“Yunan Algısında Türk İmgesi” Üzerine

Tarihsel süreç içinde Hristiyan dünyasında Türklerle ilgili imgelerin oluşması, önce Doğu Roma İmparatorluğu’nun yenilgisiyle başlamış, daha sonraları Haçlı Seferleri sırasında bir Türk Devleti olan Anadolu Selçukluları ile karşılaşılması ile devam etmişti. 1453’te İstanbul’un fethi ise Batı Dünyası ile Türkler arasındaki ilişkilerin dönüm noktası olmuştu. Bu tarihten itibaren Avrupalılar devamlı bir şekilde Türk İmparatorluğu (Osmanlı İmparatorluğu) karşısında kıta içerlerine kadar çekilmek zorunda kalmışlardı. Türk ordusu, Avrupa’yı fethe çıkmış, Belgrad ve Budapeşte’yi almış, Viyana kapılarına dayanmıştı.

Bütün bunların sonucu olarak Türkler; dinsiz, hoşgörüsüz, kaba, hoyrat, yıkıcı, acımasız ve günahkâr gibi nitelendirilmelerle tanımlanmıştır. Anılan tanımlamaların her birinde Avrupa’da Türklere karşı oluşan korkunun ne kadar derin olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Avrupa’nın Türk korkusu, çok sayıda sözcük,atasözü ya da deyimlerine kadar yerleşmiştir.

Batı Dünyası’nda Türklerle ilgili olumsuz ve sorunlu algılar, bir “Türk İmparatorluğu” olan ve ancak Türkçe kaynakçada “Osmanlı İmparatorluğu” olarak adlandırılan dönemden kalan algılara Türkiye Cumhuriyeti Dönemi’nde de yaşanan ilişkilerden doğan algılarla da beslenerek devam etmektedir.

Yunanlar özelinde ise Türk imgesinin, Yunan Bağımsızlık Savaşı ile başlayan süreçte ivme kazandığı söylenebilir.

Bilindiği üzere,Yunan Bağımsızlık Savaşı’ndan başlayarak yakın tarihimize değin geçen süreçte Türkler ve Yunanlar arasında birçok travmanın yaşandığı bilinmektedir.

Bunları; Yunan Bağımsızlık Savaşı’nda yaşanan travmalar, Müslüman Türklerin göçe zorlanması, Yunanların Batı Anadolu’ya asker çıkarmasının Türklerde yarattığı acılar ve arkasından bozguna uğratılarak denize dökülmeleri, mübadeleden kaynaklanan sorunlar, sözde Pontus ve Ermeni soykırımı iddialarını desteklemesi, Türkiye’de yaşanan 6-7 Eylül Olayları, Yunanistan’ın açık bir şekilde Türkiye’deki ayrılıkçı terör hareketini desteklemesi, Yunanistan tarafından Batı Trakya ile Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklere karşı uygulanan kimliksizleştirme, daha doğrusu kültürel soykırım politikaları, Ege Denizi’ni bir Yunan Denizi durumuna getirmek için uygulanan politikalar, Kıbrıs Türklerine karşı soykırımın Yunanistan tarafından özellikle Albaylar Cundası Dönemi’nde açıkça desteklenmesi, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’in paylaşılmasında tek yönlü davranışları şeklinde özetlemek mümkündür.

Editörlüğünü Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı,Doç.Dr. Cihan Özgün ve Doç.Dr.Nilüfer yapmış olduğu “Yunan Algısında Türk İmgesi” kitabı da,anılan olumsuz ve sorunlu imgelerin kökenlerini, analitik (çözümlemeli) düşünme doğrultusunda ortaya çıkarmaya yönelik olarak hazırlanmıştır. Çünkü sağlıklı bir tanı koymak için sorunun kökenine inmek zorunludur. Kökenlerini bilmeksizin kalıcı çözüm olası değildir. Kökenler bilindiği taktirde, bunların zaman içinde giderilmesi doğrultusunda adımlar atılabilir.

