Savaş mı Türkiye’ye, Türkiye mi Savaşa Giriyor?

Çok çok uzun yıllar öncesinde koca koca adamlar biliyordum, işini kaybedeceğini, daha doğru bir ifadeyle, kovulacağını bile bile işyerini bırakıp langırt oynamaya giderdi, kahvede oyun oynamak için görev yerinden ayrılırdı. Dükkanını açık bırakarak futbol maçı yapmaya gidenler de vardı. Sonradan dövünürlerdi falan, ama o zamanlar onlara kızmak ya da acımak nedense aklıma gelmezdi, aklım oldukça kısaydı, onların neşeli, rahat ve hoş insanlar olduğu yorumlarını yapıyor olmalıydım. Oysa işin aslı, onların sorumsuz ve biraz da akılsız insanlar olduklarıydı. Anlık hevesleri, ani kararları, kolay kandırılmalarıyla çuval çuval incirleri berbat ediyorlardı. Sonradan düşündüm tabii, kimseye örnek olmamalıydılar. Eğer işinizi gücünüzü bırakıp illa maç yapmak isterseniz, kendinizi mayınlı arazide futbol oynarken bulabilirsiniz gibi bir şey. Yukarıdaki umursamaz, sorumsuz, hesapsız, düşüncesiz ama bütün bunlara rağmen masum oldukları kesin o acınası insanların zararı kendilerineydi. Onların yaptıklarının çok daha büyük boyutluları ülkeler-yönetimler düzeyinde yaşanmaktadır. Dünyayı umursamaz bir çocuksuluğun sorumsuzluğu, insanın özüne ve dar olan en yakın çevresiyle ilişkilerine yöneliktir. Yani “zararı” oldukça dar bir alandadır. Ancak toplumun sorumluluğunu taşıyanların, yönetimlerin, iktidarların, yanlışlık, tutarsızlık ve sorumsuzlukları büyük toplumsal sonuçlara yol açar ve zararların giderilmesi zorlaşır, hatta bazan imkansızlaşır. Türkiye ne yazık ki bu durumdadır. Ülkemiz, sorumsuz ve akılsız yönetimlerin elinde felaketlere giden bir yola girmiştir. Yazı başlığındaki soru, tavuk-yumurta sorusu değildir. Bugünkü durumu değerlendirelim. Eğer sorumlunun aklı olsaydı (kastımız “devlet aklı”dır) savaş Türkiye’ye giremezdi. Hatta, ötesini de söyleyelim, bölgede yayılan ve anafor yapıp herkesi içine çeken bir savaş da olmazdı. Emperyalizmin dolaşıma sokulmuş planları daha başındayken yarı yolda kalırdı. Böyle olmasına rağmen sorunun ikinci kısmı asıl yanıtın sorusudur: Türkiye savaşa girmektedir, Türkiye savaşa girmiştir, Türkiye savaşmaktadır. Aynı akıl yürütmesiyle söyleyelim, eğer biraz aklı olsaydı, Türkiye savaşa girmezdi. Mayın tarlasına maç yapmaya gitmezdi. Şimdi artık sorun, bilerek içine girilmiş bu savaştan çıkmanın yolunu bulmaktır. Hiç değilse sürdürmemenin çaresini üretmektir. BARIŞ MI, SAVAŞ MI? Açılması gerekiyor: Türkiye’nin “aklı”, savaş değil, barıştır. “Yurtta sulh, cihanda sulh”, 20. yüzyıla, Türkiye’ye, Cumhuriyet’e ve devrimimize damgasını vurmuş, vazgeçilmez ve ihmal edilmez olmuştu. Basit, yalın ama dahiyane formülasyon, uygulanmasıyla birlikte uluslararası anlamda da saygı ve hayranlık uyandırmıştı. Cumhuriyet’in kendisinin ve yaşamasının olmazsa olmazıydı. Önemliydi, çok önemliydi! Savaştıklarımızla bile barışmıştık. Barışa hizmet edecek ve eden birlikler, paktlar kurmuştuk. Devlet aklıydı, ama yalnızca devlet aklı değil, devrim ve cumhuriyet aklıydı da. Bu aklın, karşıdevrim ve Cumhuriyet düşmanları elinde anlamlı, değerli ve geçerli olmaması normaldir, olamayacağı zaten düşünülmelidir. Ne ki, Cumhuriyet’in gereğidir, Cumhuriyet’in icadıdır, Cumhuriyet’in söylemidir, Cumhuriyet’e yararlıdır ve Cumhuriyet’in uygulamasıdır; işte Cumhuriyet düşmanları da ona karşıdır! Sonuçta Türkiye’yi bugünlere getirmişlerdir. Bu düşmanlığın altında, Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden olan bağımsızlığın önemli, yararlı ve gerekli görülmemesi yatmaktadır. Hatta tersi doğrudur; onlara göre bağımlılık yararlıdır, bağımlılık gereklidir, bağımlılık iyidir ve bağımlılık mecburiyettir. Milli olmayan sınıfsal çıkarlar bu yöndedir. Bunların sonucu ise emperyalizme teslimiyet ve emperyalizme mahkumiyettir. Batıcıdırlar, emperyalizmin oyuncağıdırlar. O önemli formülasyonun sahibi büyük önder antiemperyalistti. Batının bilim ve devriminden, bilimin ve devrimin Batısından yanaydı; ama sömürgeci ve emperyalist Batıya, Batının sömürgeciliği ve emperyalizmine karşıydı. Her şeyi bu bakış belirliyordu. Onun sonrasındaki iktidar anlayışları önce bunu anlamamış, sonra da bunu çiğnemiştir. Ve gün gelmiş, antiemperyalist bir tutum takınmak gereğini bırakmak yanında, barıştan da vazgeçmişlerdir, savaştan da çekinmesiz olmuşlardır. Bugün Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi tam olarak ihanete uğramıştır.  Bunun yerini, yurtta iç savaş, bölgede durdurulamaz çatışmalar almış, dünya büyük savaşın eşiğine gelmiştir. Yurtta federasyon, güneydoğuda özerklik, komşularda parçalanma, bölgede kaos ve küresel savaş tehlikesi. Başlıktaki sorunun ikinci yanında bağımlılığın getirdiği yükümlülükler vardır. Bağımlıysanız sizden istenilen şeyleri yerine getirmek zorundasınız. Savaşa girin derlerse savaşacaksınız. Cumhuriyet’in temel ilkesi ihlal edilecekmiş, Cumhuriyet düşmanlarının ve karşıdevrimin umurunda mıdır? Cumhuriyet’i yok etmek isteyenler, Cumhuriyet’in kuruluş ilkesini muhafaza mı etmeye çalışacaklardır? Barıştan yana olmanın, barışçı olmanın ve savaşa karşı çıkmanın bekareti Kore Savaşıyla bozulmuştur. Amerika’ya açıldığımız o 50’li yıllarda. Silahlı Kuvvetlerimizin bir tugayını (5 bin kişiden fazla) ABD’nin emrine vermişiz, on binlerce km. uzakta Asya’nın en doğusuna ve dünyanın öbür ucuna götürülmüşüz, orada ülkesini savunan insanlara karşı savaştırılmışız. “Bir kereden bir şey olmaz”ın, “küçük Amerika” olmak istemenin devamı, ABD’nin ülkemize, ülkemizin NATO’ya girmesi, ABD ve NATO’nun elbirliğiyle ordumuzu biçimlendirmeye başlamasıdır. Daha da kötüsü ve devamı, ABD’nin savaşlarının piyonu, Amerika’nın askeri olmaktır. Bırakalım ezilen dünyadan yana olmayı, safımızı değiştirmiş, otuz yıl önce örnek olduğumuz ezilen dünyaya düşman olmuşuz. Bırakalım bütün dünyaya karşı barışı savunmayı, savaşın savunucusu haline gelmişiz. Batının NATO adlı örgütüne hevesle koştuk, alındığımıza ziyadesiyle sevindik; oysa bu NATO, bir savaş örgütüydü. Emperyalizme karşı olmazsanız barışçı olamazsınız, barıştan yana olamazsınız, barışı savunamazsınız. Tersinden söylenmesi daha da doğrudur; emperyalizmden yana ve emperyalizme bağımlı olursanız ve emperyalizm tarafından yönetilir ve yönlendirilirseniz, savaştan kaçınmanız mümkün olmadığı gibi, savaşçı da olursunuz. Milli bir devlet için emperyalizm tarafından savaşa sürülmekten, emperyalist çıkarlar için savaşmaktan daha kötü bir şey olamaz. Varlığınızı, bedeninizi kötülüğe sunmuşsunuzdur. Varınızı yoğunuzu kötüye teslim etmişsinizdir. Şeytanın hizmetindesinizdir. NATO’cu olduktan sonra geldik 20. yüzyılın 80’lerine, 90’larına, Amerikancı faşist darbenin, 12 Eylülcülerin dönemine. Türkiye artık savaşa girmek istemektedir. Daha Özal zamanındaydı, savaşa girerek bir koyup üç-beş alacaktık. RTE, yürütebilseydi ordumuzu Şam’a götürecekti. Hiç sıkılmadan söylemişti, Şam’daki “Emevi Camisinde” namaz