Kaybolmuşluktan Varoluşa

İnsan sık sık kaybolur. Daha önce gitmediği bir yeri bulmaya çalışırken kaybolmak adettendir. Çok iyi bildiğimiz yollarda giderken, her gün yaptıklarımızı yaparken ve dahası en rutin anlarımızda bile kaybolup gittiğimiz de olur. Televizyon izliyoruzdur, birden fark ederiz ki bakakalmışızdır ekranda olup bitenleri fark etmeden. Ya da birkaç satır sonra, bu satırların okuru dalıp gider bir yerlere, kaybolur. Bir başkasını dinlerken kayboluruz düşüncelerimizde, kaygılarımızda… Bazen ne yaparken kaybolduğumuzu bile kaybederiz. Bir bakmışız ki yanı başımızdaki çerez bitmiş, romanın ana karakteri bilmediğimiz bir kişiyle bilmediğimiz bir yerde konuşurken çarpıcı bir söz söylemiş, izlediğimiz dizi bitmiş, dönmemiz gereken o kavşağı çoktan kaçırmışız, karşımızdaki kişi sorduğu sorunun yanıtını beklerken karşımızda tedirgin edici bir bakışla dikilmiş duruverir…

Hayattayızdır. Tüm istemsiz kaslarımız, organlarımız çalışır çalışmasına ama biz orada değilizdir bir şekilde. Boş bakar, yaşarmış gibi yaşarız: Dinlermiş gibi yaparız, okurmuş gibi bakarız sayfalara; üstelik kaygılı da değilizdir ne de dişimiz ağrıyordur. Bazen işte böyle kaybolup gideriz. Bazen mi? Dürüst olalım, çoğu zaman böyleyizdir de kimi zaman fark ederiz kaybolup gitmiş olduğumuzda, bilmediği bir yerde uykusundan uyanan uyur gezer gibi dehşete düştüğümüz de olur, bir zeka parıltısıyla bu kaybolmuşluktan çıkıverip karşımızdakine çaktırmadan sohbeti sürdürdüğümüz de.

Varoluş anlarımız pek az ne yazık ki! Şöyle doya doya “ben varım, yaşıyorum” diyebildiğimiz ya da tüm dikkatimizle karşımızdakini dinlediğimiz, okuduklarımızdan gayrısını düşünmediğimiz pek azdır. Nefes aldığımız her anı gerçekten yaşamamız pek mümkün görünmese de içinde kaybolup gidiverdiğimiz, kimliğimizi yitirdiğimiz, hayallerimizden bizi koparan akıntıya sürüklendiğimiz bu kontrolsüz akıştan çıkmak mümkün.

“Çağın hastalığı işte”, “dikkat eksikliği veya dağınıklığı sendromu”, “bahar yorgunluğu”, “modern yaşam” gibi etiketlerin ardına saklanmadan kurtulmamız mümkün bu illetten. Bunu yapmak, o sevimsiz ve pek kötü sözcüğü anmadan olmaz ama: disiplin, daha doğrusu özdisiplin.



Akıntıdan Kurtuluşun Anahtarı: Özdisiplin

Akıntıdan dışarı çıkmak için öncelikle farkındalığımızı arttırmamız gerekmektedir. Şu an neredeyiz? Dünyanın neresinde? Hayatımızın neresinde? Yaptığımız veya yapmak zorunda olduğumuz işin neresindeyiz? Hangi zamandayız? Gücümüz ne durumda? Üzerimizdeki etkiler neler? Daha da somut soralım: Kanımızdaki şeker düzeyimiz nedir? Ya uyku durumumuz? Vücudumuz doğru bir biçimde mi? Eğik durumda mıyız? Hadi bunlar kolay diyelim. Dışarıdan nasıl görünüyoruz? Sinirli, gergin, kaygılı, yoksa boş mu bakıyoruz? Ses tonumuz nasıl? Az önce bağıran ben miydim gerçekten de? Yoksa hızlı mı konuşuyorum? Ya da mırıl mırıl mı? Az önce ellerim neredeydi? Az önce ne diyecektim? Bu web sayfasına nasıl geldim? Kaç dakikadır bu fotoğraflara bakıyorum? Otobüs az önce neden durdu? Kırmızı mı yandı yoksa yolcu mu indiriyordu? Cebimde kaç lira para var? Ya banka hesabımda? Kaç dakikadır yazıyorum? Ya da siz kaç dakikadır okuyorsunuz?

Sahiden de farkında mıyız olan bitenin? Zihnimizdekilerin ve etrafımızdakilerin farkında mıyız? Farkında değilsek, şu an nerede olduğumuzu bilmiyorsak hedefimize nasıl varacağız? Daha başlangıç noktamızı bilemiyorsak ya da gideceğimiz mesafe ve bu mesafeyi katetmemiz için gerekenleri bilmiyorsak hedeflerimize nasıl varırız?


