31 Mart seçim sonuçlarının ortaya çıkması sonrasında aklıma takılan ilk soru, “CHP Anayasa konusunda öncelik almak isteyebilir mi” olmuş, seçim sonuçlarının heyecanı içerisindeki birçok kişiden olumsuz hatta saldırgan olarak nitelenebilecek tepkiler almıştım.
Görünen o ki, korktuğumun başımıza gelmesi için çok da beklemek gerekmiyormuş. Özel’in biz en büyük parti olduk, herkesle görüşüp siyasi tansiyonu yumuşatmamız lazım diyerek ortamı ayarlaması, Erdoğan’ın hamleyi görmesi, şimdilerde adı DEM olan Bölücü Partinin ve bir zamanlar Tayyip Erdoğan’a yönelik olarak sarf ettiği ağır sözlerle hatırladığımız Meclis Başkanının hemen topa girmesiyle, Yeni Anayasa Tuzağı tezgaha konmuş durumda.
Söylenen amaç, 12 Eylül Anayasasından kurtulmak olsa da gerçek amaç laikliğin, üniter devletin, devrimciliğin, devletçiliğin yani Altı Ok’un yön verdiği, şekillendirdiği 1924 Anayasasından yani cumhuriyetin kurucu değerlerinden kurtulmak.
Bu operasyonun ise Cumhuriyeti kuran siyasi çizginin temsilcisi olarak görülen öyle gösterilmeye çalışılan partinin rızası/katılımı olmadan gerçekleşmeyeceğinin farkındalar. Yoğun ve uzun süreli bir deformasyon sürecinin ardından, günümüz itibarıyla, CHP’deki bu dönüşümün tamamlandığını, ulusal bağımsızlığın olmazsa olmazı, Kurtuluş Savaşı ile aldığı dersin acısını çıkarma, tekrar Sevr günlerine dönme hülyalısı “batının” büyük devletleri destekli ittifak -yerli-yabancı sermaye kesimi, din tacirleri, Zübük’ler, toprak ağaları, Tanzimat Aydınları-, Atatürk’ün vefatı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda olduğu gibi bir kez daha uygun ortamın oluştuğunu düşünüyorlar.
Devrimcilik ve Devletçilik ilkelerinin, “demokratikleşme” ve “çağa ayak uyma” adı altında sessizce yok edildiği, devlet yönetiminin çok partili rejim adı altında söz konusu Cumhuriyet devrimleri karşıtı koalisyona devredildiği Atatürk’ün vefatı sonrası yıllarda, 1960 Anayasası hazırlama sürecinde ya da Fethullah Gülen’in, “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” diyerek en büyük destekçisi olduğu yetmez ama evet sloganlı anayasa değişiklik süreçlerinde olduğu gibi, zehirli elmayı şekerle kaplayarak, topluma yutturmayı planlıyorlar.
Hedefledikleri anayasayla, bu gün ortadan kaldırılması planlanan ilkeler, 194o’lı yılların başından itibaren sulandırılmaya, yozlaştırılmaya başlamış, 2002 sonrası güçler ayrılığı ilkesi yok edilerek tamamen savunmasız bırakılmış, bunun sonucu olarak, Anayasaya aykırı olarak çıkarılan yasalarla -4+4+4 yasası, yerel yönetim yasaları, vb- fiilen içini boşaltmış olsalar da, bir türlü toptan kaldırmayı beceremedikleri, ilk üç madde.
Bunu da başarırlarsa, 100 yıldır hayalini kurdukları amaca yani Kurtuluş savaşı ile kurulmuş olan Cumhuriyeti sonlandırma amacına ulaşmış olacaklar.
Günümüz itibarıyla, bu koalisyonun işini kolaylaştıran şey, yazının başında da farklı şekilde söylediğim gibi, CHP içerisinde her dönemde var olan, Cumhuriyet devrimlerinden asla fedakarlık edilmesini kabul etmeyecek ulusal bağımsızlıkçı çizginin, geçmişi çok daha eskiye dayansa da, Baykal sonrası dönemde bütünüyle tasfiye edilmiş olması. CHP’nin batının emperyal güçlerinin -ABD ve AB- istediği çizgiye getirilmiş olması. Daha net ifade edersek, CHP Yönetiminin, Cumhuriyet devrimleri karşıtı bir kliğin, tam işgali altına girmesi.
Durum böyle olunca, bu karşı devrim girişiminin kaderini belirleyecek olan şey de, CHP örgütlerinin, bu büyük yanlışın arkasında durup durmayacaklarına, sahte Atatürkçülük söylemlerine ve Atatürk’ün partisi olma söylemlerine daha ne kadar kanacaklarına ya da maalesef örnek aldıkları ve aynen uyguladıkları AKP belediyeciliğine benzer şekilde, belediyelerdeki rant dağıtımı yoluyla “ikna edilip, edilemeyeceklerine” bağlı.
Ahmet Müfit