kılacaktı! Bugün ise Türkiye, Rus uçağını gereksiz yere düşürmüştür, tabii Türkiye için gereksiz yere. Haklıydık deniyor, kimse inandırılamıyor. “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik” deniyor, Rusya yemiyor. Başka tevil yolları aranıyor, bulunamıyor. Pişman olunmuştur, söylenemiyor. “Suç”, bir pilotun üstüne atılmaya çalışılıyor, olmuyor. Durum allak bullak! Bu işe herkes şaştı! Peki, neden? Rusya ile Türkiye’nin kurduğu sıcak ilişkiler (artan ticaret, sıkılayan ilişkiler, nükleer santral anlaşması, Rusya’dan enerji alıcısı olmak vb.), Atlantik camiasında hoşa gitmemiş olmalıydı. Kendini uyanık zanneden RTE, Batıya karşı Rus kartı mı kullanıyordu ne? Kimse ne olduğunu tam anlayamadı, ama bu işe en çok RTE şaştı! Her şeyin RTE’nin “bilgisi dışında” olduğunu da düşünenler var. 1 Haksız olabilirler mi acaba? Bazı umulmadık gelişmeler, beklenmedik olaylar, hatta bazan rastlantılar ve kazalar, şaşırtıcı olur ama tarihi de hızlandırıverir. Saraybosna’daki suikast, zaten çıkacak olan büyük savaşın tarihini öne almıştı. Savaşa hazırlanan taraflar planladıklarından ve öngördüklerinden önce kendilerini savaşın içinde bulmuşlardı. Rus uçağının düşürülmesi gibi bir olay, örneğin, istenmeyen bir anda bir füzenin fırlayıvermesi, herhangi bir savaş gemisinin batıvermesi vb. hiç istenmeyen ve aynı zamanda önceden düşünülmeyen durumlara yol açabilir. Türkiye’de siyasal iktidarın yaptığı da böyle bir şey olmuştur. Böyle bir şeyin olası sonuçlarından biri, bir komplo ile ilgili olarak beklenmedik bir şekilde uçak düşürme gibi, çarpıcı ve şaşırtıcı bir şey yapanın başına gelen şeylerden biri, yalnız bırakılması ve hatta terkedilmesidir. Nitekim bu da olmuştur. Türkiye’ye uçak düşürten Batı, Türkiye’nin arkasında durmamış, havalara bakmıştır. ABD, uçak düşürmenin kendisiyle ilgili olmadığı pozlarına girmiştir. NATO, Türkiye’nin uçağı düşürmekte haklı olduğuna uğraşmalara rağmen bir türlü ikna olmamıştır! Bundan sonra da olmayacağa benzemektedir. Esas sorun burada dedik, “Türkiye mi savaşa giriyor” sorusunun yanıtını açık söyleyelim: “Türkiye” savaş konusunda irade kullanmıştır! “Türkiye”, savaşa dahil olmak istemiştir! “Türkiye”, savaşın içinde olmak ve yer almak, kısaca savaşmak istemiştir! Çevresindeki bir savaştan kaçamaması, kurtulamaması, kendini sakınamaması başka bir şeydir, savaşma iradesi ve emperyalizme piyon ve alet olmak iradesi göstermek başka bir şeydir. Burada “Türkiye” yerine ne koymak gerektiği anlaşılıyor tabii! 2 Türkiye savaşa sürülmüştür, savaşta yer almasına çalışılmıştır. Türkiye, savaşa Suriye’nin ve kendi ülkesinin toprak bütünlüğü için, Suriye’nin ve kendisinin bağımsızlığı için gireceği yerde, Suriye’yi mahvetmek için, Suriye’nin parçalanması için girmiştir. Bu bağımsız olmamanın bir sonucudur. AKP iktidarı, başta ABD, Batının oyuncağıdır. Savaşa sürüklenmek bu iktidarda ve bu iktidarla belki kaçınılmazdı, ama savaşa girmek istemek, hem savaş sürecini değiştirecek dinamikleri harekete geçirecek, hem de “savaşçı” iktidarlarına çok pahalıya mal olacaktır. Bu da yapılanın, “hayırlara vesile olması”dır! Yaptıkları yanlışın, alet olmanın da farkındadırlar. O yüzden kahramanca da savaşamayacaklardır! Savaşır gibi yapmaya başlamışlardır ve bölgede korkakça “dolaşmaktadırlar”! Dostlarla savaşmanın bedeli vardır, kardeşlere kurşun sıkmanın kötü sonuçları vardır! Ayrıca bunları izleri de kolay kolay silinmez. Ve ne kadar utanılacak bir şey, Türkiye Suriye’ye karşıdır ve Katar’la yan yanadır. BUGÜNKÜ BÖLGESEL SAVAŞ, ASLINDA KÜRESEL BİR ÇATIŞMADIR! 