Kitap, birbiriyle bağlantılı dört bölümden oluşmuştur .Birinci bölümde “Batı Felsefesinde Türk İmgesi” irdelenmiştir.İkinci bölümde; “Yunan Algısında Türk İmgesinin Kökenleri” çözümlenmesi yapılmıştır.Bu kapsamda sırasıyla; Oryantalizm ,Filhellenizm ve Türkokratia, Uygarlık Beşiğinin Antik Yunan’a Bağlanması Tezinin Geçersizliği ve Travması, Yunan ve Diğer Balkan Halklarında Osmanlı İmparatorluğu Egemenliği ve Devşirme Sistemi Travması, Osmanlı Egemenliğine Karşı Gerçekleştirilen Bağımsızlık Savaşı, Türk Egemenliğinden Sancılı Bir Kopuş: Yunanistan’ın Bağımsızlığını Kazanma Süreci, Yunan İsyanı/Bağımsızlık Sürecinde Anadolu’da Rumlar, Yunan Ortodoks Kilisesi ve Türk Karşıtlığı, Megali-İdea Hayali, Anadolu Bozgunu ya da Küçük Asya Felaketi, Pontus Soykırım İddiası” Üzerine Yunan Tezleri ve Gerçek, Kıbrıs Barış Harekatı’nın Politik-Sosyo Edebi Yansımaları, Yunan Tarih Ders Kitaplarında Türk Kimliği Algısı, Yunan Haber Portallarında Türkiye Algısı, Yunanistan’da Osmanlı Kamusal Yapılarının Kimliğini Gizleme Travması ve Politikası ”konularına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde”Rodos ve İstanköy Türklerinin Güncel Sorunları” ve dördüncü bölümde “Türk-Yunan İlişkilerinde Dostluk İçin Kültürel Çıkış Yolları”üzerine önermelere yer

Kitapda,genel bir yaklaşımla Batı algısındaki olduğu üzere Yunan algısında da olumsuz ve sorunlu Türk imgesinin kalıcılaştırılarak kuşaktan kuşağa aktarılmasının ve siyasi,sosyal ve din temelli kalıp yargılarının süreğen bir duruma gelmesinin doğru bir yaklaşım olarak görülmediği ve bunun yerine barışçıl bir söylem ve ilişkilerin ortaya çıkarılmasının gerektiği ileri sürülmektedir.

Kitapda ayrıca Yunanlar yanında diğer Balkan halklarının büyük kısmının zihninde egemen olan “daimi düşman” “Osmanlı/Türk/Müslüman İmgesi” ve buna dair kalıp yargıların, tünelin ucundaki ışığı bir türlü göremeyen toplumlara, bir el feneri olarak verildiği ileri sürülmektedir.

Ve bu bağlamda bu bakış açısının özelikle Balkan toplumlarında ilerlemeye engel olduğu ve ilişkilerde kesintiye uğratan süreçler olduğu da belirtilmektedir.

Kitabı editörlerinden Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı, “Türk-Yunan İlişkilerinde Dostluk İçin Kültürel Çıkış Yolları” adlı bölümün sonunda sözün özü olarak şunları yazmaktadır.” Türk-Yunan Dostluğu nasıl kalıcı olabilir sorusunun, birbiriyle bağlantılı birçok yanıtı vardır. Dostluğun sürekli ve kalıcı olma durumu, ağırlıklı olarak Yunan halkına ve devletinin yaklaşımlarına bağlıdır. Ayakları sağlam yere basmayan dostluk söylemleri kimseyi yanıltmamalıdır. Bir temel gerçeğin Yunanistan tarafından kabul edilmesiyle barış kalıcı olabilir. O da, barışın karşılıklı çıkar ilişkileri üzerine kurulmasından geçmektedir. Bütün bunları gerçekleştirerek dünden bugüne Türk-Yunan ilişkilerini kalıcı dostluğa dönüştürmek kolay bir süreç değildir.

Ancak başka çare de yoktur. Dostluğun inşa edilmesinde öncelikle her iki halkın entelektüeline(aydınlarına )büyük görevler düştüğü açıktır.

Yunanistan’da Türklere bakış açısından iki grup entelektüel olduğu gözlemlenmektedir. Bu entelektüel gruplardan birinin Türklere olumlu ,diğerinin olumsuz baktığı, ancak ikinci grubun daha kalabalık ve güçlü olduğu söylenebilir. Bu durum Yunanistan’daki Osmanlı mimari eserlerinin korunmasında da geçerlidir.

Her iki halkın aydınlarının kuracağı dostluk köprüsü,iki devlet arasındaki gerginliğin sıkıntısını çekmiş ve çekmekte olan toplumların,daha doğrusu azınlıkların bir yandan kendi kültürlerini koruması ve geliştirmesine, bir yandan da silahlara ayırmak zorunda bırakıldıkları kaynakları ülkelerinin bayındırlık işlerine ayırmasına hizmet edebilir”.

Kanımızca Türk-Yunan İlişiklerini değerlendirmede, en sağlıklı yaklaşım bu olabilir.

Bunları da sevebilirsiniz