Sancağımızı şerefle dalgalandırdık…

İstiklal Madalyası, kalpağı, dürbünü, fişekliği, palaskası, tabancası, içi boş el bombası, iki üç eski gömleği, asker parkası, patlak botundan başka hiçbir şeyi yoktu. Biricik bavulunu ise hiç açmazdı.

Sabahları Basmane çorbacılarında kelle paça içer, öğlen Tilkilik kahvelerinde uyuklar, daha sonra Hatuniye Camii karşısındaki eski kitapçının dükkanına sığınırdı. Geceleri ise erkenden ucuz otel odasındaki yatağına çekilirdi. Sessiz, efendi, gariban, iyi yürekli tonton bir dede görünümündeydi. Ama çocukları, torunları yoktu, kimsesizdi. Üstelik beş parasızdı. Hep üşür gibiydi. Yalnızca «Bayrağımızı şerefle dalgalandırdık” derken ısınırdı sanki.

O yıllar hep düşünmüşümdür (1970’ler).. Biricik ziynetleri olan İstiklal Madalyalarını göğüslerinde şerefle taşıyan bu Kuvayi Milliye kuşağı, niçin hep fakir fukaralarla doluydu?… Neden, hemen hepsi sürünerek yaşadılar?… Vatan deyince gözbebeklerinde kızıl yaşların yanıp söndüğü bu onurlu insanların içinden, bir tanecik dahi olsa niçin dolar milyonerleri yetişmedi?

SÜVARİ NEFERİ

Vatan için çarpıştılar.. 26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a daima cephenin en önündeydiler.. İzmir’e, 9 Eylül’e doludizgin akarak koştular. Türk bayrağını, İzmir’le kavuşturdular.

Ama kurtardıkları vatan, onlara yalnızca boğaz tokluğuna yaşamayı layık gördü. Düşmanla işbirliği yapanların çocukları, torunları iktidarları paylaşıp parsa toplarken, saltanat ve manda artığı soyguncular vurgunla, karaborsayla, faizle, zimmet yemekle, sahtekarlıkla, rüşvetle, kaçakçılıkla, arsa spekülasyonları ile kahrolası kasalarını doldururken, yurtları için kan ve barut kokan dehşet verici cephelerde pençe pençe çarpışan Anadolu çocuklarına, kurtardıkları şanlı vatan bir türlü sahip çıkamamıştı.

Fahrettin Altay Paşa’nın komutasındaki 5.Süvari Kolordusu’na bağlı, 2.ci Tümen, 4.cü Alay’a bağlı, İzmir’e ilk giren süvari neferlerinden Halil Çavuş, işte böyle bir unutulmuşluk içinde gururla İstiklal Madalyasını taşıyan bir kahramandı. Onu 1970’lerin başında sevdim.

Gariban Halil Çavuş’a, içinde bulunduğu koşullara niçin isyan etmediğini hiç soramadım. O zavallı ihtiyarcık bu konularda hiç konuşmazdı. Gazi Paşa’dan başka sohbet bilmezdi. Bir de komutanlarını överdi. Fahrettin Paşa’yı anlatırken gözleri parlardı.

UNUTULMAZ HATIRALAR

Bir 30 Ağustos günüydü… Kordonboyu’nda askeri cip üstünde sancağı püfür püfür dalgalandırarak geçen Halil Çavuş’un heybetli görünümünü fotoğraf makinamla çekmiştim. Hamza Rüstem’de bastırdığım fotoğrafların birisi muhteşemdi. Sanki 26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a kadar arslanlar gibi Yunan mevzilerine dalan Anadolu koçyiğitlerinin eşsiz görüntüsü, aynen Halil Çavuş’un siluetine yapışmıştı. Fotoğrafı yanımda taşıyordum. Bir akşam Mezarlıkbaşı’ndaki Uşak-Söke Oteli’nde kalmıştım. Sabah otelden çıkıp Agora’ya doğru süzülürken, bir baktım ki, bizim çavuş eski kitapçının önünde gazete yığınları içinde oturmuş, iki üç zeytinle bir somun ekmeği yiyordu.

Koştum yanına fotoğrafı uzattım. Eski kahramanlar fotoğraflara çok düşkündür. Çavuş havalara zıpladı, sevdi beni, elimi öpmeye kalktı, böylece dost olduk. Onu arada sırada aradığım, hatırını sorduğum, fitre ve zekatlarımızı verdiğim, annem kurban kesince ta Karşıyaka’dan et götürdüğüm, yeni fotoğraflarını çektiğim oldu.

Bir zamanlar «Hasan Tahsin ve Kuvayi Milliye Sergileri” düzenlerdim. Halil Çavuş baş konuğumdu. O gün üniformasını giyer, yanı başımda durur, ev sahibi gibi konuklara sahip çıkardı. 1978 tarihli sergimde Valimiz Necdet Calp’i kapıda pür silah karşılamıştı.

ESKİ FOTOĞRAFLAR

Günler geçti… Aylar birbirini kovaladı. Halil Çavuş’u hep arar oldum. Ucuz eski oteline defalarca gittim, odasına konuk edildim. O hırpani ortamda bir derviş gibi parlayan çavuşa giderek ısındım. Hep savaş anılarını anlatırdı, İzmir’e doludizgin nasıl girdiklerini canlandırırdı. Çalakalem yazardım anlattıklarını.

