Akdeniz’in Doğal, Kültürel-Tarihsel Mirası

Hırvatistan’ın Dubrovnik kentine «Doğal, Kültürel-Tarihsel Mirasımız” adlı toplantıya katılmak üzere İzmir’den yola çıktım. Zagrep havaalanına vardığımda İstanbul’un kalabalık, büyük ve insanı yoran karmaşasından sonra şöyle bir soluk aldım. Küçük tek katlı havaalanında sadece iki küçük kahve vardı. Dubrovnik uçağını beklerken dışarıdaki parkta yürüdüm. Öyle baş şehir olmasına rağmen bir kargaşa yoktu.

Dubrovnik

Zagrep’ten sonra Dubrovnik ‘e uçtum. Buralara ilkbaharda gelmek pek güzeldi. Her yer yeşil mavi tonlarıyla bezenmişti. Otobüsle otele giderken Hırvatistan’ın dar yollarından geçerken yarların altındaki bakir kıyıları sürprizlerle doluydu. Adriyatik denizi, kıyısında dantel görünüşlü birbirinden farklı koyları, adaları ile resim gibi karşımızda duruyordu. Doğaya uygun mimari ile yapılmış evler, kiliseler, kahveler bu hoş manzarayı tamamlıyordu. Turizm, ekonominin ana kaynağı olmasına rağmen yollar genişletilmemiş, sağlı sollu betonlarla çevrilmemişti. Buraları çocukluğumun İstanbul’unu gözlerimin önüne getirdi. Boğaz tepelerindeki mor salkımların kapıları süslediği güzelim konaklar, kıyılardaki yalılar. Çamların arasında görünen koylar ile Büyükada manzarası, turkuaz mavisi ile yarların arasından gördüğünüz Datça kıyılarına benzer kıyı dokusu. Sonuçta Akdeniz’desiniz. Belki tek farkı bizim gibi gelişme adına buraların doğasının tüketilmemesiydi. Dubrovnik şehrine geldiğimde surlarla kaplı bir liman şehri ile karşılaştım. Daha sonra Hırvatistan Bilim Akademisinin üyelerinden Pavao Rudan bu şehrin ilginç tarihini şöyle anlatacaktı; Dubrovnik, Adriyatik denizinin karşı sahilinde bulunan Venedik şehrine 12. Yüzyıldan beri rakip bir şehir olmuş. Ama bu şehri önemli kılan sadece güzel bir mimarisi, ticari faaliyetleri değil, yönetim şekliymiş. 12 yüzyıldan 18 yüzyıla kadar şehir 12 ay boyunca her ay başka bir prens tarafından yönetiliyormuş. Şehri yönetecek prens 2 katlı bir bina içine kapanıp sadece şehrin işleri ilgileniyormuş. Bir sonraki ay diğer prens bayrağı devir alırmış. En ilginci de 18. yüzyıla kadar süren bu sistemde bu prenslere ait ne bir resim, ne de bir heykel olmasıymış. Gel de bizim 21 yüzyıldaki yöneticilerimizle karşılaştırma!!!

Pavao Rudan hem antropolog, hem de tıp eğitimi görmüş bilim insanı. Bu toplantıya özellikle gelmemi istemişti. Biraz da serde Boşnaklık olunca bu daveti kıramazdım.

Akdeniz’in Doğal Kültürel-Tarihsel

Mirası

Toplantıda Akdeniz coğrafyası, doğası, tarihi ve kültürü ile birlikte ele alındı. Farklı disiplinler birbirini dinledi. Bir çeşit Akdeniz Bilim Akademisinde yapılan beyin fırtınası gibiydi. UNESCO tarafından korunmaya alınmış böyle bir şehirde Doğal Kültürel-Tarihsel miraslarımızın korunması konulu toplantının seçilmesi anlamlıydı. 19 yüzyılının ortalarında kurulan Hırvatistan Bilim Akademisi bu toplantıya ev sahipliğini yapıyordu. Bilim Akademisi olarak 3 ayda bir kitap yayınlıyorlarmış. Bana son yayınladıkları İslam Kültüründe Kaligrofi isimli bir kitabı hediye ettiler. Akdeniz’in dört bir köşesinden gelmiş, tarihcilerin, arkeologların, jeologların, sosyologların, ziraatçıların, deniz bilimcilerinin beraber yürüttüğü 3 gün süren bir toplantıydı. Fransa, İspanya, Tunus, Türkiye, Yunanistan, İsrail, İtalya, Fas, Cezayir, Mısır, Senegal, Hırvatistan, Montanegro, Portekiz, Arnavutluk, Malta ülkelerinin akademisyenlerinin bulunduğu bu toplantıya UNESCO, CIHEAM, CIESM, UNEP, IUCN gibi kuruluşların temsilcileri de katılmıştı.

