Ülkemizde sosyo-politik oluşum, Osmanlı’nın son dönemindeki üç temel anlayış ve örgütlenme ile günümüze kadar gelmiştir. Bunlar varlıklarını aynı anlayış içerisinde bugün de devam ettirmektedir.
İttihat ve Terakki Partisi: Osmanlı’nın çöküşe geçmesi ile birlikte, çöküşü engellemek ve batan devleti kurtarmak için Genç Türkler tarafından temeli atılmış, daha sonra gizli ve açık örgütlenerek 1908 de Padişah Abdülhamit’i bir darbe ile devirerek iktidara gelmiştir. İdeolojik olarak Türkleşmeyi ve o günün şartları içerisinde çağdaşlaşmayı benimsemiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, Osmanlı’nın yenilgisiyle dağılmıştır. Bu partinin mensupları Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kadrolarının büyük çoğunluğunu oluşturarak, Mustafa Kemal’e destek vermişlerdir. Anadolu’nun işgali sonrası birçok yerde Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti olarak örgütlenmiş ve kurtuluş hareketinin ilk çakmağını çakmıştır. M.Kemal bu örgütlerin Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti adı altında birleşmesini sağlamış, Cumhuriyet’in ilanından sonra Cumhuriyet Halk Fırkası adı ile siyasi partiye dönüştürmüş ve bu parti Cumhuriyet Devrimlerinin yapılmasını sağlamıştır.
Hürriyet ve İttifak Partisi: Bu Partinin öncülüğünü Damat Ferit Paşa Yapmıştır. Osmanlılık düşüncesi ile muhafazakarlık temel ilke olarak benimsenmiştir. Anadolu’nun işgali süresince İşgal Kuvvetleri ile işbirliği ederek iktidar olmuştur. Bugün ise, muhafazakarlığı savunarak 1946’dan beri Demokrat Parti ile varlığını sürdürmüş ve hala çeşitli parti adları altında devam ettirmektedir.
Ahrar Partisi: Yine aynı yıllarda muhafazakar İslamlaşmayı ilke edinerek tarih sahnesinde yerini almıştır. Siyasi ve ekonomik görüş olarak Prens Sebahattin’in Adem-i Merkeziyet ve Serbest piyasa ekonomisini benimseyerek Mizancı Murat tarafından siyasette yer etmiştir. Tek başlarına bir gelişme gösteremediğinden uzun süre varlığını korumak için diğer iki parti içine sızarak sürdürmüştür. Kurulduğu günden günümüze kadar hep ilerlemenin karşısında durmuş, kendilerine takiyeyi ilke edinmiştir. Cumhuriyet döneminde yeniden tarih sahnesine çıkışı Necmettin Erbakan’nın Milli Nizam Partisi ile olmuştur. Yasaklandıkları dönemlerde hep diğer siyasi partilerin içine sızarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Günümüze geldiğimizde, bu partinin ardılları Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde Refah partisinden ayrılarak, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde örgütlenip, 2002 Kasım seçimlerinde çok büyük takiyelerle ABD ve AB desteğini arkasına alarak iktidar olmuştur. O günden bugüne kadar çok çeşitli zikzaklar çizerek iktidarını devam ettirmektedir.
Siyaset halka hizmet aracıdır. Bu araç bazı uyanıklar tarafından zenginlik aracı olarak kullanılırsa yozlaşır ve o ülkenin giderek batışına neden olur. Maalesef 1946’dan sonra çok partili dönemle birlikte adım adım Cumhuriyet devrimlerini yozlaştırarak, muhafazakarlık adı altında “her mahalle de bir milyoner yaratma” anlayışı ile ülke bugünlere sürüklenmiştir. 1952 de NATO’ya girişle birlikte ulusal bağımsızlık şiarı unutulmuş gerek kültürel gerekse ekonomik olarak ülke emperyalizmin işbirlikçisi konumuna gelmiştir. Giderek, AKP ile tüm Cumhuriyet kazanımlarının üzeri yavaş yavaş şalla örtülmeye başlanmıştır. İslamlaşarak Muhafazakarlık, Osmanlı’yı canlandırmak gibi saçma bir düşünce gerçeğe dönüştürülerek cehaletin aymazlığından da destek alıp, ülkenin tüm çağdaşlık ve gelişmişlik durumu kemirilerek yok edilmeye çalışılmaktadır. AKP’nin bu karşı devrimci zihniyetini görenleri de yandaşları ve bizzat AKP kurucusu RT Erdoğan “zihniyet okumak” diye nitelemişler ve suçlamışlardır. AKP’nin bu gerçek zihniyeti nihayet yandaş yazar İbrahim Karagülle tarafından “ülkede karşı devrim gerçekleşmiştir. Artık ülke İslamlaşmış ve Osmanlı’ya dönüş sağlanmıştır” diye yazılı medyada itiraf edilmiştir.
