Lozan’dan Montrö’ye Boğazlar

ÖZET

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile Boğazlar düşmandan temizlenmiş, İstanbul ve Boğazlar kurtarılmıştı. Ancak sözleşmede alınan kararlara bakıldığında boğazlardaki Türk egemenliği konusunda iki önemli nokta dikkat çekici nitelikteydi. Boğazlar askersiz hale getirilmiş, dolayısıyla Türkiye’nin Boğazlarda asker bulundurmaması durumu ortaya çıkmıştı. Bir diğer önemli nokta ise Boğazların yönetiminin, başkanlığını Türkiye’nin yapacağı bir komisyona bırakılmasıydı. Bir komisyonun varlığı, birden fazla devletin boğazların yönetiminde söz söyleme hakkına sahip olduğunu gösteriyordu. Boğazlar üzerinde Türkiye’nin egemenlik haklarını sınırlayan bu kararların alınması tarihsel süreçte Türkiye’yi Montrö Boğazlar Sözleşmesine giden yolda, boğazların egemenliğine ilişkin bazı girişimlerde bulunmasına sebep olmuştur.

Çalışmada, Lozan’dan Montrö’ye giden tarihsel süreçte boğazlarda tam egemenliğin sağlanması konusundaki girişimler, girişimlerin nasıl sonuçlandığı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile boğazlarla ilgili hangi kararların alındığı konuları ele alınarak değerlendirilecektir.

Anahtar Sözcükler: Lozan Antlaşması, Boğazlar, Montrö Boğazlar Sözleşmesi

GİRİŞ

Lozan Antlaşması, Türkiye’nin Mondros ve Sevr ile elinden alınmak istenen topraklarını ve bu topraklar üzerindeki Türk ulusunun bağımsızlığını geri getiren antlaşmadır. Ulusal bağımsızlık mücadelesinden galip çıkan Türk Devleti işgalci devletlere Misak-ı Millîyi ve istiklalini kabul ettirmiş, bunu da Lozan’da tüm dünya devletlerine onaylatmıştı (Aybars, 2008: 354). Lozan Antlaşmasıyla, cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye, Atatürk’ün “yurtta barış dünyada barış” ilkesine dayanan barışçı bir dış politika izlemiştir. Böyle bir politikanın uygulanması Türkiye’ye olumlu bir uluslararası durum sağlamıştır (Sander, 2013: 76). Türkiye ile Batılı Devletler arasında yaşanan olayların hesaplaşması niteliğindeki antlaşma siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlardaki pek çok konuyu kapsayacak şekilde düzenlenmişti. Antlaşmada ele alınan konular içerisinde Boğazlar meselesi de yer almaktaydı. Boğazlar meselesi devletler hukukunda Boğazlara uygulanan kurallar itibariyle üç devreye ayrılıyordu. Devletçe kapalılık, mukaveleli kapalılık, sınırlı açıklık (Akşin, 1991: 277). Boğazlar üzerindeki mutlak egemenlik hakkının ilk kez sınırlandırılması 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile olmuş, 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile de boğazlar tarihinde olumsuz bir gelişme yaşanmıştı. Yapılan sözleşmeye göre boğazlar Osmanlı egemenliğinden çıkmış, uluslararası bir statüye bağlanmıştı. Sevr Antlaşması ile de boğazlarla ilgili düzenlemenin boğazlar komisyonun tarafından yerine getirileceği kararı alınmıştı. Lozan Konferansı’nda Boğazlara ait üç farklı görüş ise şöyleydi:

A. Müttefik devletlerin görüşü: Boğazların hem ticaret hem harp gemileri için mutlak olarak açık olması, boğazların iki yakasının askerden sıyrılması ve uluslararası bir komisyonun bu işi idare ve kontrol etmesi,

B. Rusya’nın görüşü: Boğazların sadece ticaret gemilerine açık olması, Karadeniz’e kıyısı olan devletlere boğazların kapalı olması,

C. Türkiye’nin görüşü: Misak-ı Millînin 4. Maddesinde belirtildiği üzere Boğazların, İstanbul ve Marmara’nın güvenliği şartıyla dünya ticaretine ve milletlerarası ulaştırmaya açık bulundurulması (Akşin, 1991: 278).

