Bir Demokratikleşme Sorunu Olarak Bilgi Asimetrisi

Türkiye İstatistik Kurumu’nun manipüle edilmiş enflasyon açıklamaları bugünün ve geleceğin en önemli yönetim problemlerinden birini tartışmayı zorunlu kılıyor: Bilginin demokratikleşmesi. TÜİK örneğinde deneyimlediğimiz üzere bilginin ve verinin üzerindeki denetim giderek daha fazla bir demokratikleşme ve kamu güvenliği sorunu haline geliyor. Devletler ve çokuluslu şirketler bireylere nazaran sahip oldukları olağanüstü olanaklar sayesinde bilgi asimetrisini toplum aleyhine istismar edebiliyor. Big data (büyük veri) teknolojisi gibi gelişmeler, çağımızda bilgiyi ekonomik aktivitenin merkezinde benzersiz bir konuma taşıdığı için bilgi üzerindeki devlet ve çokuluslu şirket hakimiyetinin denetlenmesi ve demokratikleştirilmesi kamu çıkarlarını savunabilmenin en önemli mevzilerinden biri halini aldı. Bireysel, toplumsal ve uluslararası düzeyde ekonomik, siyasi, hukuki karar alma ve meşruiyet inşa etme süreçleri önemli ölçüde bilgi üretim süreçlerinin bir türevi. Modern dönem diye tarif edebileceğimiz 20. yüzyıldan itibaren böyleydi, ancak teknik olanakların ve uzmanlaşmanın vardığı olağanüstü boyutlar otorite olarak kabul edilen, meşruiyet dayanağı olan bilgi kaynaklarının toplum tarafından bilimsel ve demokratik sorgulamaya tabi tutulmasını giderek daha meşakkatli hale getiriyor.

Bu kuramsal girişten sonra konuyu biraz daha somutlaştırmak istiyorum. Türkiye’deki güncel enflasyon hesaplamalarının iktidarın kısa vadeli siyasi ihtiyaçları doğrultusunda çarpıtıldığı artık tartışmasız bir vaka. Hem ENAG gibi konunun uzmanları olan akademik çevrelerin çalışmaları hem de sıradan vatandaşın çarşıda pazarda deneyimlediği fiyat değişimleri bu konudaki ortak kanaati pekiştiriyor. Ancak para ve maliye politikaları, bu konudaki tek yetkili otorite olan TÜİK’in sağladığı verilere göre belirleniyor. Daha da basitleştirmek gerekirse, ücretli çalışanların gelir düzeyleri, alım güçleri bu verilerle şekillendiriliyor. Vatandaşın fiilen deneyimlediği alım gücü düşüşünü gerçekten telafi edecek önlemler alınması yerine, veri manipülasyonu sayesinde ücretler genel düzeyi hem hazineyi hem de işverenleri gözetecek şekilde baskılanıyor. Ekonomik daralmanın faturası alt ve orta sınıflara, işçiye, memura, köylüye, emekliye kesiliyor. Yani iktidarı elinde bulunduranlar bilgi asimetrisi sayesinde, toplumun genel çıkarlarına karşı belirli bir zümrenin çıkarlarını gözetiyor. Mesele bundan ibaret değil. Yatırımcısından yerel yönetimine kadar birçok aktör bu kurumun sağladığı verilere dayanarak karar vermeye, plan yapmaya çalışıyor. Enflasyon gibi günlük deneyimlerle test edilebilecek bir veri bile bu ölçüde manipüle edilebilirken sağlamasını yapmanın çok daha zor olduğu istatistiklere dair güvenin sarsılması kaçınılmaz. Örneğin iktidarın ülkedeki sığınmacı ve kaçak göçmenlerin sayısı ve demografik dağılımı hakkında kamuoyuyla paylaştığı verilerin sağlamasını yapmak mümkün değil. İstismara en açık ve ülkemizin uzun vadeli ulusal güvenliği açısından en tehlikeli sorunlardan biri hakkında güvenilir, net ve kaynağı şeffaf bilgi elde edemiyoruz.

Bu asimetrinin bir başka boyutu, yukarıda da bahsettiğim büyük veri teknolojilerinin bürokratik-teknokratik bir elit zümrenin elinde, bireylerin tutumlarını öngörmek, gündelik karar ve davranışlarına yön vermek için bir silah olarak kullanılması. ABD’de ifşa olan Cambridge Analytica skandalı, konuyu ciddi anlamda bir kamu güvenliği ve ulusal güvenlik sorunu bağlamında gündemimize getiren önemli olaylardan biriydi. Öte yandan, acaba ifşa olmayan başka hangi projeler sessiz sedasız yürümeye devam ediyor? Sosyal medya platformları bilgiye erişim süreçlerinin demokratikleşmesine katkı sunduğu kadar kullanıcılarının tüm ilgi alanlarını ve alışkanlıklarını takip edip satın alma alışkanlıklarını etkilemeye çalışıyor. Bu işin yasal ve görünen boyutu. Bir de milyarlarca insanın kişisel verilerinin küresel teknoloji şirketlerinin elinde toplanması meselesi var. Facebook, Instagram ve Whatsapp’ı metaverse çatısı altında tek bir yapı haline getirmeye çalışan Mark Zuckerberg, Twitter’ı satın almaya girişen Elon Musk, Apple’ın kendi metaverse projesi, Çin’in Tik Tok’u ve tabii ki internet teknolojisinin kendisi haline gelen Google… Bir çırpıda sayabildiğimiz birkaç şirketin elinde dünyanın en değerli bilgileri her gün ve her saniye katlanarak birikiyor. Bu birikimin bir kısmı bireylerin kullanımına açık olsa da devasa veri yığını yanında sözü bile olmaz. Geleceğin en çetin mücadelelerinin bu veri havuzlarının denetimi üzerine gerçekleşeceği muhakkak. Bizim hayatlarımız ise bu havuzlarda birer kod parçacığından ibaret.

Tekrar Türkiye’ye dönecek olursak, çokuluslu teknoloji şirketlerinin iktidarını denetlemeye yönelik kısa vadede yapılabilecek pek fazla iş olmasa da ulusal ölçekte bürokratik bilgi üretim mekanizmalarını demokratikleştirmek, şeffaflaştırmak, kamu güvenliğini ve faydasını gözetir hâle getirebilmek bugünden yarına gerçekleştirilebilecek, gerçekleştirilmesi gereken zorunlu görevler. Ülkemizin ulusal çıkarlarını, kamusal faydayı doğrudan ilgilendiren bilimsel, akademik, teknik bilgi üretiminin dar bir yönetici elitin ihtiyaç ve insafına terk edilmeden mümkün mertebe katılımcı ve denetlenebilir süreçler halinde hukuki güvence altına alınması ve bu işleyişin kurumsallaşması gerekiyor. Sadece bugünün iktidarının gayrimeşru uygulamalarına karşı bir çözüm olarak değil; bireyleri, toplumları ve ülkeleri küresel merkezlerden, emperyalist saiklerle kontrol etme çabalarına karşı bir önlem olarak da bu farkındalığın ve kurumsallaşmanın oluşturulmasına ihtiyacımız var.

Bunları da sevebilirsiniz