Yusuf Savaş Emek’in Ardından…

Yusuf Savaş Emek, 21 Ocak 2014 günü Alsancak Hocazade Cami’ne koşa koşa gelen anlamlı ve nitelikli bir dost-hayran kitlesi önünden gözyaşları içinde kaldırılarak çok sevdiği Karaburun’a gömüldü. Camideki göreve katıldım, 68’li ustalardan Zihni Çetiner ve Abdürrahim Sercan hoca ile birlikteydik… Bir çok kişi sürekli ağlıyordu; Aylin Musluoğlu hep ağladı. Karaburun’a ise gidemedim.

Ancak Karaburun’daki kabire emanet ediş eyleminden dönen Sevinç Arda ile Çeşme’de akşam vakti karşılaştığımızda, yanımıza Savaş’ı hiç tanımayan fotoğrafçı Armağan’ı da alarak kuytu bir meyhaneye gittik ve dünyamızdan erken çekip alınan o güzel devrimci için hüzün içinde kadehlerimizi kaldırdık… Ben Savaş’ı anlamlı bir uğurlamayla gönderdiğimiz için huzurluydum, ama Sevinç gizli bir panik içindeydi, çünkü gerçek bir dostunu, kara gün dostunu kaybetmişti. O akşam uyuduğunu hiç sanmam…

Savaş’ın hastanede günlerdir büyük bir savaş vererek yayılan düşman saldırısına karşı direniş gerçekleştirdiğini gün gün izliyordum. Direnişçi, bu kez dünya devlerine karşı değil, içindeki Emperyalizme karşı direniyordu.. Son bir haftadır ise telefonlarıma yanıt vermez olmuş, Facebook profiline hastaneden fotoğraflar yüklemez olmuştu.

19 Ocak’ta Enis Musluoğlu’nu aradığımda, artık direnişin son aşamasında olduğunu öğrendim. Yine de, daha ne destanlar yaratabilir umudundaydım.

20 Ocak sabah Enis’ten direnişin sona erdiğine dair müthiş ürpertici mesajı aldım…

Yapabileceğim tek şey yıldırım hızıyla Facebook’a bir resmini yerleştirip, altına bir şeyler yazmak ve paylaşmak oldu.. Saat tam 10.00 civarıydı… Şunları yazmışım:

«SON NEFESİNE KADAR EMPERYALİZME KARŞI SAVAŞAN, 1960´LARIN DEVRİMCİ ÖĞRENCİ LİDERİ, YEŞİLLER PARTİSİNİN, S.O.S. AKDENİZ HAREKETİNİN VE AĞAÇKAKAN DERGİSİNİN KURUCUSU, EGE ÇEVRE EYLEMLERİNİN ÖNCÜSÜ, KARABURUN ÜTOPYA TOPLANTILARININ YARATICISI, EŞSİZ YURTSEVER, GERÇEK CUMHURİYETÇİ, EMEKÇİ, YUSUF SAVAŞ EMEK KARDEŞİMİZİ KAYBETTİK… CENAZESİ 21 OCAK ÖĞLEN İZMİR ALSANCAK HOCAZADE CAMİİNDEN KALDIRILIP, ÇOK SEVDİĞİ KARABURUN´A GÖMÜLECEK… EYY ONU TANIMAYANLAR; DÜNYA HALKLARINI VE “AYYILDIZLI TÜRK HALKINI” ONUN KADAR İÇTEN VE BİLİÇLE SEVEN VE EMPERYALİZMİN HER TÜRLÜSÜNE HİÇ SATILMAMIŞ EŞSİZ BİR YURTSEVERİ KAYBETTİK… YAŞAYACAKSIN SAVAŞ´IMIZ…”

Bu mesajı yayınlamamdan birkaç dakika sonra profilimde adeta bir patlama oldu.. Beğeniler, mesajlar, paylaşımlar akmaya başladı. Kısa bir süre sonra 94 beğeni, 64 mesaj, 4 paylaşım birikti… Mesajımı alan insanlar acı içinde kıvranıyorlardı…

Böyle bir sevgi kaç kişiye nasip oldu acaba?..