Bir gün hep kapalı duran eski bavulunu açtı. Donakaldım. Bavul ağzına kadar kurtuluş savaşı fotoğraflarıyla doluydu. Hepsini bana verdi, «Al evlat, yaşadıkça bunları gazetelere bas, millet bizi unutmasın” dedi. Nice kalpaklı Gazi Paşalar, İnönü’ler, İzmir’e giren süvariler, Fahrettin Paşa’lar, Karabekir’ler, tüm eski kahramanlar bir pırtık bavula sığmıştı. Hayatı boyunca yoksulluk çeken Halil Çavuş, eline geçtikçe milli kurtuluş belgeleri toplamıştı. Yazarlık yaşantımda ilk önemli belgelere böylece sahip oldum.

Bir büyük fotoğrafı ise bana vermedi. Kalın bir karton üzerine yapıştırılmıştı. 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz öncesi tüm cephe kumandanlarını Akşehir’in Şuhut kasabasında yan yana gösteren kocaman bir belgeydi. O resmi sımsıkı kucağında tuttu, geçmişine uzanan bir bağdı o fotoğraf.

Birkaç yıl sonra öğle vakti gazeteye geldiğimde, eski bir gazeteye sarılmış bir şeyi danışmada bana bıraktıklarını öğrendim. Paketi açtığımda Halil Çavuş’un kendisine ayırdığı o büyük fotoğrafla karşılaştım. Arkasına küçük bir not iliştirmişti: «Allahına emanet ol evlat..”

ACI SON

Meğerse hastalanmış. Hastaneye yatacakmış. Birkaç gün sonra onu aramaya Mezarlıkbaşı’na gittim. Hasta olduğunu söylediler, ama nerede olduğunu bilen yoktu. Oteline gittim. Devlet Hastanesi’ne yattı dediler. Fırladım gittim. Ne yazık ki, ateşlenen ve sürekli göbeği şişen Halil Çavuş’u, ne Askeri Hastane’ye, ne de Devlet Hastanesi’ne kabul etmemişlerdi. Tepecik Sigorta Hastanesi’ne sarılık teşhisiyle götürdüklerinde ise, sigorta emeklisi olmadığı için bir sürü engel çıkmış. O akşam Halil Çavuş’u hastanenin dışındaki seyyar bekçi çadırında yatırmışlar, ama müdahale etmemişler, ilaç bile vermemişler. Sarılık hemen siroza dönüvermiş.

Ve Halil Çavuş, vatanın hiçbir hastanesine kabul edilmeden açık havada, gökyüzünün altında can vermiş. Ölüsü ortada kalmış. Bir gün sonra apar topar Kokluca’ya gömmüşler. İşin acı yanı, yanında taşıdığı plastik torbada bulunan İstiklal Madalyası, kalpağı, dürbünü, fişekliği ve tabancası kapanın elinde kalmış, yağmalamışlar garibanın eşyalarını. Meğerse başına gelecekleri hisseden Halil Çavuş, hastaneye gitmeden önce bizim gazeteye kadar gelip, o «Büyük Kumandanlar Fotoğrafı”nı bana armağan bırakmış.

İSTİKLAL MADALYASI

O gün, Namazgah’ta Dönertaş’ın köşesine dayanıp, gözlerimi sildiğimi hatırlarım. Aylar sonra Çankaya’daki Bitpazarı’nda kaldırım üstündeki sergide kırmızı şeritli eski bir İstiklal Madalyası gördüm. Kir, pas içindeydi… Eğilip baktım. «Bu madalya bizim ihtiyarın…” diye içimden bir ses bağır bağır bağırıyordu.

Yoksa yanılıyor muydum? Yoksa, Halil Çavuş’un madalyası Kuyumcular Çarşısı’ndaki lüks bir kuyumcu dükkanına mı satılmıştı?.. Ve altın madalyadan eritilip yapılan nefis şekerpare gerdanlık, hayali ihracat zengini ve mevcut siyasi iktidardan nemalanan rüşvetçi-soyguncu adamın biriyle yaşayan Alsancaklı bir sosyete yosmasının şehvetli göğsünü mü kaplamıştı?

BUNLARI NEDEN YAZDIM?

Size Halil Çavuş’u neden yazdım?

1-Günümüzde Güneydoğu’da şehit düşen ve gazi olan kahramanlarımızın ailelerine daha fazla sahip çıkılması için yazdım.

2-Terör kurbanı şehitlerimizin hiç unutulmaması için yazdım.

3-Güneydoğu (elalemin Kürdistan dediği) topraklarında bayrağımız için çarpışmış er, erbaş, subay ve üst komutanlarımızın başlarının bir gün eğilmemesi için, o kahramanların savaş suçlusu ilan edilip suratlarına tükürülmemesi için yazdım; feleğin türlü oyunlarla gerçek kahramanları hiçe tahvil edebileceğini işaret ettim.

4-Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi uydurma ve yoğun-kumpas davalarda yargılanan, mahkum olan suçsuz subaylarımızın, aydınlarımızın, bilim adamlarımızın daima yanında olmamızın gerektiğine işaret etmek için yazdım.

5-Bu memlekette «bayrağımızı şerefle dalgalandırdık” diyenlerin vatana ihanet suçlamasıyla bile yargılanabileceğini, itilip kakılabileceğini, rezil edilebileceğini, ancak bütün bu meşum devirlerin gerçeği değiştiremeyeceğini, yani yurtseverliğin öncelikle vatan savunmasından geçtiğini, orada, yani o çekiç ve örsün altında sınav verileceğini hatırlatmak için yazdım.

6-Dahası, bir yurtseverin Emperyalizm ile dövüşmenin dışında bir gerçek gurur kaynağının olamayacağını, reel hayat ona ızdırap, yoksulluk ve unutulmuşluk sunsa bile bütün bunların ona vız geleceğini vurgulamak için yazdım.

Sağlıcakla kalın…

Bunları da sevebilirsiniz