Menemen Olaylarını, Öğretmen Kubilay’ı Bekçi Hasan ve Şevki’yi Unutma – Unutturma.

Bugün 23 Aralık 2018

Menemen’de şeriat yanlısı sapık yobazlarca katledilen,

ÖĞRETMEN KUBİLAY’I, BEKÇİ HASAN VE ŞEVKİ’Yİ SAYGI İLE ANIYORUM.

88 yıl önce Cumhuriyet düşmanlarının yarattığı MENEMEN olayı bu ders yılında MEB kitaplarından kaldırıldı,

8. ve 11. sınıf “T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitaplarında yer alan Menemen İsyanı ve Kubilay’ın katline dair ifadeler bu yılki ders kitaplarından çıkarıldı. Menemen Olayı’nın ve Kubilay’ın katlinin ders kitabından çıkarılmasının nedeni Cumhuriyetimizin yıkımına yönelik padişah ve halife yanlısı özlemcilerin suçlarını gizlemektir.

Çünkü olay sadece Cumhuriyet karşıtlığı değil, Cumhuriyeti yıkmak isteyenlerin aynı zamanda padişahlığı, halifeliği, tekke ve zaviyeleri geri getirmek, laik düzene son vermek istemesidir

1946 yılından başlayarak eğitim sistemimizin gittikçe dinselleştirilmesi sonucu eğitim durumumuz ortadadır.

Aslında olayın özü: Eğitim sistemi çökertilen bir toplumu teslim almak daha kolay, onları yönetmek daha sorunsuzdur.

ABD VE BATI EMPERYALİSTLERİ OLAYLARA BU AÇIDAN BAKMAKTADIRLAR.

ŞİMDİ MENEMEN OLAYLARINI yeniden bir defa daha okuyarak içinde yaşadığımız 2018 yılı olayları ile ilişkilendirelim.

Günümüzden 88 yıl önce Menemen’de Giritli göçmen Derviş Mehmet adında bir esrarkeş sapık, Laz İbrahim adında bir Nakşibendi’nin yönettiği toplantılara katılmış ve kendini mehdi ilan etmiş.

İşte bu Şeyh, devrimlerden hiç hoşlanmadığı için bir yeraltı örgütü kurmaya yönelmiş. Manisa’da birtakım işsizleri, esnaf çıraklarını çevresinde toplayarak tarikatını orada geliştirmeyi başarmış.

Derviş Mehmet, yanında üç arkadaşı Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ve Mehmet Emin olduğu halde 6 Aralık’ta Paşaköy’e gelmişler, orada başkaları da onlara katılmış. Ellerinde iki silâh varmış, 15 gün zikretmişler, yani Tanrı’nın adını anarak dualar etmişler, İlâhiler okumuşlar, hu çekmişler. Oradan da yola çıkarak 23 Aralık’ta Menemen’e gelmişler.

Doğru, çarşı içindeki Müftü Camisi’ne gitmişler. Orada sekiz-on kişi sabah namazını kılıyormuş, Derviş Mehmet kendini onlara mehdi olarak tanıtmış, “Biz,” demiş, “dinimizi kurtarmak için buraya geldik. Halife Abdülmecit de sınıra geldi. 70 bin kişilik bir Halife ordusu var arkasında. Din elden gidiyor, kurtaracağız. Sancak-ı Şerifin altında toplanalım. Şeriat isteyelim. Şapka giyen kâfirlerin karşısına dikilelim. Yeniden feslerimizi giyelim. Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz? Sancağın altına gelmeyenleri kılıçtan geçireceğiz. Kalkın ey ehli din kardeşlerim…”

Camide yeşil bayrağı açan sahte mehdi, konuşmuş da konuşmuş. Yüz kadar insan toplanmış çevresine, başlamışlar Derviş Mehmet’i alkışlamaya.

Jandarma Birlik Komutanı’na haber iletmişler, o da bakmış emrindeki jandarmalarla bu kalabalığı dağıtmasına imkân yok, alay komutanından yardım istemiş. Alay komutanı da kendi birliğinden bir asteğmene, “Hemen git, şu adamları dağıt,” diye emir vermiş.

Şeriatçıları dağıtmakla görevlendirilen kim? Yedek subaylığını yapan 24 yaşında, Mustafa Fehmi adında, Bursa Öğretmen Okulunu bitirmiş bir genç öğretmen.