Ben de ertesi günü gerçekleşecek cenazeye yetişmek için acele ile giyinip Çeşme’den İzmir’e götürecek ilk otobüse kendimi attım. Yolda uyumuşum..

Otobüs ardından metro… Basmane’de metrodan inip Etki Matbaası’na gittim ve Facebook profilimdeki mesajları incelemeye başladım. Herkes çok hüzün verici ve anlamlı şeyler yazmıştı. Bilge Contepe’nin «Yeşilsol’un tek kişilik ordusuydu”, Cüneyt Karaloğlu’nun «Türkiye yeşil hareketinin öncülerindendi” şeklindeki tanımlamaları, Ümit Otan’ın, Osman Ülkü’nün güzel sözleri aklımda kaldı, onları not ettim. Aniden aklıma «Ekşi Sözlük” geldi… Bu ilginç isyankar sözlükte Savaş Emek ile ilgili kimbilir neler vardır diye kendi kendimi kışkırtıp hemen sözlüğe daldım. Ve inanılmaz yazılarla karşılaştım. Birileri, isimleri şifrelerle verilen kişiler, çoooktan Savaş’ın ölüm haberini almışlar ve sözlükte yiğit cümlelerle onu anıyorlardı

Aşağıda sunuyorum…

EKŞİ SÖZLÜK’TE, ANINDA SAVAŞ EMEK…

  1. Savaş ağabeyi tanımazdım. Belki gıyabında tanırdım diyebilirim, ihmal edilebilecek kadar. Fakat ihtilalciler bunu hak etmiyor, ihtilalciler tanınmalı, insanlık tüm halklardan göçüp gitmiş ihtilalciler için bir baş köşe kurmalı koca gezegenin bir denizinin kıyısına, ya da bir dağının tepesine, ya da bir ovasına, ya da birkaçına, yüzüne binine; oralarda bir bir dökümü yapılmalı kaç gece uykusuz kaldıklarının… O sessiz emek yoğun hayatlar da bilinmeyecekse hiç bir şeyin bilinmeye hakkı yok, diyor kalbim. Kalbim belki edepsizce konuşuyor, «Halklarına karşı görevlerini yapıyorlar, ya ne yapacaklardı! Amma büyüttün!”… Belki kendine acıyor, olabilir, insanız, biraz da toyuz. Belki de tam da bunu hak ediyor bu deliler. Çünkü bakınca görünen bu. Tarih hükmünü çoktan vermiş gibi, birçok isimsiz ihtilalciyi derinlerine gömmüş, kaç bin yıllık tarihini düşünüyorum, adı unutulmuş milyonlar aslında! Tarih hükmünü vermiş, kalbim belki kırılacak ama diyalektiği reddetmeyecek beynim. Varsın öyle olsun! O iz bıraktıkları dışında kimse hatırlamayacaksa, hatırlatmayacaksa bile dost meclislerinde, satır başlarında, ya da satır aralarına gizleyerek, şarkılarda, şiirlerde ya da böyle bir internet kuytusunda biz hatırlarız, hatırlatırız. Kim bilir kaç kez vurmuş daktilolara ve sonra elbette bilgisayarlara, ipad´lere; kaç kavgaya dalıvermiş, kaç dostuna küsmüş yalandan, ihtilali için kaç kalp kırmış haklı haksız yere, kaçının gönlünü almış, kaçıyla küs gitmiş, kaç kadını sevmiş, kaç afiş asmış, hangi şiirin hangi mısraları yer etmiş aklında, kaç kişi örgütlemiş, iyi partili miymiş, farklı farklı isimleri olan kaç yavrusunu almış matbaadan, hangi ağaçları kokusundan tanıyıverirdi, hangi şarkıları mırıldanırdı… Neden karaburun´du, belki şiirle-şarkıyla pek arası yoktu bile? Bunlar bizi burada bırakan insanlar hakkında sorulması gereken sorular gibi. Gibi değil, sorular kendiliğinden beliriveriyor; uzaktan baktığım, belki hiç görmediğim de yalnızca hayal ettiğim bir hayatın hakkını vermek için, anlamlandırmak için bir refleks gibi beliren sorular.
