milletin zamanla tarihten silineceğini bilen Atatürk, “Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir” demiştir. Askerlik yıllarında, Suriye’de görevliyken gizlice geldiği Selanik’te, Askeri Rüştiye öğretmenlerinden Hakkı Baha (Pars)’ın evinde arkadaşlarıyla yaptığı bir toplantıda şunları söylemiştir: “…Millet zulüm ve istibdat altında mahvoluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlal vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası hürriyettir”. Bu sözler, Mustafa Kemal’in kurmayı tasarladığı devleti hangi temel üzerine inşa edeceğinin ilk işaretlerini veriyordu” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1997)

anektodunu aktarmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa Harp akademisinden 11 Ocak 1905’te mezun olmuştur. (Kemaloğlu M. , 2022) Harp Okulundan mezuniyetinden atanıncaya kadar geçen süre içerisinde gizli cemiyetteki arkadaşlarıyla İstanbul’dan ev tutmuşlar ve burada geleceğe dair planlarını görüştükleri çeşitli toplantılar yapmışlardır. Ancak dönemin hafiyelerinin sıkı çalışmaları sonucu ihbar edilmişler neticesinde silahlı teşkilat kurmak ve rejim karşıtlığı ile suçlanmışlardır. Mustafa Kemal ve arkadaşları kınama cezasına çarptırılıp bir ay tutuklu kaldıktan sonra bir kısmı Erzurum’daki 4. Ordu’ya diğer kısmı Şam’daki 5. Ordu’ya atanacak şekilde tayin edilmişlerdir.

Mustafa Kemal Paşa’nın rejim karşıtı eylemleri sebebiyle göz önünde bulundurulması için Şam’a tayin edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa kimlik bunalımlarının ve siyasi kargaşaların yaşandığı İstanbul’da yaşanılan ortamı bizzat inceleyebiliyor ve siyasi görüşlerini destekleyecek yazına ve insan gücüne kolayca ulaşabiliyordu. Çünkü İkinci Meşrutiyet zamanı teşkilatlanmanın merkezi Rumeliydi. (Ş., 2019) Selanik’in adı ‘kabe-i hürriyet’ (İ., 2000) olarak geçiyor ve rejim karşıtları burada toplanıyordu. (Kemaloğlu M. , Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942), 2022)

Mustafa Kemal Paşa ne kadar teşkilatlanmanın kalbinden uzak kalsa da Şam’da yeni bir teşkilat kurma girişiminde bulunmaktan geri kalmamıştır. Ancak bu çabaları Şam vilayetinde nafile kalmıştır. (Kemaloğlu M. , Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942), 2022) Mustafa Kemal Paşa Suriye ve çevresinde bu denli bir cemiyeti kurmanın ve faaliyete geçirmenin, sıfırdan bir bilinç oluşturmanın zor olduğunun farkındaydı. Ancak fikirlerini daha geniş alana yaymak için çıkışı yasak olmasına rağmen Mısır ve Yunanistan üzerinden ‘kabe-i hürriyet’ Selanik’e gizlice geçmiştir. (Özçelik, 2017) Burada bulunduğu süre içerisinde dört aylık bir sağlık raporu almış ve Şubat-Mayıs 1906 tarihleri arasında ‘Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin bir şubesini açmıştır. (Baran, 2010)

Cemiyetin toplantıları Zehra Hanım ile yeni evlenmiş Hakkı Baha Bey’in evinde yapmayı kararlaştırmışlardır. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesinin kurulduğu o geceyi Hüsrev Sami Kızıldoğan şöyle aktarmaktadır:

Hakkı Baha, arkasına giymiş olduğu süslü bir Japon pijamasıyla kendilerini karşılıyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları bir masa etrafında toplanıyorlar; kendisi cebinden bir kartvizit çıkarıyor, bunun üzerinde yazılı olan yalnız üç-beş maddeyi arkadaşlarına okuyor, arkadaşları Mustafa Kemal’in düşünce ve önerilerini aynen kabul ediyorlar. Şimdi hafif bir merasim işi kalmıştır: Komiteye sadakat yemini! Mustafa Kemal, bu yeminin silah üzerine yapılmasını öneriyor; çünkü devrimin yürütülebilmesi için icabında başvurulacak araç, yine silah olacaktı. Silah sözü üzerine pijamalı edebiyat öğretmeni cebini yoklarken, Mustafa Kemal Topçu Subayı Hüsrev’e dönerek, “Silahın var mı?” diyor. “Var efendim” yanıtını veren Hüsrev tabancasını çıkartıyor250 ve Mustafa Kemal tabancayı alarak masa üzerine koyuyor: … “Arkadaşlar, bu gece burada sizleri toplamaktaki amacım şudur: Memleketin yaşadığı tehlikeli anları size söylemeğe gerek görmüyorum. Bunu hepiniz anlarsınız. Bu talihsiz memlekete karşı önemli görevlerimiz vardır. Onu kurtarmak tek hedefimizdir. Bugün Makedonya’yı ve bütün Rumeli topraklarını vatan bütünlüğünden ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancı etkisi ve egemenliği kısmen ve fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanatına düşkün, her alçaklığı yapabilecek nefret edilen bir kişidir. Millet baskıcı ve zorba yönetim altında yok oluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yok olma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir. Tarih bugün biz evlatlarına bazı büyük görevler yüklüyor. Ben Suriye’de bir cemiyet kurdum. Baskıcı yönetim ile mücadeleye başladık. Buraya da bu cemiyetin temelini kurmağa geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve teşkilatı şekillendirmek mecburidir. Sizden fedakârlıklar bekliyorum. Kahredici bir baskıcı yönetime karşı ancak ihtilâl ile cevap vermek ve eskimiş olan çürük yönetimi yıkmak, milleti hâkim kılmak, özetle vatanı kurtarmak için sizi göreve çağırıyorum. Oda içinde derin bir sessizlik olmuştu. Lambanın solgun ışıkları içinde Mustafa Kemal’in heybetli sesinin yankıları hâlâ dalgalanıyordu. Ömer Naci ayağa kalkarak, Mustafa Kemal’in konuşmasına karşı o tatlı şivesiyle; “Mustafa Kemal, arkandayız, seni takip edeceğiz. Ölümler, cellatlar, işkenceler bile bizi bu kararımızdan çeviremeyecektir. Hürriyet verilmez, o ancak alınır. Haksızlık zulüm ve baskı altında inleyen bu suçsuz ve çaresiz milleti kurtaracağız, yaşasın hürriyet ve ihtilâl” sözleriyle derin sessizliği bozmuştu: Mustafa Necip, inkılâbın o fedakâr evladı, gizli hıçkırıklarla yanımda gözyaşlarını tutmağa çalışıyordu. Mustafa Kemal yeniden söze başladı: Arkadaşlar! dedi, gerçi bizden önce birçok girişimler yapılmıştır. Fakat onlar başarılı olamadılar. Çünkü işe teşkilatsız başladılar. Bu kuracağımız teşkilat ile bir gün mutlaka ve elbette başarılı olacağız. Vatanı, milleti kurtaracağız. Bu konuşmadan sonra teşkilat işi görüşüldü. Sonunda Atatürk bana bakarak:- “Hüsrev, tabancanı çıkar, bu masanın üzerine koy, kararımızı yemin ile de doğrulayalım” dedi. “Taşıdığım brovnik tabancasını masanın üzerine koydum. Hepimiz ellerimizi bu tabancanın üzerine koyarak ölünceye kadar bu kutsal dava uğrunda çalışacağımıza ant içtik”251 . “Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifelerimiz vardır. Onu kurtarmak yegâne hedefimizdir… Milleti hâkim kılmak; hülasa vatanı kurtarmak için sizleri vazifeye davet ediyorum.” (Tünay, 1984)

Nihayetinde Selanik şubesi açılan cemiyetin kurucuları arasında Ömer Naci, Hakkı Baha Pars, Hüsrev Sami Kızıldoğan, Bursalı Mehmet Tahir, İsmail Mahir ve Mustafa Necip Bey bulunmaktadır. (Zürcher, 1995)

Hakkı Baha Bey’in bu cemiyetin kuruluşuna tanıklık ettiği ve vesile olduğu an şüphesiz ki okunmaya değer, çünkü Hakkı Baha Bey Genç Şiirleri ve Gençlik Şiirleri adlı eserinde ‘’Kızım Vadide’ye’’ (Pars, 1941) başlıklı yazısında şu anda yüz yaşında olan cumhuriyetin asıl kurulduğu yeri anlatmıştır:

“-Cumhuriyetin onuncu yılı münasebetile-

Kızım, Ben her sene Cümhuriyet bayramı tes’it ederken senin de doğum gününü tebrik etmekle iki kat bir messeret duyarım. Sen 1323 senesi Teşrinievvelinin on altısında doğdun. Senden evvel doğan ve ölen kardeşin (İhsan)’ın mahzun bıraktığı ailemize yeni neş’ler ve ümitler getirmiştin. Henüz üç dört aylıktın bir gece bizim evde vatan için, vatanın istihlası için hayatlarını vakfedeceklerine dair yemin edenlerin gizli bir içtimaı olacaktı. O zamana kadar annen benim de onların arasında bulunduğumu bilmiyordu. Fakat bu akşam artık öğrenmesi lazım geliyordu. Çünkü dar olan evimizde yapılacak işleri, görüşülecek sözleri ondan saklayamayacaktık. Ben, meseleyi anlatmak için bir mukaddime bulmağa çalışırken ziyaretçilerin gelmeleri zamanı yaklaşıyordu. Nihayet daha ziyade vakit geçiremezdim. Meseleyi açıkça söyledim:

Zehra-dedim-sen de biliyor ve itiraf ediyorsun ki, bu vatan, bu gidişle, ebediyyen kurtulamayacağı (Öz, Vedide Baha Pars, Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, 1987) bir uçuruma yuvarlanıyor. Bu müthiş faciaya karşı biz yalnız seyirci mi kalacağız?

-Biz ne yapabiliriz? dedi,

Ben:

-Ne mi yapabiliriz? Bu sukuta mani olmak için belki her şeyi yapabiliriz, belki pek az bir şey yaparız. Fakat her halde bir şey yapmalıyız. Elleri, kolları bağlı bir halde mezbahaya gitmekten ise serbest bir halde mukavemet ederek ölmek daha iyi ve daha şerefli değil mi?

-Elbette-dedi-fakat ben sözümle kat’i olduğunu zannettiğim bir aczimizden bahs etmek istemiyordum. Nasıl mukavemet edilebileceğini tasavvur edemiyordum da ondan sordum.

-Evet, bir kişi, böyle büyük bir haileye mani olmak için hiçbir şey yapamaz. Fakat iki, üç, beş, beş yüz, beş bin kişi bir maksat uğrunda birleşirse işler kolaylaşır. Şimdi ümit edilmeyen neticeler husule gelebilir.

-Evet, ama bu bin kişi nasıl birleşir?

-İşte benim de sana bahsedeceğim noktaya geldik. Bu hususta sana bazı malumat, bazı tafsilat vermekliğim lazım geliyor. Fakat ondan evvel, sana söyleyeceğim bu sözleri, söylemeğe mezun olmadığın hiç kimseye söylemeyeceğine ve senin de bu maksat uğrunda birleşenler arasında bulunmağa razı olduğuna dair bana yemin etmelisin.

Kızım, annen ciddi ve azimkâr bir vaziyet aldı. Ve titremeyen bir sesle:

-Sevgilim-dedi-Ben senin hayat ortağın değil miyim? Bu ortaklık beni nereye kadar götürse oraya kadar tereddütsüz giderim. Seninle beraber olduktan sonra hiçbir endişe beni bu yoldan yürümekten men edemez.

Benim gözlerim dolmuş sesim titremeğe başlamıştı. Cebri nefs ettim ve: -Teşekkür ederim karıcığım-dedim-sen yüksek ruhlu tam bir Türk kadınısın. Şimdi Vedide’yi buraya getir.

-Vedide’yi mi? Fakat çocuk uyuyor.

-Zararı yok, uyandırmadan getir.

-Lakin çocuğu ne yapacaksın?

-Sen getir, ne yapacağımı göreceksin.

Annen tereddütle seni beşiğinden aldı, oturduğumuz sedire getirdi. Ben:

-Çocuğu minderin üstüne, elini de onun başı üzerine koy; sen benim söyleyeceğim sözleri tekrar et.

Dedim. Çocuğun başına yemin eden bir anne kadar yeminine sadık kimse yoktur. Ben de ayni vaziyeti aldım ve ezberimdeki tahlif suretini kelime kelime okumağa başladım. Annen de beni takip ediyordu. Tahlif bitti. Annenin gözlerine yüksek bir azmin parlaklığı gelmişti. Hemen o esnada sokak kapısı hafifçe çalındı.

-Hah-dedim-işte geldiler.

-Kimler?

-O, senin de aralarında bulunmağa şimdi yemin ettiğin binlerden birkaçı.

-Fakat ben onların arasına çıkamam.

-Hayır, çıkma. Yalnız artık bizi dinlemeğe ve nasıl çalıştığımızı görmeğe mezunsun.