Devrimlerden esinlenerek kendine Kubilay adını veren bu yedek subay öğretmen, kışladan bir müfreze askeri alarak olay yerine koşmuş.

Bu genç öğretmen öyle bir telaş ve şaşkınlıkla kışladan çıkmış ki askerlere cephane aldırmayı, hatta kendi silahını almayı bile akıl edememiş. Askerlerde, yalnız kurusıkı manevra mermileri varmış.

Kubilay böyle bir durumda, Cumhuriyet’e ve laikliğe inanmış genç bir öğretmen, belki de Cumhuriyet’e başkaldırılacağını hiç aklına getirmemiştir. Sanmıştır ki, şeriatçılar karşılarında askerleri ve bir subay görünce hemen dağılacaklar.

Kubilay, Müftü Camisi’nin önüne gelince Derviş Mehmet ve adamlarıyla karşılaşmış. “Arkadaşlar, demiş, çılgınlık etmeyin, teslim olun!”

Derviş Mehmet bu sözler üzerine elindeki silâhı Kubilay’a doğrultarak ateş etmiş. Kubilay yere yuvarlanmış ama hemen toplanarak iki büklüm cami avlusuna doğru koşmaya başlamış, gücü yetmemiş, yere yığılıp kalmış.

Bu olaylar olurken jandarma komutanı da odasına kapanmış, kapıyı kilitlemiş ve korkunç cinayeti pencereden seyretmiş.

Gözlerini kan bürümüş olan canavar Derviş Mehmet bir çırpıda varmış Kubilay’ın yanma. Çökmüş üzerine ve başlamış boğazını sıkmaya. Kubilay zaten o sırada kan kaybından baygın haldeymiş. Canavar hızını alamamış. “Bana bir bıçak bulun!” diye haykırmış. Ufak bir testere getirmişler, Derviş Mehmet, “Ya Allah,” deyip testereyi basmış Kubilay’ın boğazına. Bütün azgın yobazlar da kendisini büyük bir coşku içinde seyrediyorlarmış. Testere önce Kubilay’ın boğazına işlememiş ama, Derviş’in gözüne kanlar fışkırmış. Bu sefer Kubilay’ı yana yatırmış, yine çekmiş testerenin sapını. Kanlar birikmiş yere. Derviş Mehmet yılmamış, Kubilay’ın kanlar içindeki kafasını çevire çevire testereyi itip çekmiş. Yandaşları, “Kopar kafasını şu din düşmanın diye haykırıyorlarmış. Kolay mı bir bağ testeresiyle kelle koparmak! Canavarın elleri kan içinde kalmış. Bu korkunç olayı seyreden azgın canavarlar, bir yandan da “Allah, Allah, Allahu ekber” diye haykırıyorlarmış.

Testere kemiğe dayanınca canavarın işi daha da güçleşmiş. Yanındakiler “Bırak artık Mehmet Hoca, yoruldun, biz bitirelim o işi, sevaptır, Deccal’ın kafasını biz koparalım,” diye testereyi Derviş’in elinden almaya kalkmışlar. Mehdi, “Yok, demiş, ben başladım, ben bitireceğim. Hepsinin kellesini böyle uçuracağız!

Bırakmışlar ve vecd içinde, ortaçağdan kalma korkunç bir inanç sarhoşluğuyla Derviş’i coşkuyla izlemişler. Hiçbirinin ağzından ne, “Günahtır, yapmayın,” diye bir söz çıkmış ne de insanlığa ve Müslümanlığa yakışır bir çağrı.

Kubilay’ın kafası gövdesinden ayrılınca, “Yaşa Mehmet Hoca!” diye haykırmışlar, “hainin cezasını verdin. Ellerin dert görmesin!”

Derviş Mehmet; Üç kez, “Allahu ekber,” diye zikrettikten sonra avuçlarını Kubilay’ın boğazındaki damarlarından hâlâ akıyor olan kanla doldurmuş ve içmiş! Kendisini şaşkın gözlerle izleyenlere de şöyle haykırmış: “Kan haramdır. Ama din düşmanının kanını içmek helâldir!”

Sonra, “Ey ihvanı Müslimin, şimdi bu kelleyi sancak direğine bağlayacağız.

Hemen bir ip bulmuşlar. Kubilay’ın başını o iple sancak direğine asarak, başlamışlar hu çekmeye ve meydanda dönmeye.