Görüşlere bakıldığında müttefik devletlerin görüşlerinin Türk ve Rus heyetlerinin görüşleriyle çatıştığını söyleyebiliriz. Dünyanın en büyük deniz devleti İngiltere için elbette boğazlar çok önemliydi. Rusya ise öteden beri İngiltere için boğazları tehdit eden bir düşman olarak görülmekteydi. İngiliz heyeti ile Türk heyeti arasındaki ilk çatışma usul konusu üzerine olmuştur. İngiliz heyetinin planına göre öncelikle Türk heyeti görüşlerini bildirecek daha sonra diğer heyetler görüşlerini açıklayacaklardı. Açıklanan Türk planına göre öncelik, müttefiklerin açıklamalarına verilmesi yönündeydi. Böyle bir yol izlenmesinin nedeni çok açıktı. Boğazlar Türk topraklarıydı ve bu durum Türk tarafının hakkı ve çıkarları gereğiydi.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın boğazlar konusu ile ilgili alınan kararlara göre, boğazların her iki kıyısı askersiz hale getirilecek, bir savaş tehlikesi veya Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi halinde silahlandırılabilecek. Ayrıca Türkiye’nin tarafsız olduğu bir savaşta Karadeniz’e geçecek gemilere hem sayı hem de tonaj bakımından sınırlamalar getirilecekti (Turan, Safran, Hayta, Çakmak, Dönmez, Şahin, 2011: 170). Barış zamanında boğazlardan geçiş serbest olacaktı. Eğer Türkiye’nin tarafsız olduğu bir savaş durumu olursa geçişler yine serbest olacaktı. Türkiye savaşa girmiş ise tarafsız gemilere ve uçaklara, düşmana yardım etmemek koşulu ile geçiş serbestliği verilecekti (Yalçın, Akbıyık, Akbulut, Balcıoğlu, Köstüklü, Süslü, Turan, Eraslan, Tural, 2004: 385). Antlaşmanın boğazlar üzerindeki Türk egemenliğini zedeleyen en dikkat çekici maddesi ise, Boğazların Milletler Cemiyetinin denetimindeki bir komisyon tarafından idare edilecek olmasıydı. Kurulan komisyon her yıl boğazlardan geçecek savaş gemileriyle ilgili olarak da Milletler Cemiyetine bilgi verecekti. Önemli bir siyasal konu kapsamında yer alan boğazlar meselesi Lozan Antlaşması’nda şiddetli tartışmalara yol açmıştı. Dolayısıyla sorun geçici bir çözüme bağlanmıştı. Boğazların askersizleştirilmesi Türkiye için hiç doyurucu bir çözüm olmamıştı. Konu daha sonra İsviçre’deki Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde ele alınarak 1936 yılında çözüme kavuşturuldu. Bu sözleşme ile Türkiye boğazlara egemen oldu (Akşin, 2020: 137).

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne Giden Tarihsel Süreç

Avrupa devletleri arasında başlayan siyasi gerginlikler Türkiye’nin boğazlar ile ilgili Lozan’da alınan kararları tekrar gündeme getirmesi konusunda önemli fırsatlar olarak değerlendirilmiştir. 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesine giden tarihsel süreçte antlaşmaya temel teşkil eden boğazların mevcut durumunu değiştirme isteği ilk olarak 24 Mart 1933 tarihli Silahların Azaltılması ve Silahsızlandırılması Konferansı’nda gündeme gelmiştir (Uçarol, 1985: 582). Ancak konferanstan istenilen sonuç elde edilememiştir. 23 Mayıs 1933 tarihli Milletler Cemiyeti Kurulu özel oturumunda da Türk tarafı Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi gerekliliğini dile getirmiş, ancak bu istek benimsenmemiştir. 1935 yılı Avrupa buhranının vahamete doğru gidişinin belirtileri ile doluydu. Almanya’nın Versay Antlaşması hükümlerine uymaması, 1919 antlaşmalarına rağmen silahlanma kararını alması (Akşin, 1991: 225), İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ve 12 Adayı silahlandırması, Almanya’nın Ren Bölgesini işgali yani bölgeye asker çıkarması Lozan’ın boğazlar maddesini görüşmek üzere Türkiye’ye aradığı fırsatı vermesi konusunda yaşanan önemli gelişmelerdi. Türkiye Avrupa’nın bu karışık ortamından istifade etme yoluna giderek boğazlar sözleşmesinin tekrar ele alınması isteğini gündeme getirdi (Jivkova, 1978: 90) 1935 yılında konuyu ilk olarak Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götüren Türkiye, daha sonra Milletler Cemiyeti Kurulu’na başvurdu. Avrupa’nın değişen dengelerini öne sürerek Lozan Antlaşması’nın boğazlar ile ilgili alınan kararlarının değiştirilmesini istedi. Avrupa’da olası bir savaş durumunun söz konusu olması ve izlenen barışçı dış politika Türkiye’nin işini kolaylaştıran ve onu güçlü kılan nedenlerdi. O tarihlerde Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkileri içinde olan Türkiye imzaladığı Balkan Paktı ile de Balkan Devletleriyle ortak hareket eden bir devlet konumundaydı. Fransa’nın da Sovyet Rusya ile ilişkileri gayet iyiydi. İngiltere’de, İtalya’nın Akdeniz’deki yayılmacı politikasına karşı Türk yanlısı bir tavır sergilemek zorundaydı. Japonya ise Asya’daki yayılmacı politikası nedeniyle Avrupa’da olup bitenlere karşı gayet ilgisizdi. Türkiye böyle bir ortamda 11 Nisan 1936 tarihinde Lozan Konferansı’na katılmış tüm ülkelere ve Milletler Cemiyeti’ne yeni bir boğazlar rejimi için konferans toplanması isteğinde bulunmuştu. Bu isteğe ilişkin de bir nota yayınladı. Notada özetle şu maddeler yer alıyordu:

