Dengeler, Dengesizlikler ve Farklı Aktörler

Dünya tek kutuplu olmaktan çıkalı epey oldu.

Büyük güç mücadelesi şu an iki kutuplu gibi görünüyor: ABD, Rusya ve Çin.

Ancak durum bu kadar basit değil.

İngiltere, İran, İsrail, Brezilya, Avustralya, Hindistan, Polonya, Endonezya, Güney Afrika, Sahil ülkeleri, Japonya. Kuzey Kore, Mısır ve Türkiye gibi pek çok orta ölçekli aktör de gelişmelere yön verebiliyor.

Hatta, her ne kadar ABD ve NATO vassalı olsa da potansiyel olarak AB’yi bile çemberin içine alabiliriz.

Meseleyi şöyle özetleyebiliriz: ABD, müttefikleri (vassallarıyla) ile birlikte birincil Çin ve ikincil Rusya olan rakiplerinin bulunduğu Avrasya’yı çevrelemeye çalışıyor.

Klasik jeopolitik doktrini olan Kalpgahı kontrol altında tutmak istiyor.

Bunun için önce Ukrayna’yı cepheye sürdü.

Savaşın ikinci yıldönümü dolarken Ukrayna üzerinden Rusya ile savaşan ABD ve NATO, sahadaki yenilgiyi kabullenmeye hazır görünmüyor.

Avrupa’daki NATO vassalları üzerinden savaşı sürdürmeye niyetli.

İngiltere de elinden geleni ardına koymuyor; askeri açıdan rezalet olsalar da fitne fücur olarak eski formlarını koruyorlar.

Karadeniz’i karıştırmak için Türkiye’ye Montrö baskıları, Romanya ve Moldova üzerinden Transdinyester’de yeni bir Rus cephesi açma girişimi ve Baltıklarda yeni provokasyonlar için çalışıyorlar.

ABD ise Rusya’yı Kafkaslar’da sıkıştırmak için Ermenistan’ı, İsrail ise İran’ı sıkıştırmak için Azerbaycan’ı kullanmak istiyor.

Victoria Nuland’ın Ankara ziyareti sonrası Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarının İran’a da yansıyacak şekilde alevlenmesi mümkün.

ABD, yenilgiyi kabullenmeye hazır değil demiştim ya, Ukrayna’da bitik ordu ve cephane yüzünden tasfiye edilen Genelkurmay Başkanı Zalujni bunun göstergesi.

Yerine gelen Sırskiy, Donbass’ta sivilleri bombalayarak savaşıyor görüntüsü veriyor.

Halbuki en kritik cephe olan Avdiivka düştü ve Rus ordusunun önünde Kiev ve Odessa için pek fazla engel kalmadı.

34 trilyon dolar borcu ile topal hegemon, bunak başkanıyla kuyruğu dik tutmaya çalışıyor.

En azından ABD seçimleri bitene kadar Ukrayna savaşı böyle gider.

Öte yandan ABD asıl rakibi Çin’e karşı da Tayvan’ın yanı sıra Filipinler, Güney Kore, Avustralya ve Japonya’yı öne sürmeye çalışıyor.

Avrupa’daki NATO işini kolaylaştırıyordu, Asya’da ise olay o kadar basit değil.

Dedim ya dünya artık çok kutuplu.

Eşkiya dünyaya hükümdar olunamıyor.

Bu geçiş aşamasında asıl “siyah kuğu” olayı 7 Ekim 2023’teki Hamas’ın ani baskını oldu.

Bunun gerçek failinin kim olduğunu henüz kesinleştiremesek de, olağan şüphelimiz faşist hükümetin başındaki Netanyahu ile ortakları.

Çünkü olay akabinde Gazze’nin soykırım yoluyla “etnik temizlenmesi” ve işgaline vardı.

Netanyahu’nun ikinci emeli ise ABD’yi, kendi ezeli düşmanı İran’a ve onun etkisindeki direniş eksenine saldırtmaktı.

ABD’deki neocon, straussien ve evanjelist oligarşi ve elitler de Netanyahu’yu destekleyecekti.

Fakat işin öteki boyutunda ise Rusya ve Çin liderliğindeki dünyanın geri kalanlarının (BRICS 10 ve diğerleri) bu çatışmadan nemalanacak olmasıydı.

Rusya’nın Ukrayna ile yıpratılma savaşı gibi, Gazze’den başlayan savaş potansiyel olarak ABD, İsrail ve İngiltere’nin yıpranmasına evrilecektir.