    Savaş ağabey´in yakını değildim, yakınının yakını bile değildim belki. Bir masada oturmuşluğum, iki sohbet etmişliğim yoktur, onu gördüğüm sayılı vakitte hep gıyabındaydım; ilginçtir ki örneğin eminim, tanış olsak kucağımdaki bu kediyi severdi, bunu biliyorum. Savaş ağabey deliydi. hiç tanımayan bir insanın gözlerinde o en güzel deliliği, bir ihtilalcinin deliliğini görebileceği zıp zıp zıplayan, hayatın kendisi bir adamdı. yakınının yakını bile değildim belki ama çok canımı yaktı gidişi, neden bilmiyorum. Güle güle ağabey. Mis gorç (20.01.2014)
  2. hayat denilen yolculuk bir anda başlar, bir anda da biter. birçok bitiş yaşarız biz bu yolculuk içerisinde, birçok şey sonlanır, biz de şahit oluruz… ama bir hayat bittiğinde, her zaman en acısını, en zorunu, en dayanılmaz olanı hissederiz. bir can kaybetmek, hayat denilen o yolculuğun aslında ne kadar kısa olduğunu hatırlatır bizlere… Tüm hayatım savaş amca´nın hikayelerini dinleyerek geçti. hiç görüşmedik; ama ben hep onun başından geçenleri, onun inandıklarını, onun tavsiyelerini, onun maceralarını dinledim. zaman zaman selam söyledim, zaman zaman selamını aldım. çocukluğumdan beri hiç görmediğim bu adam, bir şekilde hep benim hayatımın bir köşesinde yer aldı. ama işte, bazen insanlar gidiveriyor… pat diye… gidiyorum diyemiyor bile her şeye, herkese… çarçabuk… sadece gidiveriyorlar… oysho (20.1.2014)
  3. Bilim ve Ütopya´yı kuruyoruz. 8-9 kurucusu vardır bu derginin, ama esas olarak üç sac ayağı. ankara´da serhat, izmir´de savaş, istanbul´da ben. hep şöyle bir espri yapardık. bu derginin bilimi serhat, ütopyası savaş, ben de “ve”siyim. serhat özyar´ı genç yaşta beynindeki tümör aldı aramızdan, savaş da şimdi gitti. artık “ve”nin ne anlamı var…” – Ender Helvacıoğlu- suferd (20.1.2014)
  4. «Ben çevreci değil, ekolojistim. Çevreciler Sabancı üretsin, sömürsün, ama çevreyi kirletmesin derdindedirler” derdi. prdeay (20.1.2014).

SAVAŞ EMEK İLE HATIRALARIM…

Savaş’ı önce TÜYAP Kitap Fuarları’ndaki derviş karizmasıyla hatırlayacağım.

Kitap Fuarları’nın geleneksel portrelerinden birisi de Yu­suf Savaş Emek’ti.. Bir bilim adamı gibi, çantalarla, dos­yalarla tıpış tıpış fuara gelip, yöneticisi veya temsil­cisi olduğu çevre dostu militanların uğrak yeri «Ağaçkakan”, «Bilim ve Ütopya” gibi dergi standlarına tek sorumlu olarak kurulurdu… ‘Bir ama pir’ kurulur ve fuar sonuna kadar temel attığı ta­bureden hiç ay­rılmaz. Ağırbaşlı, mütevazi, kimi zaman dalgın kimi zaman gülümser bir havada, ya önündeki radi­kal çevre raporlarını okur ya da gelen geçene göz ucuyla çelme takardı.