1) Lozan Boğazlar rejiminin kabulünden bu yana Karadeniz’de durum tamamen değişmiş ve Akdeniz’de de bir kararsızlık belirmiştir. Deniz silah ve gemileri ile hava sahasında bu süre zarfında çok gelişme yaşanmış ve silahlanma hızla artmıştır.

2) Kolektif güvenlik sistemi artık işlemez hâle geldiği için Türkiye’nin güvenliği açısından Boğazlar bölgesi üzerindeki egemenliğinin etkili, işlevsel ve pratik bir garanti içermesi gerekir.

3) Boğazlar Sözleşmesi, sadece barış ve savaş durumunda uygulanabilecek hükümler içermekte, oysa Türkiye’ye yasal savunma hakkı da tanıyacak olan “pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi” durumuna ilişkin hükümler de içermelidir.

4) Lozan’a imzacı ülkelerin inisiyatifinden bağımsızca beliren koşullar, iyi niyetle oluşan anlaşma hükümlerini işlevsiz hâle sokmuştur (Kılıç, 2012: .2)

Yayınlanan notaya karşı Sovyetler Birliği’nin tutumu olumlu olmuş, boğazların silahlandırılması ve güvenliğin sağlanması talebi, kendi lehlerine bir değişiklik yapılabileceği düşüncesiyle kabul görmüştü. İngiltere’den de olumlu bir yanıt gelmiş, İngiltere Akdeniz’deki İtalya tehlikesine karşı kendi çıkarları doğrultusunda boğazlardaki Türk egemenliğinin sağlanması düşüncesine yakın durmuştu. Ayrıca Türkiye’nin antlaşmayı gözden geçirme isteğini de memnuniyetle karşılamıştı. Fransa ise Sovyetler Birliği ile ters düşmemek adına Türkiye’nin isteğine olumlu cevap vermişti (Gönlübol, Sar, 1987: 122).

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Önemi

Boğazlar sorununun Lozan’daki çözüm şeklinin Türkiye tarafından kabulü mümkün değildi. 1935 yılının sonlarına doğru dünyadaki siyasal durumda oldukça tehlikeli bir yola girmişti. İtalya’nın Akdeniz üzerindeki istekleri, Marmara Denizinde görülen kimliği belirsiz denizaltılar Türkiye’nin kaygılarını iyice arttırıyordu. Böyle bir durumda boğazların savunulması gerekiyordu. İtalya ile Almanya’nın tutumları, İngiliz ve Fransızları Türkiye’nin yanında yer almalarına sebep oluyordu (Mumcu, 1997: 306). Sonuç olarak İtalya dışında Lozan’ın imzacı devletleri boğazlar sorununu tekrar görüşmeye razı oldular. İsviçre’nin Montrö kentinde açılan Boğazlar Konferansı’nda bundan on iki yıl önce boğazları askerlik dışı eden hükümler görüşülmek üzere toplandı (Akşin, 1991: 293). Öncelikle Atatürk Türkiye’sinin milletlerarası antlaşmalara son derece saygı göstererek, Lozan’ın imzacı tüm devletlerini ikna etmeyi başarması önemli bir konuydu. Kaldı ki Atatürk dönemi dış politikasının temeli yurtta ve dünyada barış ilkesine dayanıyordu. Türkiye tüm dünya devletleri ile dostluk ilişkileri kurmuştu. Nitekim, katıldığımız uluslararası kurul ve antlaşmalar barışı sağlamaktan başka amaçlar taşımıyordu. Akvam Cemiyeti, Balkan Paktı bunlara birer örnekti. 22 Haziran 1936 tarihinde Paris’te “Le Temps” Gazetesi konuya dair şöyle bir yazıya ver vermişti:

İyi teşkilatlanmış, kendi menfaatlerini kendi vasıtalarıyla korumasını bilen ve milletlerarası meselelerde ve barışın korunulması işlerinde büyük bir iyi niyet ve geniş anlayış sahibi olduğunu göstermiş olan Türkiye, Lozan Antlaşması ile doğan boğazlar düzeninin bugünkü şartlar altında devam edemeyeceğini bildirmiştir (Akşin, 1991: 294)

Yayınlanan bu haber, Türkiye açısından oldukça sevindirici bir haberdi. Konferansa İtalya’nın dışında Fransa, İngiltere, Yunanistan, Japonya, Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Yugoslavya Romanya ve Japonya katıldı. Türk Temsilci heyetinin başkanlığını yapan Tevfik Rüştü Aras’ın yanında Numan Menemencioğlu, hukuk müşaviri Ziyaeddin Kızıltan ve büyükelçi Suat Davas yer almıştı. Türk tezi Menemencioğlu tarafından ifade edildi. Boğazlar bölgesinin silahlandırılması ve boğazlar komisyonunu kaldırılması esasına dayanan Türk tezine karşılık İngiltere ve Sovyet Rusya’da birer tez sundular. Boğazların silahlandırılması konusunda görüş birliğine varıldı. Boğazlar komisyonunun görevlerinin Türk Hükümetine bırakılması konusunda da bir süre sonra anlaşmaya varıldı. Sovyetler, Türkiye’nin boğazları silahlandırmasını kabul etmişti. Bunun yanında Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlere ait savaş gemilerinin Karadeniz’e girişinin yasaklanmasını istemişti. Öte yandan İngiltere tonaj sınırlamasını tüm devletler için istemişti. Konferansın tartışılan iki farklı görüşü bu olmuştu. Bu durum karşısında Türkiye uzlaşmacı bir tavır sergilemiş, hatta bir uzlaşma zemini bulabilme amacıyla çalışmalara ara verilmişti. Böyle bir ortamda Türk heyetinin tavrı, Sovyet dostluğunun bozulmaması ve elbette Türkiye’nin güvenliğine ve milli çıkarlarına uygun bir tutum sergilemek olmuştu (Soysal, 2000; 502). İki ay kadar süren görüşmeler neticesinde 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö Sözleşmesi ile, boğazlarda asker bulundurma ve boğazları silahlandırma konusunda Türk tarafının istediği değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Boğazlar komisyonu kaldırılmış ve bölgenin güvenliği de Türkiye’ye bırakılmıştır. Sözleşmenin bu şekilde imzalanmasında Türk heyetinin anlayışı göz ardı edilmemelidir. Dönemin başbakanı İsmet İnönü 1 Ağustos 1936 tarihinde mecliste verdiği bir demeçte sözleşmenin anlamını ve önemini şöyle dile getirmiştir:

Bugün Türk tarihinde ve siyaset tarihinde mühim bir eseri tamamladınız. Büyük Millet Meclisi büyük Türk Milleti’ne karşı deruhte ettiği ağır vazifelerden bir mühimini muvaffakiyetle bitirmiş olduğu için iftihar edebilir. Arkadaşlar, yeni Boğazlar Mukavelesi Türkiye’nin emniyetini ve hakimiyetini milletlerarasında teyid eden güzel bir vesikadır. Dr. Aras bu vesika ile yalnız Türkiye’nin emniyeti için güzel bir hizmet ifa etmekle kalmadı, uluslararası barış davasının yorulmaz bir yolcusu olduğunu bir kere daha ispat etti……….. Boğazlar Konferansı’ndan memnunlukla çıkışımızın bir mühim sebebi de alakadarların hepsinin de memnun çıkmış olmasıdır. İştirak edenlerin hepsi anlaşmayı imza ettiler. Bu meyanda 1923 Mukevelenamesi’ni iyi kabul etmemiş olan dostumuz Sovyetler de bizimle imzaladılar. Ve size memnunlukla haber veririm ki şu anda Sovyetler Birliği’nde dahi Boğazlar Mukavelesi tasdik edilmiş bulunuyor….. (Akşin, 1991: 300 – 301).