ABD’nin Asya Pasifik’te Çin’e karşı yaptığı planlar, donanması bile olmayan Yemenli Ensarallah’ın Bab El Mendep’i kapatmasıyla en azından geciktirilmiş oldu.

Henüz İran ve Hizbullah’ı bile sahada görmeden Irak ve Suriye’deki direniş ekseni ABD’yi bölgeden çıkarmak için etkili saldırılar yaptı.

Kimse kendini kandırmasın ABD, müzakereden değil, kaba güçten anlar.

Şu anki tehlikeli küresel dengesizlik durumu mutlaka kaba gücün (de) etkili olacağı bir süreç sonrası yeni denge durumuna ulaşacaktır.

TÜRKİYE’NİN DURUMU

Türkiye ise çökmüş ekonomisi yüzünden yeni bir düyunu umumiye dönemine girerek jeopolitik açıklar veriyor.

Topal Hegemon ise bu fırsatı kaçırmak istemiyor.

Ankara, Yunanistan ile sahte bir bahar yaşarken, Doğu Akdeniz’deki iddialarından vazgeçmiş pasif bir görüntü sergilerken, Kıbrıs’ta tavizkar bir havaya bürünürken bir anda Somali ile bir savunma işbirliği anlaşması ortaya çıktı.

Haberlere göre, Somali’nin deniz gücünü kuracak olan Türkiye, Afrika boynuzu ülkesinin deniz yetki alanlarını koruyacak ve bunun karşılığında denizlerden sağlanacak gelirin yüzde 30’unu alacaktı.

İlk başta Türkiye’nin Afrika açılımının stratejik bir ayağı gibi gözükse de anlaşmanın arka planı tuzaklarla dolu.

Birincisi Etiyopya’nın Somali ile bir bağımsız ama tanınmayan Somaliland meselesi bulunması.

Etiyopya’nın bu sene başından itibaren BRICS 10 üyesi olduğunu hatırlatırsak, Türkiye’nin Somali’de BRICS karşıtı ABD ile birlikte hareket ettiğini varsayabiliriz.

Zaten kendi sularında aktif olmadan savaşın (fiili olarak Yemen-ABD) hüküm sürdüğü açık denizlerde Türk donanması riske edilecektir.

Türkiye, daha kendi topraklarını yasadışı göç ve maden yağmasından koruyamazken Somali gibi darmadağınık bir ülkenin sularına ve hatta topraklarına nasıl sahip çıkacaktır?

En önce barışılması gereken Suriye ile anlaşmadan Mısır’la başlayan barışma süreci de bu meyanda dikkat çekici.

Görünürde mesele, Libya’da ve ileride Gazze’deki yeniden yapılanma sürecine dahil olmak gibi gözükse de, Blinken ve Nuland’ın ziyaretleri sonrası yaşananlar her şeye kuşkuyla bakmamıza yol açıyor.

Acaba asıl mesele, İsrail tarafından etnik temizlik ile kovulan Gazzelilerin Türkiye’ye gönderilmesi ve Sina çölünde yerleşimlerin yapılması olabilir mi?

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi sonrası Türkiye’ye akan Afgan göçleri bize bu ihtimali hatırlatıyor.

Suriye zaten malumumuz, Esad’ın kazandığı belli olunca muhaliflerin hepsi bizim başımıza kaldı.

Şimdi bunlar, muhtemelen seçimden sonra yeni bir anayasa ile millet değilse de ümmet yapılarak entegre edilmeye çalışılacak.

Afrika’dan ve özellikle de Somali’den gelen mültecileri de düşünürsek Türkiye’nin, gıda enflasyonunda, ithal çöpte, maden yağmasında ve kaçak göçmende açık ara dünya birincisi olması şaşırtıcı değil.

Denge” diye yutturulan politikalar sonunda korkunç bir dengesizliğe varıyor.

Normalde Türkiye’nin çoktan BRICS üyesi olması ve Avrupa ile gümrük birliği konusunda yeniden masaya oturması gerekirdi.

Ama bu NATO denilen illet kılcal damarlara, beynin nöronlarına kadar sızmış, adeta bir Vertigo yaratmış durumda.

Türkiye, ABD ile ne zaman yakınlaşsa başına türlü türlü işler açılıyor.

Şimdi de o zamanlardan birindeyiz.

Bunları da sevebilirsiniz