İşte o sırada korkunç gürültüleri duyan Hasan ve Şevki adlarındaki iki bekçi hemen olay yerine koşmuş ve silâhlarını ateşledikleri gibi Derviş’in adamlarından birini öldürmüşler. Canavarlar da bu kez bekçilere ateş ederek ikisinin de hemen orada canlarına kıymışlar.

Alay komutanı nihayet işin ne derecede korkunç olduğunu görmüş ve olay yerine bir makineli tüfek göndermenin şart olduğunu anlamış.

Gelen askerler asilere, “Teslim olun,” diye haykırmışlar. Hiç teslim olur mu o gözü dönmüş yobazlar, “Bize kurşun işlemez,” diye karşılık vermişler.

Alay komutanı bunun üzerine, “Ateş!” diye bağırmış. Bizim Mehmetçikler makineli tüfeklerini katillerin üzerine doğrultmuşlar.

Derviş Mehmet, Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet yere yıkılıp gebermişler.

Emrullah oğlu Mehmet ile Hasan adındaki iki canavar da kaçarken yaralanıp yakalanmışlar.

Askerler hepsini ele geçirmiş

Menemen’deki korkunç gericilik olayı, ondan sonraki günlerde de Türkiye’nin gündeminde başı çekti.

Olayın ertesinde Menemen’de General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir harp divanı kuruldu. Muğlalı, devrimlerin en güçlü ve en acımasız koruyucularından biri olarak tanınıyordu.

105 kişi tutuklandı. Bunların arasında olayı penceresinden izleyen jandarma komutanı ve kanlı cinayeti alkışlayan Yahudi bir bakkal da vardı.

14 Ocak 193l’de başlayan duruşma ay sonunda sona erdi. 103 sanıktan beraat eden ve aklanan 27’si, “Yaşasın Cumhuriyet,” diye bağırdı. Mahkeme, sanıklardan 31’inin idamına karar verdi, Bunlar Kubilay’ın başını direğe bağlayarak alanlarda dolaştıranlar ve halkı kışkırtanlardı. Kamuoyu bir an önce suçluların cezalandırılması için sabırsızlanıyordu. Menemen sokaklarında artık hiç insan görünmüyordu. Askeri Mahkeme’nin kararı 2 Şubat’ta Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Kararda 31 sanığın idamının yanı sıra 25 kişinin çeşitli cezalara çarptırılması isteniyordu. Bakkal Jozef de idam mahkûmlarının arasındaydı.

Meclis aynı gün, sanıklardan yirmi dokuzunun idamını onayladı. Gazeteciler idam olaylarını izlemek için Menemen’e akın ettiler. Geleneklere göre idam sabaha karşı yapıldı. Gazeteciler sabahlara kadar Menemen otellerinde idamları bekledi. Hükümet de bu işin bir an önce bitirilmesini istiyordu.

Sonunda 3 Şubat’ı 4 Şubat’a bağlayan gece yarısından sonra mahkûmların bir bölümü istasyon alanında, bir bölümü olayların olduğu alanda, bazıları da tuz pazarı, bedesten ve sinema önünde kurulan sehpalarda asıldılar. Laz İbrahim sehpada sallanıncaya kadar Cumhuriyet’e küfretti. Kubilay’ın başının kesilmesine yardım eden Mehmet Emin adındaki mahkûm da Kubilay’ın şehit edildiği yerde idam edildi. Cesetler öğleye kadar sehpalarda asılı kaldı. İdam yerlerinde toplananlar mahkûmların iplerde sallanan vücutlarını lanetle seyrettiler.

İdam gecesi, sanıklardan biri idam yerine götürülürken kaçtı. Ama iki hafta sonra yakalandı ve o da hükümet alanında kurulan bir sehpada can verdi.

Menemen Olayı hükümeti çok telaşlandırmıştı. Hatta Gazi’nin, “Menemen haritadan silinecektir,” dediği de ağızdan ağza dolaşıyordu. Kana susamış gericiler Kubilay’ın başını keserlerken korkusundan katilleri alkışlayan zavallı Yahudi’nin idam edilişi de şaşkınlık yarattı. Bütün bunlar, hükümetin yobazlara karşı her zaman ne kadar sert ve acımasız olacağını gösteriyordu.

Kaynak: Hıfzı Topuz Devrim Yılları

Bunları da sevebilirsiniz