“Kiralık Konak” ve Zamanın Harcadıkları

Roman sanatının en önemli “tema”sı değişimdir. Zaten roman, her yeni şey gibi, bir şeye dayanmaktadır, o şey de değişimdir. Roman ayrıca bir değişimin ortaya çıkardığı bir edebi türdür. Ve her değişim de, gelen bir yeninin ürünüdür. Tarih sahnesinde yerini alan yeni bir sınıftan söz etmek istediğimiz herhalde anlaşılmıştır. Yeni sınıf, ekonomik, felsefi, siyasal, kültürel, sanatsal, akımsal, ideolojik, ahlaki, duygusal, üretimsel, teknolojik, askersel vb. alanlardaki devrimlerini birbirleriyle bağıntılı olarak örmüştür. Bu öyle bir örgüdür ki, bir sepetin içine aldığı şeyler kadar önemli olan, sepetin sapıdır. Bütün içindekiler sepetin sapına bağımlıdır. Sepetin sapını kim tutuyor ve nereye götürüyorsa içindekilerin hepsi aynı yere gidecektir.

Devrimlerin kimisi, devrim olarak anılmayacak ve adlandırılmayacak, ancak sadece değişim olarak bir sınıflama içinde bırakılacaktır. Onun değişimi, bunun değişimi. Bunun nedeni, devrim sözcüğüne dar anlamda bir kavram yakıştırılmış olmasındandır.

Değişimin zamanla ilişkisi ise değişimlerin süreçler halinde olmasındandır. Örneğin, herkesin devrim sözcüğünde genel kabulü olan Büyük Fransız İhtilali, bir günün (14 Temmuz), bir yılın (1789), bir dönemin olayı değildir. Herkes, Büyük Fransız İhtilalinin ekonomik, düşünsel, siyasal vb. süreçlerden –en azından– ne kadar zamana malolarak geçtiğini bilir. Altında felsefe vardır, Aydınlanma vardır ve vardır da vardır. Ve gene herkes, “İhtilal”in, gerek Fransa’da, gerek Fransa dışında ne kadar sürdüğünü (ya da sürmediğini), ne sürece etkili olduğunu, nasıl zamana yayıldığını görmektedir.

Gene değişim ve süreçler açısından bakarsak, zaman boyutunu en iyi yansıtan ilk sanatın roman sanatı olduğunu farkederiz. Bir kişinin, bir sınıfın, bir toplumun, bir anlayışın değişimi en somut olarak roman sanatında yapılabildiği için “roman”, devrimin, yeniliğin, yeni dönemin, yeni toplumun, yeni değişimin sanatıdır. Kişilerin, yönetimlerin, sınıfların, siyasal yapıların, toplumların ve anlayışların değişimi ve yer değiştirmesi romanların konusu olabildiği için “roman” anlamlıdır, ve başka sanatlardan farklıdır.

Osmanlı devleti ve toplumu 19. yüzyıldan başlayarak değişimlerin içine girdi. Tarihe fazla girmeden de Osmanlı’nın yüzyılın son çevreğinde siyasal bir devrim yaşadığını ezberlemişizdir, I. Meşrutiyet (1876). Bu arada, ülkesine yabancılaşan yöneticiler, halkından kopan aydınlar, başka toplumlara özenmenin ve o toplumların insanlarını taklit etmenin çukurunda debelenen üst sınıflar değişim konularıdır. Ki bu bağımlılık, taklitçilik anlayışlarına sonradan Tanzimat “kafası” denecektir.

Ama aynı zamanda bunlara tepki göstererek bir değişim geçiren “yeni” insanlar olacak (“Yeni Osmanlılar”), Avrupa’daki yeni ve “genç” insanlardan etkilenen mücadeleciler ortaya çıkacaktır (“Jön Türkler”).

Büyük Devletlere boyun eğme ve buna karşı çıkış süreçlerinin, roman sanatının Osmanlı dünyasında yeşermesiyle aynı dönemde olması bir rastlantı değildir. Bu topraklarda “Yeni”, roman sanatına ‘buyur, gel’ çağrısı yapmıştır. Ayrıca değişim-roman ilişkisini kanıtlamak istercesine Türkiye’de roman sanatının başlangıcı da zaten bu tarihi dönemde olacaktır. Türkiye’deki büyük değişim ve dönüşüm süreci roman türünün ortaya çıkmasıyla çakışmıştır. Bu eşzamanlılık, toplumsal gelişmenin toplumun bilincine çıkmasına ve hız kazanma ivmesinin yükselmesine hizmet edecektir.