Arada ihtiyaç molası veren Savaş’ın çevresi hep kız­larla, hanımlarla, dullarla çevrilidir, hatırladığım kadarıyla bizim Eczacı Sevinç Arda, Operacı Fatoş Tezcan, Aydınlıkçı Meftun Odyakmaz gibi dostlar, Savaş’ı standında hiç yalnız bırakmazlar. Dişleri dökülmüştür, ama adamda her daim militan tipi var ya, tam bağımsız 68’li ya, eskinin ünlü bir sol­cusu ya, sanki hep öğ­renci kantininde kaykılır pozunda ya, hiç yaşlanmayan üniversiteli havalarında ya, se­rüvenleri dilden dile dolaşı­yor ya, bu yüzden hatunlar onda sanki bodur boylu, sempa­tik bir «Deniz Gezmiş” tadı mı bulurlardı, bilinmez ki. Galiba en doğrusu, hatun kişilere epey değer verir, onları bir militan olarak yetiştirmek için için ciddi biçimde ve içten muhatap olurdu. Bu, bizim boşluktaki hanımlara çok cazip gelirdi herhalde. Bunlar, bizim pek beceremediğimiz bir şeydi. Çünkü biz erkek mücadeleci idik, muhataplarımız hep erkek olurdu. Savaş içten bir öğretici, yetiştirici, tebliğci idi… İsa zamanında yaşasa idi mutlak bir «havari” olurdu…

Savaş, yorgun bir karga gibi uzun yolların yolcu­su­dur.. İlk gençlik yıllarından beri inandığı devrimci, çev­reci, aktif, reaksiyoncu radikal yolda «ha babam, de babam” yü­rüyüp durdu. O, hiç bıkmaz.. O sıkı bir partici, inatçı bir mili­tan, bilinçli bir partizandır.. Her an bir eylem hazır­lığında, her dönem yeni bir dergi çıkarma sevdasındadır.. Çevresinde ba­dem gözlü hatunlar varmış, o anda ünlü bir yazar önünden geçiyormuş, alkışlar veya paralar başka cingöz kuşların başına konu­yormuş, onun umurunda değildir. Hatta arada aşık ta ola­bilir, bu sevdaları denizaşırı değil, tam tersine yakın çevresindendir, ama gelir geçerdi..

Savaş, hep kendi savaşının içindedir, herhalde Emiliano Zapata’ nın ölümsüz askerlerinden birinin hayaleti onun içine saklanmış­tı; hayatının her devresinde hep devrimci, hep Emperyalist­lerle mücadele içinde oldu. Sistemin karşı­sındadır, ama devlet­ten Yüksek Orman Mühendisi olarak emekli olmasını da bilmişti. Ne yapsın?… Ekmek parası, emeklilik filan…

İnançları yüzünden hapishanelere düşmüştü, bu yüz­den vur emri ile arandığı yıllarda duvarlara asılan afişler­den sey­rek sakallı anarşist (!) yüzünü iyi tanırım. O afişi kendisine bir gün hatırlattığımda, afişte yanıbaşında fotoğrafıyla duran şimdinin ünlü kişisinin gerçekte M.İ.T. ajanı olduğunu söylemişti, kanım donmuştu.