Yolsuzluk, yandaş zengin etmek, hukuk devletini ortadan kaldırmak, düşünce ve fikir özgürlüklerini yok etmek, sağlık ve eğitimin parayla sağlanır konuma getirilişi, AKP iktidarının olmazsa olmazı oldu. Toplum üzerinde siyasal, ekonomik ne kadar alan varsa baskı altına alınarak, ülke açmazlara sürüklendi. Eğitim yaz boz tahtası gibi her koltuğa oturan bakan tarafından sıfırlanarak, çağdaş eğitim yerine din dersleri ile bugün bağnaz bir nesil yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Türban denilen baş örtüsü ana okullarındaki çocukların başlarına geçirilerek, o çocuklar tek kelimesini anlamadıkları Arapça Kuran dersleri ile eğitilmeye çalışılarak bilimsellikten uzaklaştırılıp bağnazlığın karanlığına sürüklenmektedirler. Bu uygulamanın fetvasını da Diyanet İşleri Başkanlığı üstlenmiş bulunmaktadır.
Siyaset gizli açık uygulamalarla Cumhuriyet Devrimlerinin kazanımlarını kemirirken, ülke ekonomisi borç batağına saplanmış ve buradan çıkış da ne yazık ki görünmemektedir. Hiçbir alanda üretim yapılmamakta, dış alımlarla ülke yabancılara her geçen gün biraz daha bağlanırken, ülke batağa sürüklenmektedir. Tarımsal girdilerin fiyatı arttıkça çiftçiler üretimden vazgeçerek tarımsal alanlar bomboş bırakılıp ekilmemekte, buna karşılık her türlü gıda maddesi ha babam ithal edilmektedir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, iktidar “nurlu ufuklara” ilerlemekte olduğumuzu yirmi dört saat, ellerinde kontrol ettikleri medya aracılığıyla iddia etmektedir. Saçmalık hızla gerçeğe dönüştürülmektedir. Çünkü yurttaşlar yoksullaştıkça insanlar Allah’a sığınmak zorunda kalacaktır. Bu gelişme de iktidarın hedefleri arasında baş sırayı işgal etmektedir. Oysa dünyada elli üç Müslüman ülke var. Bunlardan hiçbiri Ülkemizin gelişmişlik durumunun yarısı kadar bir gelişme sağlayamamış, yoksulluk ve karanlığın içinde boğulmaktadır. Onlara benzemek, onlar gibi olmak demektir.
İslamlaşmak ve muhafazakarlıkla, ne sosyal gelişme ne de çağdaş teknolojiye uygun bir sanayi oluşturulur. Geri kalmışlık bataklığında debelenmek bu anlayışla kaçınılmazdır. Her olumsuzlukta bir suçlu yaratarak saldırmak halkı aptal yerine koymanın dik alasıdır. Varlığını borçlu olduğu ABD ve AB ye sataşmak ve saldırmak kendisine oy sağlayabilir. Ama ülke bu mantıkla giderek siyaset arenasında yalnızlaşarak sonunda kendisi ile dövüşecek duruma düşer. Kin, ihtiras ve becerisizlik ülke yönetimini ele geçirirse ne yazık ki, toplumsal gelişme durur ve giderek ülke Osmanlı’nın son yüzyılda düştüğü duruma düşer. Aynı şartlarda aynı deneyin farklı sonuç vermediğini artık bazıları hariç bilmeyen kalmamıştır.
Son günlerde AKP ve Devlet Başkanı Sayın Erdoğan Saray’da yaptığı bir konuşmada Osmanlı Vezirlerinden birinin yazdığı vasiyetten söz etti. Bu vasiyet üç maddeden ibaret. Vezir kendisinden sonra vezir olacaklara devlet yönetimi için ders vermektedir. Madde bir: Ne kadar yapamayacağın ve yapmayacağın şey varsa vaad et. Madde iki: Yönetimin ve senin hakkında ne kadar olumsuz laf edilirse, sen hepsini inkar et. Madde üç: Ölmeden önce sen de bu nasihatı senden sonra geleceklere yaz ve bırak. Bunlar bana birilerini çağrıştırıyor ve hatırlatıyor. Ya sizlere…