20. yüzyıla girdiğimizde devrimlerin hız ve boyut kazandığını görüyoruz. II. Meşrutiyet (1908), Büyük Fransız Devriminin ana fikrini ifade eden sloganı, Liberté, Egalité, Fraternité‘yi (Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik) savunan devrimcilerin siyasal ve ideolojik değişimi ve dönüşümüdür. İktidarı ele geçirmeye bile cüret etmekte, devleti, ülkeyi ve toplumu her şeyiyle değiştirmeye çalışmaktadırlar.

Halk hareketleri yurdun her tarafında İttihat ve Terakki’nin devrimci önderliğini adeta beslemek ister gibidir. Balkanlardan başlayan ve İstanbul’u altüst eden devrimci direniş ve canlanma, kitle mücadeleleriyle bütünleşmiş, birleşmiştir.

Özgürlük vazgeçilmezcesine istenmektedir.

Ortaya vatan çıkmıştır, millet çıkmıştır, milliyetçilik çıkmıştır.

Toplumdaki sınıfsal ilişkiler kendiliğinden ve kendi kurallarınca değişim içindedir.

Büyük Savaş başlamıştır (1914). Eski ilişkiler, eski sınıflar, Eski Rejim çözülürken, zenginliğin kaynakları da değişim geçirmekte, zenginliğe giden yollar çeşitlenmekte, “eski” yollar bir bir kapanmaktadır.

… VE BÜTÜN BUNLARI ANLATAN BİR ROMANIN YAZARI

İşte bu şartlardaki insanları, onların duygularını, düşüncelerini, isteklerinin, yaşayışlarını, ilişkilerini, evlerini, eğlencelerini, alışverişlerini velhasıl her şeylerini anlatan bir dönem romanından söz etmek istiyoruz. Değerli ve önemli bir romandır; değerlidir çünkü edebi düzeyi tartışılmaz, önemlidir çünkü toplumsal değişimi anlaşılırlık bakımından çok keskin bir biçimde anlatmakta, değişen şartlarda insanların da nasıl değişim geçirdiklerini sergilemekte, ve böylece roman sanatının temel gereğini en iyi bir şekilde yerine getirmektedir.

Yazarımız, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur (1889-1974). Otuz bir yaşındayken 1920 yılında yayımlanan Kiralık Konak yazdığı ilk romandır. Ancak bu ilk romanında önemi olan bir yazar olduğu belli olmuş ve zaman içinde daha da önemli olacağı anlaşılmıştır.

Payitaht, “Mütareke İstanbul’u”nu yaşamaktadır. Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçmiştir. Kongreler dönemi Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla sonuçlanmış, ilan edilmemiş Cumhuriyet faaliyete geçmiş, Osmanlı dönemi ve savaş kalıntısı askeri güçleri toparlayıp işgale karşı yönetmeye de başlamıştır.

Yakup Kadri daha önce 1919 yılında başladığı gazete yazarlığında dikkat çektiğinden 1921 yılında Ankara’ya çağrılır. Bu, onun da içine girdiği değişim sürecinin bir sonucu olduğu gibi, bu sürecin büyük bir hız kazanmasına da yol açacaktır.

Ankara’ya katılması ve Cumhuriyet devrimciliğini benimsemesi, hayatının merkezidir artık. Görevler alır, yerine getirir. 1923 sonunda Mardin Milletvekili olarak Meclis’e girer. Ama bir yazar olarak sürekli yazmakta, Nur Baba (1922), Kadınlık ve Kadınlarımız (1923), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934) adlı kitapları yazılmakta ve sırayla yayınlanmaktadır.

1932 yılında Vedat Nedim (Tör), Burhan Asıf (Belge), İsmail Hüsrev (Tökin) ve Şevket Süreyya (Aydemir) adlı dört arkadaşıyla birlikte Kadro dergisini çıkarmaya başlar. Amaçları Cumhuriyet’in iktisadi altyapısının yollarını açmak, toplumsal siyaset ilkelerini belirlemektir. Cumhuriyet’e izler bırakırlar.

Dergi yayımcılığı sona erdiğinde diplomatlık hayatı başlayacak, Tiran, Prag, La Haye ve Bern’de Cumhuriyet’i temsil eden büyükelçi olacaktır.

KİRALIK KONAK VE SAVAŞ DÖNEMİNDE SERGİLENENLER

Roman, İstanbul hayatında eski sınıfların artık sürdürülemez yaşantısını anlatarak başlar (İletişim Yayınları, İstanbul 2005). Sürdürülemezlik, hem ekonomiktir, hem de yeni modalar ve yaşama anlayışları oluşmuş olduğundandır, yani kültüreldir. Boğazın Anadolu yakası geleneksel ve sakin bir bölge olarak küme düşmüştür. Yeni nesiller de, kendilerini yenileyen eski nesiller de hareketli ve eğlenceli tarzlara yakındır.