Açılışta özellikle Akdeniz ülkelerinin kültürel ve tarihi geçmişin çok eski geçmişe dayandığına yer verildi. Bunun yanı sıra doğal zenginliklerimizin korunması ve gelecek nesillere aktarılmasının bir zorunluluk olduğu vurgulandı.

Doğal Zenginliklerimizin Korunması

Ortak miras söz konusu olduğunda tarih, doğa ve kültürel başlıkların ilk akla gelen olduğu vurgulandı.

Fas’dan bir sosyolog yaptığı araştırmayı insan ve doğa ilişkileri şöyle özetledi. Fas’ın Atlas okyanusuna paralel bulunan dağlarında bulunan insan topluluklarının doğa ile birlikte geliştirdikleri kültürün korunması gerektiğini vurguladı. Büyük bir alanda yaşayan insanların doğayı çok iyi tanıdıklarını ve ona zarar vermeden yaşamlarını buradaki ormanlardan sağladıkları anlattı. Doğaya paralel geliştirilen bu özgün kültürün örnek teşkil ettiğini ve korunması gerektiğini belirtti.

Diğer bir örnek ise yerli ırkların korunmasına yönelik olarak yine Fas’da sığırlarda yaygın olan trypanosomiase hastalığında yerli sığır ırkının dirençli olduğu ve yetiştirilmesi idi. Aynı şekilde yerli tohumlardan olan Fas’a özgü kuraklığa dayanaklı pirincin de korunması ve yetiştirilmesi gerektiği dile getirildi.

Diğer doğal mirasımıza örnek Tunus’dan idi. Güney Tunus’da bulunan dağlık bölgedeki zeytincilik sağlık ve aromatik açıdan önemli olan bitkilerin bulunduğu bölgede yapılan arıcılık idi. Burada yapılan zeytincilik şekli ise nesilden nesile aktarıldığı, kurak bir bölgede olan zeytinler teraslama ile yağmur suları tutması ile kuraklığa karşı korunması örnek olarak verildi. Burada üretilen zeytinyağının aromasının ünlü olması, hem yetiştirme hem de bu zeytin türünün korunması gerektiği, bu konuda araştırma yapılması yönündeydi.

IUCN’in yapmış olduğu sunumda Akdeniz’in tür çeşitliliği ve barındırdığı farklı ekosistemlerden dolayı kültürel çeşitliliğinin de buna bağlanabileceği belirtti. Doğasına uyumlu insan topluluklarından başka son yüzyılda kıyılara akması nüfusun kıyısal bölgelerde hızla artması ile kıyılardaki ekosistemin doğanında hızla bozulmaya yol açtığı aktarıldı. Kıyılardaki yapılaşma, doğal alanların hızla azalması, karasal alanların, suyun ve diğer kaynakların kullanılması bu çatışmayı arttırmış olduğu vurgulandı. Yarı kapalı olan Akdeniz’de uluslar arası işbirlikleri, Barselona anlaşması, Akdeniz’de Balıkçılık Komisyonu ve ulusal politikalarla ekosistemin korunması sosyo-ekonomik gelişmeyi olumlu yönde etkileyebileceğinin altını çizdiler. Ekosistem yaklaşımlı yönetim ile hem balıkçılıkta hem de akuakültürde birçok çatışmanın çözülebileceğini belirttiler. İklim değişikliğinin gelecekte deniz ekosistemi etkileyeceği bilimsel çalışmalarla ortaya konması gerektiği vurguladılar. Bu riskin tahmin edilebilmesi için çeşitli senaryolar geliştirilip önlemlerin şimdiden alınması gerektiği sunumlarında yer aldı.

İzmir’den gelen biri olarak İzmir Körfez’i içinde yer alan Gülbahçe Körfezi’mizdeki Posidonia oceanica diye adlandırılan deniz çayırlarının haritalanması konusunda bilgi verdim. Denizin ormanları olan bu deniz bitkilerinin korunmasında haritaların önemi ve kıyısında yaşayan insanların ancak bilgilendirildikleri zaman bu bitki örtüsünü koruyabileceklerini anlattım. Bu doğrultuda yaptığımız çalışmaları aktardım. Umarım bir gün ülkemizde de böyle bir toplantıya ev sahipliği yapar bizim topraklarımızda da bir beyin fırtınası estiririz.

Bunları da sevebilirsiniz