Boğazlarla ilgili yapılan yeni düzenlemede Türkiye Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi uyarınca boğazlarda kurulan ve güvenliği ile egemenliğini sınırlayan boğazlar statüsünü dönemin değişen güçler dengesinden çok iyi yararlanarak, lehine çevirmiştir. Bununla boğazlar üzerindeki egemenlik haklarına yeniden kavuşmuş, aynı zamanda güvenliği ve geleceği açısından önemli bir sorununu çetin bir diplomasi mücadelesiyle barışçı yollarla çözmüştür (Uçarol, 2020: 765).

Sonuç ve Değerlendirme

Lozan Antlaşması sadece 1914 – 1918 savaşının sonunda bir yandan Türkiye ile düşmanları olan İtilaf Devletleri ve öte yandan, 1919 ile 1922 Ağustos Zaferi’ne kadar kendisiyle savaşmış Yunanistan arasında yapılan bir antlaşma olarak kalmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun başlıca varisi olan Türkiye ile Batı devletleri arasında yüzyıllardan beri süren açık veya kapalı düşmanlık dönemi hesaplarının kesin olarak kapatılması ve Türkiye’nin medeni milletler arasında yerini aldığını gösteren bir antlaşma olmuştur. Boğazlar hiç şüphe yoktur ki, her yönden Türkiye için hayati önem taşımaktaydı. Bu yüzden statüleriyle ilgili en küçük bir olumsuzluk Türkiye’yi büyük sıkıntılar içine sokabilirdi. Böyle bir gerçekten hareketle Lozan’da boğazlar ile ilgili alınan kararların Türkiye’yi tam yetkili kılmadığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin bağımsızlık anlayışı ile bağdaşmayan kararlar Misak- ı Milliye de uymuyordu. Çünkü imzalanan bu sözleşmeyle boğazlar asker ve silahtan arındırılıyor, hem de boğazlardan geçişi kontrol etmek, geçişlerle ilgili olarak Milletler Cemiyetine bilgi vermekle yetkili bir komisyon kuruluyordu. İmzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile komisyon kaldırılmış, Türkiye’ye boğazlarda asker ve silah bulundurma hakkı tanınmıştı. Böylece Türkiye’nin kısıtlı hakları da iade edilmiş oluyordu. Boğazların statüsünün değişmesi ve boğazlar üzerinde Türk hakimiyetinin kurulması uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin prestijini arttıran bir durum olarak değerlendirilmelidir. Montrö Sözleşmesi ile Lozan’da boğazlara konan tüm sınırlamalar kaldırılmıştı. Türkiye’nin bölgedeki tam egemenliği yani bölgenin savunma hakkı kesin olarak Türklere geçmişti. Öte yandan, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinde de yeni bir dönem başlamıştı. Sözleşmenin süresi dolduğu halde taraflardan hiçbiri bir değişiklik önerisinde bulunmamıştır. Sözleşme günümüzde halen geçerlidir. İmzalanan bu sözleşme ile boğazlara tekrar kesin olarak sahip çıkılmıştır.

Kaynakça

Akşin, A. (1991). Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK Basımevi, Ankara.

Akşin, S. (2020). Kısa 20.Yüzyıl Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, VII. Basım, İstanbul.

Aybars, E. (2008). Türkiye Cumhuriyeti Tarihi- 1 (Kuruluş), Zeus Yayınları, 4. Basım, İzmir.

Gönlübol M., ve Sar C. (1987). Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Matbaası C. I, VI. Baskı, Ankara.

Jivkova L. (1978). İngiliz-Türk İlişkileri (1933-1939), Habora Kitabevi Yayınları, (Çev: F.Muharrem – F. Erdinç), İstanbul.

Kılıç, S. (2012). “Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile ilgili Almanya’nın Görüş ve İtirazları (1936-1941)”, Akademik Bakış Dergisi, 33.

Mumcu, A. (1997). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi – I, Anadolu Üniversitesi yayınları, Eskişehir.

Sander, O. (2013). Türkiye’nin Dış Politikası, İmge Kitapevi, 4. Basım, Ankara.

Soysal, İ. (2000). Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), TTK Basımevi, C.1, Ankara.

Turan, R., Safran, M., Hayta, N., Çakmak, M.A., Dönmez, C., Şahin, M., (2011). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Okutman Yayıncılık, 18.Baskı, Ankara.

Uçarol R. (1985). Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul.

Uçarol, R. (2010) Siyasi Tarih (1789 – 2010), Der Yayınları, 8. Baskı, İstanbul.

Yalçın, D., Akbıyık, Y., Akbulut, D.A., Balcıoğlu, M., Köstüklü N., Süslü, A., Turan,. Eraslan, C., Tural, M.A. (2004). Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Atatürk Araştırma Merkezi, Divan Yayıncılık, Ankara.

.

Bunları da sevebilirsiniz