Gittim, kapıyı açtım. Beş arkadaş gelmişti. Onları misafir odasına aldım ve asıl intizar ettiğimiz misafiri beklemek üzere kapuya tekrar gittim. Nihayet, o da rehberi ile beraber geldi. Onları da yukarıya çıkararak merasime başladık. Annen bunların hep, pencerenin aralık bıraktığı perdesinden seyrediyordu. Artık o da bizden olmuştu. Kızım, bir sene sonra mefkûre yolunda ilk muazzam hatveyi atmıştık. Meşrutiyet ilan edilmişti. Sen, ana ve babasının vatana vakfı hayat için başına yemin ettikleri çocuk, bir yaşını henüz ikmal etmiştin.

1923 Teşrinievvelinin 29 uncu cuma günü ilan edilen Cumhuriyet 1323 Teşrinievvelinin 16’ncı günün tam on beşinci yıldönümüne tesadüf etmişti. Demek sen, meşrutiyetten bir sene evvel değil, on beş yaşında iken Cumhuriyet Bayramı’nda doğdun ve Cumhuriyetin kızısın. Kızım senin manevi bir mükâfatın olan bu hüsnü tesadüfe çok büyük bir kıymet ver; Cumhuriyetin kızı olduğunu unutma.” diyerek, faaliyetin tam içerisinde olduğunu gösterir.

Mustafa Kemal, cemiyetin Selanik şubesinin açılışında, “Ben Suriye’de bir Cemiyet kurdum. İstibdat ile mücadeleye başladık. Buraya da bu Cemiyetin esasını kurmaya geldim (Kızıldoğan, 1937)” demekle, Selanik’i bir mekân olarak seçmiş olduğunu vurgulamaktadır (İnan, 1937) . “Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve parçalanma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun amacı özgürlüktür. Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilal ile karşı koyulur. Memleketi kurtarmak için; köhne ve çürümüş idareyi yıkmak, başlıca görevdir”

Mustafa Kemal’in Selanik’teki cemiyet faaliyetleri İstanbul’da duyulduğunda Şam’a geri dönmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden cemiyette varlık gösteremeyecek ve cemiyet tabir yerindeyse embriyo aşamasında kalmış olacaktı. Ancak teşkilatlanma böyle son bulmayacaktır, vatanın bağrına düşman dayamıştır hançerini yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?

Kaynakça

Ağca, H. (2007). “Pars, Hakkı Baha” Maddesi, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, C.7, O. Cihat-Süyinşiayev. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları .

Arslan, B. (2018). Pars, Hakkı Baha. İzmir Kent Ansiklopedisi.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. (1997). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını.

Baran, T. A. (2010). “Atatürk’ün Eğitim Düşüncesi”. Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu , 19-33.

Cebesoy, A. F. (2019). Sınıf Arkadaşım Atatürk-Okul ve Genç Subaylık Hâtıraları.

DABOA, D. A. (n.d.). Fon no: İ..TAL.., K:181, G:62, SR:1-2.

Huyugüzel, Ö. F. (2000). . İzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1950). Kültür Bakanlığı Yayınları.

İ., T. (2000). İttihat ve Terakki Anılarım. Atatürk’ü N’için Severim? Alfa Yayınları .

İnan, Â. (1937). Atatürk’ü Dinlerken; Mukaddes Tabanca . TTK.

Kara, M. (1987). “Bursa Tekkelerinin Alfabetik Olarak İsimleri ve Belli Başlı Kaynaklar” . Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.

Kemaloğlu, M. (2022). Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942). 37.

Kemaloğlu, M. (2022). Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942). 35.

Kemaloğlu, M. (2022). Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942). 6.

Kemaloğlu, M. (2022). Hakkı Baha Pars: Hayatı ve Eserleri (1879- 1942). 37.

Kiel, M. (2016). Gevgili. TDV Yayınları.

Kızıldoğan, H. S. (1937). Vatan ve Hürriyet-İttihad ve Terakki. TTK.

Öz, M. F. (1987). “Vedide Baha Pars”, Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri. UNESCO Yayınları.

Öz, M. F. (1987). “Vedide Baha Pars”, Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri. UNESCO Yayınları .

Özçelik, M. H. (2017). “Atatürk’ün Teşkilatçılık Anlayışı”. Aydın İnsan ve Toplum Dergisi, 125-156.

Pars, H. B. (1941). Genç Şiirleri ve Gençlik Şiirleri. İzmir Cumhuriyet Basımevi.

Ş., G. (2019). İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kuruluşunda Bursalılar.

Tünay, B. (1984). Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 23-276.

Zürcher, E. J. (1995). Milli Mücadelede İttihatçılık.

Bunları da sevebilirsiniz