Kendi ce­binden yıl­larca Halkın Ormanı, Ağaçkakan gibi dergileri bir avuç özverili arkadaşı ile sırtlamıştır. Termik Santrallere, şehrin göbeğin­deki Galleria tesislerine, nükleer yatırımlara en önce çıkar, sonra kitleyle bütünleşmenin keyfini çıkarırdı. Kimi ahlak sicili berbat bazı yakın arkadaşlarının aksine, Yeşil­ler Partisi macerasın­dan da temiz bir sicil alarak geçip git­miştir. Sonra yaşı ilerleyince, Karabu­run’a yerleşti, daha oturak bir düzene geçti ama yine otur­duğu yerden yıllarca gelenek­selleşmiş Karaburun Ütopya Bu­luşmaları’nı düzenlemekten vaz geçmedi, evet hiç bıkma­dı. Elalemi toplayıp taa Karaburun’dan yine direnişini sürdürdü yıllarca… 2013 yılında yine davetlisi olarak gitttim ve «Küresel Edebiyat – Yeni Ortaçağ Edebiyatı” başlıklı konuşamı Karaburun’da yapmıştım. O gün benimle azıcık ilgilendi, tüm mesaisini kime, kimlere harcadı biliyor musunuz?.. Beş-on tane Türkiye Gençlik Birliği’nden (TGB) üniversiteli-liseli genç gelmişti. Onları yatırmak, yedirmek, bilinçlendirmek için gençlerin çevresinde deli divane oldu. Aldı eline makbuzu, TGB için yardım topladı teker teker. Ben de 50 lira koparıverdi..

Savaş’ın Karaburun’da bir başka son meşguliyetlerinden birisi de, eski nostaljik İzmir fotoğraflarını Facebook’a yüklemek ve paylaşmaktı. Kirli çıkıydı kerata…

Hep Aydınlık’çı, hep İşçi Partili, hep Doğu Perinçek’çi kalmıştır. Partiye kafası bozulunca bozgunculuk yapmaz, o zaman Yeşiller Partili olurdu. Sonra yine İşçi Partili… Babası Emin amca da, İzmir’in ilk komünistlerin­dendi. Annesi İrfan teyzeyi de tanıdım. Karşıyaka Ak­soy’daki evlerine gittiğim zaman teyzemiz bize mis gibi çaylar sunardı. O eve ilk gittiğim günü hatırlıyorum, Bos­tanlı’da açıkhavada yapılan Halk Şiir Yarışması’nda Romy Schneider’in ölümü üzerine yazdığım «Bu Ölü, Ölümü Gü­zel Yaşamalı” isimli şii­rimle halk tarafından birinci seçilmiş­tim. Savaş, beni halk forumunda dinlemişti, evine davet etti hemen. Bana verdikleri pla­ketimde Savaş’lara gittim. Annesi beni kutlamak için özel çay demledi. Aksoy semtindeki küçük apartman katlarında balkonda benim fotoğrafımı çekti.

Savaş’ın ilk evlili­ğinden olan kızı Ayşe’yi de çok severim. Şimdinin başarılı bir klasik müzik konser organiza­törü ve halkla ilişkilercisi olan Ayşe, elimizde büyüdü desem yeridir. Çağdaş, sanat dostu bilinçli bir genç bayan oldu. De­desi Emin amcanın annesinin ismini, «Ayşe” olarak taşır.

Savaş, aynı zamanda benim can dostum rahmetli Aydınlıkçı Miraç’ın (Turunç) da arkadaşı­dır, yoldaşıdır, bu yüzden onu bir kat daha çok severim. 12 Eylül sonrası Miraç, Savaş hep birbirimize yakın olduk. Ferit İlsever, o dönemde Karşıyaka’da Bahçeli evler semtinde eşi ile birlikte küçük bir evde yaşar, çuval bezleri üzerine halı kilimleri dokuyarak, küçük masa örtüleri imal ederek geçinirlerdi. Miraç beni Ferit’in evine götürür, hediyelik yün örgülü çuval kesiklerini destek için edinirdik. Hala bunları saklarım. Savaş ta bazen yanımızda olurdu. Miraç yıllar sonra Savaş’ı da esir eden aynı bölgedeki aynı hastalıktan ölünce, Miraç’ı yıllarca istismar eden bir hayasız solcu örgüt şefi, Yeşil geçinen bir kara iblis için ağır bir yazı yazmıştım. Savaş, o yazımı hiç kesmeden «Ağaçkakan” dergisine bastı. Yani şunu demek istiyordu. «Arkadaş sen benim yakın dostumsun, ama Yaşar Aksoy senin iblisliğini belgeliyor ve haklıdır!”. Aferin demiştim o zaman Savaş’a.. Yiğit ve temiz ahlaklı bir adamdı. Ötekiler gibi değil!