11 Eylül, Orta Doğu için yapılan planların bir parçasıydı ve tek kutuplu dünya stratejisinin altyapısını oluşturacaktı. Artık yeni bir “şeytan”, yeni bir “hayalet”, yeni bir hedef vardı; İslam. “Modern ve çağdaş” Haçlı Seferleri başlatıldı. Görünürdeki “din”in altında, enerji kaynakları alanlarında tam hakimiyet kurulacak, petrol akışı sağlanacak, her şey kontrol altında tutulacaktı. Orta Doğudaki bugünkü savaşın Batı ve Batıcılık tarafından İslam içi bir mezhep çatışması olduğu propagandası yapılıyor. İşin kötüsü, bu saptırmaya en çok İslam dünyasında inanılıyor. ABD tarafından savaşın terörcü dinci İslami grupların eseri olduğu ileri sürülüyor. İşin kötüsü, buna en çok, savaşı esas yürüten Batılı güçlerin dünyasının kamuoyunda inanılıyor. Böylece, başarıyla bir algı operasyonu yürütülmektedir. Ancak bütün terörist İslami gruplar Amerikan üretimidir, Batı desteklidir. O zaman işin esasına bakılmalıdır. Bölgenin denizine, doğu Akdeniz’e, Batı dünyasının büyük küçük neredeyse bütün ülkelerinin savaş gemileri gelmiştir. Amirallerimiz yanıtlayabilir, tarih boyunca bu kadar geniş katılımlı, bu kadar büyük bir donanma, bu kadar değişik ülkeye ait gemiler bir yerde biraraya gelmiş midir? Savaşın taraflarından biri olan Rusya yalnız savaş gemilerini doğu Akdeniz’e getirmemiş, aynı zamanda, füzeli roketli üstün nitelikli hava gücünü de Suriye topraklarına yerleştirmiştir. Bu arada Çin Halk Cumhuriyeti de uçak gemisi ve füzeli destroyeriyle Akdeniz’de yerini almıştır. Çin Milli Petrol Kurumu, IŞİD vb’nin bölgedeki saldırıları nedeniyle Irak ve Suriye’den çekilmek zorunda kaldığı için yatırımlarını korumanın ve çalışmalarını sürdürmenin telaşına düşmüştür. ABD planı gereğince ve IŞİD aracılığıyla bölgeden, bölgenin her tarafından uzaklaştırılmak istenen Çin, bölgedeki varlığıyla ABD’ye direnen güçler arasında yerini almıştır. İran zaten Suriye’nin toprak bütünlüğü için uzun bir süreden beridir askeri olarak Suriye’dedir. ABD’nin kullanımındaki Adana İncirlik üssü ve askeri havaalanı, neredeyse bütün Batı dünyasına açılmıştır. Türkiye’nin Malatya, Diyarbakır ve başka askeri üsleri, havaalanları, oralardaki konuşlanmaları, tesisleri, dinleme-radar merkezleri, yalnızca Batılıların tasarrufunda olarak devrededir. Bütün bunlar biliniyorken, apaçık ortadayken, sorunun, İslamın mezhepleri arasındaki çatışmadan, İslamcı teröristlerden kaynaklandığı, mezheplerin ve silahlı çetelerin eseri olduğu nasıl söylenebilmektedir? “Modern” dünyamızın gözdesi “medya” sayesinde. Gerçeğin peşinde olması gereken medya, insanların doğru şekilde bilgilendirilmesi için hizmet vermesi gereken medya, sürekli gerçeğin tersini tekrarlamaktadır. Yalan yayanların yayılması için başroldedir. “KUTSAL TERÖR”, TERÖRCÜLER VE TERÖRDEN KAÇANLAR! Türkiye’nin terör ihracı, Türkiye için karşı tarafın “alıcı” talebinden kaynaklanmadı. Sonraki dönemde Türkiye’ye ithalatı da Türkiye’nin ihtiyaç ve talebinden ileri gelmedi. İkisinde de rol oynayan etken, talep değil “arz”dır. Türkiye’den istenen yerine getirilmiştir. Türkiye, Suriye’ye terör ihraç etmiştir! Suriye ve bölgedeki çatışma ve terörün kaynaklarından biri Türkiye olmuştur. Ancak şimdi, terörün faaliyet alanlarından ve hedeflerinden biri de Türkiye’dir. Türkiye’nin sınır geçirgenliği olmasa ve AKP iktidarı