Yeni” insanın davranışlarını değerlendiren yazar, değişimi bunları yansıtarak gösterir, örneğin, çok kolay ve her şeyden iğrenen insan, Avrupa gezisi meraklıları, gösterişçiler, içi boş sanat düşkünleri vb. bunlardandır.

Bu olumsuz tiplemelerin kaynağında Tanzimat olduğunu belirlemiş olan yazar, bununla kitabı neden yazdığını belli etmiş olduğu gibi, safını da göstermiş olmaktadır. “O kadar necabet ve salâbetle [soyluluk ve sağlamlık] başlayan o büyük Tanzimat cereyanı” (s. 167), bu “yozlaşmış, yabancılaşmış, amaçları olmayan, bencil insanları, dedikoducular”ı yaratmıştır. Bunların arasında “son senelerde türeyen yeni bir kadın neslinin muayyen” örneklerine işaret edilir, toplumumuza yakışmayan hafifliktedirler.

Böylece yazarda tarihsel derinliği ve geniş kavrayışı görüyoruz.

Anlatımda bu olumsuzlara ters yönde değişenlere de rastlanır, örneğin, aklı bir karış havada bir şair bozuntusu genç, savaş gerçeğiyle karşılaştığında duygularından ilgilerine kadar her şeyinin değişmekte olduğunu hayretle görecektir. “Geride kalan âlem”, o “çürümüş, mayasız âlem”, savaş sayesinde bunun bilincine varılması onun kurtuluşuna işaret etmektedir.

Kahkalarla hıçkırıkların karışımıyla gene dönemin bir özelliği ve değişimi gösterilmek amacıyla yanyana getirilir. “Eğlenenler” yanında kahrolanlar da vardır, onlar çaresiz ve umarsızdırlar. Anlatımda ustalık derecesinde böyle çarpıcı ifadeler okuru sürekli kuşatmaktadır.

İnsanlar aşktan, sevgiden koparılmışlar, “modern” hayata ayak uydurmuşlardır.

Değişimin bir yönü, konaklardan, yalılardan apartmanlara geçiştir. Kitaba temel olan bu süreç mekansal boyuttaki çözülüştür. Satılık veya kiralık konaklara alıcı bulmak zordur. Ve bu gösterilmek istenen her şeyi göstermektedir.

Balkan Savaşı, barış, Seferberlik, Çanakkale Savaşı, İstanbul’a gelen yaralılar vb. bu tarihsel sıralama, izleriyle romana geriplan sağlamaktadır.

Yeni kazanç yolları, “vagon ticareti” olarak tabir edilen işleri yapan “harp zenginleri”nden anlaşılmaktadır. “Şeker ticareti”, öğreniyoruz, o dönemde en kârlı olarak yapılan karaborsacılıklardan biriymiş.

Mebuslar-mebusluk, en üst düzeyde itibarlıdır, ve bunu kötüye kullananlar, bundan yararlanmaya çalışanlar ara sıra karşımıza çıkarılır.

İstanbul, elbette Mütareke İstanbul’u değildir, onun öncesidir, çünkü yıl 1915’tir, ancak İstanbul’da müttefiklerimiz olarak Almanlar vardır. “Şarkvari köşeler”de “bağdaş kurup oturmuş Alman zabitleri” de Yakup Kadri’nin gözünden kaçmayacaktır. O günleri yaşayan insanlar demek ki belli ortamlarda hep Almanlara rastlamaktadır. Böylece doğaldır ki Mütareke döneminden bir iki tık aşağıda olarak, işgalci değil “dost” olarak Avrupalılar İstanbul’dadır.

Yakup Kadri’nin inceliğini ve zekasını, savaş vurguncusunun savaş beğenmezliğinde görmekteyiz; “bu harp çok fena bir şey vesselam” (s. 217). Gözden kaçmaması gereken bu belirleme önemli bir kara mizah örneğidir.

Kimi romanların ilk cümleleri önemli ve anlamlıdır, bu yüzden unutulmaz başlangıçlar olurlar. Romanda yazarımız bu ilk cümlesinde açıksözlü bir şekilde ‘bir toplumsal kesimin değişimi anlatılacaktır’ mesajı iletiyor.

Kimi romanların da son cümleleri vurucu, çarpıcıdır, öyle olsun istenmiştir. Kiralık Konak’ta son cümle romanın bir özeti, romanın bir anafikri, romanı yazma nedeninin açıklanması olmuştur. Duyurulması ve böylece etkili olması gereken bir bilgiye karşılık roman “Fakat, Seniha sadece güzel ve süslüydü” diye bitmektedir.

Yani bir tepki yoktur!

Bunları da sevebilirsiniz