Fotoğraf sanatçısı Cavit Kürnek’in, rahmetli şair Bahattin Ertük’ün, rahmetli Sevgi Özcan Güven’in, Ali Özpalanlar’ın, Sevinç Arda’nın, Fevzi Palut’un, Enis Musluoğlu’nun, Dr.Alpaslan Bilen ’in, Alican Restoran’ın da arkadaşıdır, bun­lar benim de ar­kadaşlarımdır, demek ki bir ortak çevremiz de vardır..

Bir ayrıntı önemli.. Anlatayım.. Geçtiğimiz yıllarda Sa­vaş, benden Karaburun Ütopya Toplantıları’nda «Aydın İhaneti” üzerine konuşma yapmamı istedi. Daha önceki yıllarda yine aynı toplantılarda «Börklüce İnsanları” ko­nulu bir slayt göste­risi ve «İzmir Yangını” üzerine bir konuşma yapmıştım. Kendisiyle, satılık ay­dınların ta Tanzimat’tan beri ülkemizde yaptıkları ihanetler konusunda aynı düşündü­ğümüzü bildiğim için yeni öneri­sini hemen kabul ettim. Öteki konuşmacı ise, Ümit Zileli olacaktı. Kalktık yola düştük, Kara­burun’a gittik. Ümit Zi­leli gelmeyince tek konuşmacı ben kal­dım, yük üstüme bi­niverdi.

Bir salaş kahvede toplanmış çoğu eski solcu ve çevreci kit­lenin karşısına geçip, başladık ülkenin aydınlarının be­cerdiği naneleri anlatmaya.. Toplantı esnasında, bizim ay­dınların Emperyalizme hizmet için yaptıkları ihanetleri sundum. Birçok örnek olay içinde, sıra ilginç bir olaya gel­mişti.. İsim vermeden bir aydınımızın «Fatih Sultan Meh­met’in gizli Hristiyan olduğu” iddiasını yayıp, yeniden Bi­zans’ı diriltme komplolarına nasıl hizmet ettiğini örnekliyor­dum, aniden arka sıralardan bir genç bayan ayağa kalkıp, «Sen, şimdi filancayı mı anlatıyorsun?.. O kişi, ‘Fatih Hristiyandır” iddiasını hep bize de söyler, ama neden onu ihanetle suçluyorsun?” diye bağırıp te­pinmeye başlamaz mı?..

Kadına isim vermediğimizi söyledik, ama bir türlü anla­tamadık, o arada kadın kastettiğimi sandığı o kişiye de cepten ulaşıp hemen oracıkta yalan ih­barda bu­lundu.

Yalçın Ulukaya isimli o kişi hemen hakkımızda dava açtı. O toplantıda bulunan şair Na­mık Kuyumcu, planlama müdürü Fatoş Tezcan, toplan­tının düzenleyicisi Yusuf Savaş Emek, daha önceki konuş­mala­rımda da aynı yönde suç işlediğim isnadı olduğu için bir ön­ceki konferansımı düzenleyen Dr. Sıddık Topaloğlu mahkeme salonlarına kadar taşınıp, kimsenin ismini ver­mediğimi, ama ülkeyi batıran aydınlar hakkında genel metaforlar anlattığımı belirttiler. Karaburun söyleşimi din­leyen eski Kültür Bakanı Dr. Suat Çağlayan da şahit olmak istedi ama onu yormadık. Sonuçta davadan beraat ettik, suçlama yersiz bulundu.