Esat muhalefetine ABD’nin emireri gibi “gönüllü” destekte bulunmasaydı, Suriye sorunu bugünkü haline gelmezdi. Türkiye de savaşın içine sürüklenmezdi. Türkiye, Suriye iktidarını devirmek isteyen ABD (ve İsrail) ile birlikte hareket etmiştir. Bunun sonucu olarak terör ithalatının yanında, ülkemiz içindeki terörle de, kendi öz terörüyle de mücadele edemez olmuştur. IŞİD terörüne karşı “savaşan” Batı dünyası, doğu Akdeniz’deki donanmayla ve bölgede konuşlanmalarıyla “sorunu” bitirmeyecektir. Zaten IŞİD’i kısa bir süre içinde “bitiremeyeceklerini” de açıkça belirtiyorlar. Olay, bitirememek değil, bitirmemektir. Çünkü o sayede gelmişlerdir, o sayede çıkarlarını koruyacaklarını bilmektedirler, o sayede savaşmaktadırlar ve o sayede savaşacaklardır. “Bütün dünya”, özellikle Batı dünyası, teröre karşı “birleşmiş”tir! Birleşmişlerdir ama terörü önlemek yerine azdırmışlardır. Öyle ki, emperyalist ülkeler IŞİD’e karşı birleştikçe IŞİD güvende olmuş, onlar IŞİD’e karşı ne kadar birleşmişlerse, IŞİD o ölçüde büyümüş, gelişmiş ve önemli güç olmuştur. Batı, IŞİD’e ve bütün benzeri İslamcı örgütleri sevmektedir, onlara ve teröre muhtaçtır. Ancak terörün insanları yerlerinde yurtlarında yaşayamaz hale getirmesinin “yan etkileri” vardır. İnsanlar evlerinden ve bölgeden “uzaklaşmaktadır” (daha doğrusuyla hem uzaklaştırılmakta ve hem de kaçmaktadır) ve bu Avrupalılar için bir “komplikasyon”a dönüşmüştür. “Bölge cayır cayır yanabilir, hatta yanmalıdır, bu sorun değil, ama kaçanlar da bize gelmemelidir” diye düşünen AB ülkelerinin, bu konuda ABD ile anlaşmak şansları yoktur. Çünkü Batı dünyasında Orta Doğu politikalarının stratejik ve taktik farklarından biri, bugün bölgeden kaçmak zorunda kalanların ortaya çıkardığı sorundadır. Büyük göç dalgaları öngören, isteyen ve gerçekleştirmiş olan ABD’ye karşı Avrupa başka bir pozisyondadır. Mülteci akını kendisini de tehdit ettiğinden bölgedeki karışıklık, kaos ve terör düzeyinin fazla olmamasını, bunun göç dalgasını daha fazla güçlendirmemesini istemektedir. ABD’nin bu konuda bir kaygısı ve sorunu olmadığından, göç almak veya Orta Doğu göçüne maruz kalmak gibi bir durumu Amerika yaşamadığından, ABD tam bir “sorumsuzluk” içindedir. AB ülkeleri ve Avrupa “sorumlu” davranmaktadır, terör dozunun yükselmemesinden yanadırlar. İki milyonun üstünde mülteci almış Türkiye’ye daha fazla Suriyeli gelmesi, başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa’yı korkutmuştu. Şimdi buna, güneydoğu illerimizdeki bizim kendi “iç savaşımız” da eklendiğinde durum Avrupalılar için daha da ürkütücüdür. Suriyelilere milyonlarca Türkün de eklenmesi söz konusudur. 3 Sanıyoruz bunlar yüzünden Merkel, hendek-barikat savaşına çekince koymuş, Sur-Cizre-Silopi’ye uzak durmuş, Avrupa kapılarında aralık ayında destek arayan HDP’lilere de Almanya bu yüzden mesafeli olmuş, ilgisiz kalmıştır. Almanya’ya göre Türkiye, kendisine verilecek “milyarlarca” Euro ile, hem Suriye göçmenlerini barındıracak, hem de kendisinden göçe yol açmayacak kadar “istikrarlı” olmalıdır! SURİYE’DEKİ SAVAŞIN AĞIRLIK MERKEZİ, “KORİDOR”! Bugünkü savaş kaç yıldır sürüyor, peki neden şimdi alevlendi? Savaş, “koridor”a dayandı da ondan. Kukla Kürt devletinin yaşaması için bu devletin deniz bağlantısı olması gerekiyordu. Bu deniz, Doğu Akdeniz’di. Kuzey Irak, Suriye’nin kuzey sınırı boyunca kullanılacak bir “yol”la denize bağlanmalıydı. “Kürt koridoru” adıyla anılan şerit tasarlandı. Irak’tan Akdeniz’e Suriye-Türkiye sınırı boyunca uzanan “bölge” bu bağlantıyı kuracaktı. Koridor, Irak ve Suriye’den geçecek, ama Türkiye topraklarını da (genişlemesini ve güvenliğini sağlamak için) içine alacaktı. Böylece, “koridor”, aynı zamanda Türkiye’nin parçalanması planıyla da birleştirilmiş oluyordu. Bu arada İsrail, güney sınırı boyunca Türkiye’den araziler satın alıyor, tarım işletmeleri kuruyor, müteahhitlik işlerine giriyor, özellikle güneydoğudaki Harran Ovasına büyük yatırım yapıyordu. 