Sonra gerçek anlaşıldı… İzmir rehberler odası Başkanı Yalçın Ulukaya, hemen ardından bir dava daha açtı ve savcılığa hakkımda suç duyurusunda bulundu. Tam 30 yıldır yüzlerce vakıf, dernek, okullar için düzenlediğim ücretsiz ve gönüllü «İzmir Tarih ve Kültür Turları”nı durdurmak isteyerek haksız kazanç sağladığımı iddia ediyordu. Oysa tüm etkinliklerim, tümüyle İzmirliler şahittir ki ücretsiz ve gönüllü işi idi, şehri tanıtma ve öğretme işine baş koymuştum. Anında beraat ettim. Savcı beni odasına çağırdı ve dedi ki, «Seninle hep uğraşan bu adamın bir açığını getir bana, hemen içeri tıkayım!”..

Allaha havale ettik.

Şimdi o İzmir Kültür gezilerini para karşılığı rehber Yalçın Ulukaya yapıyor.. İyi mi?…

Savaş emek ile işbirliği içindeki avukatım Hakan Bintepe’nin bu davalardaki gay­retle­rine teşekkür etmeliyim. O, şimdi avukatlığı bıraktı, tiyat­rocu oldu, iyi mi?.. Savaş’ta yok… Şimdi beni kim koruyacak?..

Yusuf Savaş Emek’e geleyim. O davada beni yalnız bı­rakmayıp, taa Karaburun’dan gelip lehimde şahitlik yaptığı için onun erkek devrimci olduğuna bir kez daha inandım…

Tarihin ona bağışladığı bu rol, yani onun tükenmeyen karizması devrimcilik, yiğitlik, vatan sevgisi ve Emperyalizme karşı savaş verme aşkıydı.

Savaş’ın bende İstanbul’da, 1966’larda Deniz Gezmiş’in başını çektiği Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB), Dev-Genç, nihayet «Beyaz-Kırmızı Aydınlık” bölünmesi anıları da vardır. Büyükdere’deki Orman Fakültesi kantininde yaptığımız çok anlamlı sohbetlerin yeri burası değil. Onunla aynı siyasi gurupta, fraksiyonda hiçbir zaman birlikte olmadık, ama daima birbirimize sevgi ve saygıyla yaklaştık. Ona hayran olduğumu da belirtmeliyim. . Gençlik olaylarında silah kullanılmaması için yaptığı uyarıların, birlikte şahit olduğumuz ürpertici provokasyonların anlatımı, şimdi çok gerekli olmasına rağmen, yine yeri değil. Milliyetçi öğrenci liderleri ile devrimci öğrenci liderlerinin silah kullanılmaması için ortaklaşa yaptıkları tarihteki biricik Orman Fakültesi toplantısının konuşmacısı olarak yıldızıydı. Milliyetçi öğrencilerin liderlerinden yine Orman Fakültesi öğrencisi rahmetli Mustafa Ok’un (ünlü Komando Mustafa), Savaş’ı heyecanla destekleyen konuşması da hiç aklımdan çıkmaz. Ama bu toplantıyı izleyen veya dinleyen derin güçler, hemen ertesi günü her iki taraftan iki vatan evladını şehit edince bir daha böyle bir toplantıya gerek görülmedi, hızla iç savaş tohumları yayıldı. Onun, silahlı eylem yanlısı arkadaşlarından farkını başka bir analizde anlatırım. Yine, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) davasındaki tutumu, sonraki «Aydınlık” gelişmeleri yine buraya sığmaz. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim, hiçbir zaman silaha yakın durmadı, ama hep sivil devrimci kaldı…

Hiç dönmedi, hiç satılmadı..

Halil Berktay, Şahin Alpay, Oral Çalışlar, Ethem Sancak, Büşra Ersanlı, Gülay Göktürk, daha niceleri döndüler… Tam karşı cepheye geçtiler. Eylül 1974 basımı «Savunma” (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası) kitabına, sayfa 601’deki uzun listeye bakın, kimin dönüp dönmediğini orada okursunuz ibretle..

Onlara kızar köpürürdü.

Yani…

O, hep parka giy­di…

Öte alemde yine parka giyecek şüphesiz…

Onu öyle hatırlayacağız…

Hiç unutmamacasına…

O’nu hep konuşarak…

……………………………………..

Bunları da sevebilirsiniz