1997’de “mayın” yasaklandığı için bütün dünyada mayın temizlenmesi süreci başladığında Türkiye mayınları da ele alınmıştı. Suriye sınırımızdaki mayınlar öncelikliydi ve bunların temizlenmesi işine ilkönce ve en başta İsrail talip oldu, temizlenen topraklara 49 yıllığına sahip olmak karşılığında. Bunun anlamı, o süre içinde (yani 49 yıl içinde) İsrail’in, Suriye sınırı boyunca Türkiye topraklarında hak sahibi olmasıydı. 4 Neyse ki Anayasa Mahkemesi İsrail’in Suriye sınırı mayınlarını temizleme işini almasını engelledi. Eğer engellenemeseydi “koridor” daha o zamandan hazır olacaktı. 5 Suriye’de iktidarı devirme “savaşı” bugüne kadar başarısızlıkla sonuçlandığı için yeni bir yol aranmıştır. Bu yol, Esad iktidarına razı olarak, Esad yıkılmasa bile, “Esad yıkılmadan Suriye’yi parçalamak”tır. Madem ki yıkılamamaktadır, buna göre bir çözüm üretilmiştir. Bütün Batı bu konuda anlaşmış gibi görünmektedir. Erdoğan’sa bunu henüz anlayamamış ve yeni belirlemeyi kavrayamamıştır, eski ve terkedilmiş yolun söylemini sürdürmektedir, bu yüzden o hala Esad “düşmanı”dır, orada kalmıştır! İşte “Suriye Savaşı”nın bu yön değiştirmesi, herkes için uyarıcı olmuş, herkes kendince harekete geçmiştir. “Türkiye 24 Temmuzu”nun (Türkiye içindeki terör faaliyetleri yanında) bir dinamiği de budur. Rusya, hem “Türkiye 24 Temmuzu”ndan güç alarak, hem de bu koridor gelişmesini görerek işi ciddiye almıştır. İspanya’sından Kanada’sına kadar “iddiası olmayanlar”ın bile gemileriyle bölgeye yığılması bundandır. Koridor, önemlidir, koridor, hem İsrail’in, hem de “İkinci İsrail”in esas hedefidir. Savaş büyürse, koridor yüzünden büyüyecektir. Bugün “koridor” belirleyicidir. TÜRKİYE VE RUSYA Devrimci Cumhuriyet’in Sosyalist Sovyetler’le dostluk politikasının yerini, “Küçük Amerika” olmamız sürecinde “Rus-Moskof-komünist düşmanlığı” almıştı. Zaten ikinci büyük savaş başladığı zaman Sovyetler Birliği ile “dostluk” bitmişti. Neden, Atatürk hayatta değildi. Zaman zaman iyileşen Türk-Sovyet (ve sonraları Türkiye-Rusya) ilişkileri, ABD’nin Rusya’yla hasımlığı yüzünden hiç bir zaman olumlu görülmemişti, görülmüyordu. Son zamanlarda çok kötü sayılmazdı. Bugün ABD, Suriye “savaşı” çerçevesinde, “Türk-Rus düşmanlığı”nı tekrar canlandırmak, hatta iki ülkeyi birbiriyle çatıştırmak istemiştir. Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesi, Türkiye için bir intihar eylemidir. Türkiye kendine kastetmiştir. O günden bu yana gerginliği tırmandırması da kendine kastetmeyi sürdürmektir. Nitekim sonuçları resimde görülüyor! Suriye’deki varlığını tehdit edeceği için Rusya koridora karşıdır. Türkiye, bütünlüğünü bozacağı ve Kürt devletinin yaşama borusu olduğu için koridora karşıdır. Bırakalım başka şeyleri, yalnızca koridor bile Türkiye ile Rusya’nın yan yana olmasını gerektirmektedir. Bu ortak çıkarlara, vatan savunması ve kendi toprak bütünlüğü açısından bakmak durumunda olan Suriye de dahildir. ORTA DOĞU VE RUSYA Rusya’nın bölgedeki varlığına bakacak olursak, Rusya’nın bundan vazgeçmesi mümkün değildir. Rusya, bölge ülkesidir ve Suriye’deki savaşın taraflarından biridir. Akdenizde başka limanı ve üssü yoktur. Bölgedeki enerji kaynakları kavgasının asli unsurlarındandır. Şu anda Türkiye’nin yarattığı sorunun sonucu olarak konvansiyonel ikmal zorlukları yaşayacak olmasına rağmen bölge ülkesi olarak bütün stratejik ve taktik avantajlara sahiptir. “Savaşa” bütün gövdesiyle ve kararlılıkla girmiştir. Türkiye dışında hiç bir bölge ülkesiyle sorun yaşamamaktadır. IŞİD gibi ABD’nin ürettiği ve Amerikancı terör örgütlerinin kendi ülkesi için de tepelenmesi ve yok edilmesi gerekir. Rusya’nın da güvenliği söz konusudur. Suriye yönetimine muhalif güçlerin ve terör örgütlerinin silahlı güçleri, Rusya gibi bir büyük devletin askeri gücü karşısında denk durumda değildir. Dağılmaya mahkumdurlar. ABD dahil hiç bir Batı ülkesi bölgede Rusya ile çatışmayı göze alamaz. Suriye’de başarısız olan ABD’nin, Rusya’nın da içinde olduğu bölgesel çatışmada herhangi bir şansı ve kozu yoktur. Ek olarak: ABD ve genel olarak Batının son üç-beş (hatta beş-on) yıldaki bütün Karadeniz çevresi provokasyonları Rusya tarafından püskürtülmüştür. Bunların gösterdiği gibi yenilgiye hiç aday olmayan Rusya’nın Suriye’de “yenilmesi” mümkün de değildir. Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye’nin yeri, bölge ülkeleri, Rusya ve Asya’dır. Bu safta olmayı reddeden bir hükümetin iktidarını sürdürmesi de mümkün değildir. 19. yüzyılda İngiltere’nin kendine yakıştırdığı ve yerinde bir söylem olan “değerli yalnızlık”, AKP iktidarının elinde “felaket yalnızlık” olmuştur. Başbakan koltuğundaki Davudoğlu’nun “stratejik derinliği”, komşu ve kardeşlerine ihanet eden “stratejik alçaklık” olan bir politikadır. Bölge savaşının ABD ve Batı tarafından kazanılması bu şartlarda söz konusu olamayacağı gibi, Batı emperyalizmi savaşı büyütmek, daha da genişletmek ve sürdürmek imkanına da sahip değildir. Bu apaçık ortadadır. Bu yüzden, bu savaşın içinde Türkiye kaybeden veya geri çekilen tarafta kalmamalıdır. Türkiye dışında bölgenin ateş hattındaki bütün ülkeleri Suriye’nin yanında olmak üzere birleşmiş durumdadır. Batı Asya Birliği, yakında Türkiye’nin de katılmasıyla karşı durulamaz büyük bir güç olacaktır. Eğer içinde yaşadığımız bu gelişmelerle savaş önlenebilirse, ki mümkündür, Türkiye, bunu sağlayacak güçlerden biridir. ZAMANDİZİN OLARAK OLGULAR VE SONUÇLAR: SSCB dağılması ve Doğu Blokunun çöküşü, 1991. Bunun üzerine “tek kutuplu dünya” düşüncesi ortaya çıkıyor. Aynı yıl, Birinci Körfez Savaşı. ABD’nin 20. yüzyılın sonundaki Yeni Dünya Düzeni planı gereğince Orta Doğu ve çevresindeki 20’nin üstünde ülkenin haritası değişecek, bazı ülkeler küçülecek, bazıları bölünecekti. “Büyük Orta Doğu Projesi” (BOP) uygulanıyordu. İsrail’in güvenliği için Irak ve Suriye de parçalanacak, her birinden 3-4 ayrı ve küçük devletler çıkarılacaktı. BOP planının bir parçası olarak Türkiye’nin de parçalanması gerekiyordu. Türkiye bütünlüğünü korumamalı, güçlü olmamalıydı. İslam ve Doğu dünyasına “olumsuz örnek”ti. Geçmişte böyle örnek olmuştu ve gene olabilirdi. 11 Eylül 2001: “Yeni düşman”ın ilan edilme tarihi. Türkiye’nin parçalanması için öncelikle PKK uygun görüldü ve kullanılmak istendi. Kürt devleti kurulması yararlıydı, yerinde olacaktı ve bu Kuzey Irak’tan başlatılacaktı. ABD’nin amacı, “Kürdistan” adı altında kendisine hizmet edecek bir devlet kurmaktı, bu, “İkinci İsrail”di. Buna hizmet etmesi için önce Saddam oyuna getirildi, Saddam’ın Kuveyt girişimi bahane edilerek Irak’a savaş açıldı (2003). Daha sonra da ABD Irak’ı işgal etti, Saddam öldürüldü (2006). Arkasından Irak, önceden hazırlanmış plan gereğince, Kürt, Şii ve Sünni bölgeler olmak üzere üçe bölünmeye çalışıldı. Kürt devleti kuruldu. Böylece petrol havzası ele geçiriliyor, “İkinci İsrail” hayata geçiriliyordu. Erbil merkezli kukla Kürt devleti her yönde genişletilecekti, ama Akdeniz’den bir bağlantı olması gerekiyordu, yoksa yaşatılamazdı. “Koridor” planlandı. Ancak “A planı” başarısız oldu. İsrail’in Türkiye sınırındaki mayın temizleme “işi” gerçekleştirilemedi. Apo’nun yakalanması ve Türkiye’ye verilmesi sonrasında düzelmiş olan Türkiye-Suriye ilişkileri, oğul Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması kararlaştırıldığı için kötüleştirildi (2009). Türkiye’deki AKP iktidarı, ABD planı gereğince Esad’ın devrilmesi için müdahaleye başladı. İç savaş çıkartıldı. ABD ve Batı, Suriye’ye her bakımdan yüklendi. Terör örgütleri yaratıldı ve eski-yeni bütün terör grupları devreye sokuldu. El Kaide, Nusra, IŞİD, PYD vb. bu dönemin bölgedeki Batı piyonlarıdır. 2012: Suriye’ye karşı savaş yürütülmeye başlandı. Aynı yıldan başlayarak “Kürt koridoru” kurulmaya çalışıldı. ABD, PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD’yi açıkça destekledi, silahlandırdı, ona “kara gücüm” dedi. Ancak ne Suriye’de Esad iktidarı yıkılabildi, ne de koridor açılabildi. İlkinden vazgeçildi, ikinciye kilitlenildi. 2015 yılının 24 Temmuzunda Türk Silahlı Kuvvetleri devreye girdi, Suriye sınırında duruma hakim oldu, PKK’yı etkisizleştirdi. Arkasından Rusya bölgeye askeri yığınak yapmaya ve ABD’nin etkisini kırmaya başladı. Aralık 2015: “Türkiye” sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle bir Rus savaş uçağını düşürdü. Rusya ile Türkiye’nin ilişkilerinin kötüleşmesi gerekiyordu. Türkiye, Irak’a peşmergelere eğitim yapma gerekçesi ve bahanesiyle askeri birlik gönderdi. Ancak Irak’ın tepkisi üzerine yeni takviye yapılmadığı gibi birlik de çekilmeye başladı. ABD, Türkiye’nin Irak’a askeri birlik göndermesini kınadı ve bizzat Obama Türkiye’nin askeri birliğinin Irak’tan çekilmesini istedi. “ABD’ye bağlı Türkiye”nin “Musul çıkarması” bitmiştir! 1 Enis User, http://www.abcgazetesi.com/artik-turkiyeyi-onlar-yonetecek-3418.html. 2 Burada kastedilen, bağımlılığının sonucu olarak Türkiye’yi belirlemeye çalışan büyük güçtür, „Türkiye“ (tırnak içinde Türkiye), ABD‘dir. 3 Yalnız Almanya‘da milyonlarca Türk olmasından VE Türklerin daha fazla yol yordam bilmesinden dolayı Avrupalılar, Suriye’den gelmekte olan göç dalgasına oranla Türkiye’den gelecek bir dalgadan daha fazla korkarlar. Türkiye’de büyük çoğunluğun bir yakını veya tanıdığının Avrupa’da bulunması ve onların kolaylıklar yaratması yanı sıra, Türklerin maddi ve psikolojik durumları Avrupa’ya gelmeyi göze almak bakımından daha elverişlidir. 4 Bir İsrail firmasının “mayın temizleme” işinin ihalesinde yer ve ön alması, daha o zamanlarda (2000 yılından önce ) ”koridor” sorununun çözülmesine yönelik planlar ve hazırlıklar yapıldığını göstermektedir. 5 Bu konuda biraz daha ayrıntılı bilgi için bkz. “’Barış Ütopyası’ ve ‘Savaş’ / Mayınlı Arazide Futbol Maçı: Suriye”, dagarcikturkiye.com, Aralık 2015.

Bunları da sevebilirsiniz