Demek, öncelikle farkındalığımızı arttıracağız. Ne zaman yoruluyoruz? Ne zaman enerjik hissediyoruz kendimizi? Moralimizi bozan ne? Bize iyi gelen ne? Ne zaman üstümüze ağırlık çöküyor? Ne zaman motive oluyoruz? Olumlu şeyleri nasıl arttırabiliriz, olumsuzları nasıl azaltabiliriz? Gördüğünüz gibi yanıtlanamayacak sorular değil bunlar. Demek, farkındalığımızı arttırabiliriz. Diyelim ki arttırdık. Ya sonra?

Sonrasında, tuzakları öğreneceğiz. Farkındalığımızı yitirmemize yol açan tuzaklar neler? Sakin kafayla aldığımız kararları sorgulamamıza onlardan caymamıza yol açan etmenler neler? Bu tuzakları nasıl bertaraf edebileceğimizi de öğrendiğimizde disiplin alıştırmaları kalıyor. Sınırlarımızı zorlamak için yapmamız gereken planlı ve kontrollü etkinliklere girişmemiz gerekiyor. Bunları çoğumuz biliyoruz: Belirli bir süre aç kalmak, belirli bir zamanda belirli bir rotada koşmak, belirli bir saatte kalkmak için hazırlıkları vakitlice tamamlamak vb.



Disiplin için İrade Gücünün Geliştirilmesi

Tüm bunlar tamam da, farkındalığımız sakatlanmadığı zaman bile disiplin gerektiren işleri tamamlada sorun yaşamamızın nedeni nedir? Esasında, kritik soru budur. Farkındalığımız görece daha iyi bir durumda olduğu halde disiplin gerektiren işlerde yeterli bir performans sergileyemeyiz çoğu zaman. Bunun nedeni, irade çatışmasıdır. Kimi zaman kısa erimli çıkarlarımızla uzun erimli çıkarlarımız; kimi zamansa anlık isteklerimizle daha bütünlüklü ve zamana yayılmış isteklerimiz çatışmaktadır. Bu çatışmalardan güçlü bir şekilde ve uzun erimli olanlar lehine galip çıkmamız için bu çatışmalara da hazırlıklı olmalıyız. İrademize ket vuracak istek ve ihtiyaçlarımızı önceden doyurmak veya bunların bizim üzerimizde etki doğurmasını engelleyecek koşulları hazırlamak bu türden hazırlık çalışmalarına girmektedir. Öte yandan, uzun erimli istek ve ihtiyaçlar lehine bir zafer için bu uzun erimli hedefleri daha kısa erimli sonuçlara bölmek ve bu her bir bölümü karşısında etki eden kısa erimli caydırıcılara karşı daha çekici kılmak için gerekli koşulları hazırlamak gerekmektedir.

Özdisiplinin edinilmesi ve güçlendirilmesi için buraya kadar anlatılanlar hayli soyut görünmektedir. Bunu somutlaştırmak için tekil irade çatışmalarına eğilmek gerekmektedir. Ne var ki böylesi bir çaba bu yazının sınırlarını aşacaktır. Dahası, öncelikle genel ilkelerin anlaşılması gerekmektedir. Genel ilkelerin öğrenilmesi, her ne kadar basit görünse de irade üzerine etraflıca bir kavrayışa erişmeden disiplin geliştirme çalışmalarının somut olay ve durumlara uygulanması pek mümkün görünmemektedir.

Bunun için iradenin [diğer bir deyişle, irade gücünün] yapısı ve gelişimine dair yapılan çalışmaların sonuçlarının özlü bir şekilde de olsa kavranması gerekmektedir:

  1. İrade bir kas gibidir:

  1. Kas gibidir çünkü yorulmaktadır ve dinlenmeye ihtiyacı vardır.

  2. Kas gibidir çünkü tıpkı kasların belirli alıştırmalarla geliştirilebildiği gibi irade gücü de geliştirilebilir.

  1. İrade gücü daha fazla olan kişiler, irade gücünü kullanmalarını gerektirecek durumları önceden sezme ve bu durumlardan kaçınma yeteneğini geliştirmişlerdir.

  2. İrade gücü, kandaki şeker düzeyinden etkilenmektedir, dolayısıyla kan şekerini hızla yükselten ve hızla düşüren beslenme düzenleri irade gücünün gelişimi ve iradenin kullanımı karşısında olumsuz etkiye sahiptir.

  3. İrade gücü, beklenti ve korku gibi duygu durumlarından etkilenmektedir.

  4. Alışkanlıkların oluşturulmasında irade gücünün kullanımı kilit önemdedir.

  5. Alışkanlıklar bir kez oluştuktan sonra güç edimleri içeren alışkanlıkların sürmesi için irade gücünün kullanımı azalmaktadır.

Dolayısıyla, irade gücüne dayanarak giriştiğimiz işleri başardığımız ölçüde irade gücümüz gelişeceği gibi irade gücüne başvurmaksızın hedeflerimize doğru yürüme olasılığımız artacaktır. Hele ki bu hedefler uğruna atmamız gerekenler alışkanlıklarımızın birer parçası haline geldiğinde, önceden irade gücüyle attığımız adımlar artık görece kendiliğinden atılmaya başlanmaktadır. Bu sayede, irade gücümüzü kullanmadığımız gibi hedefe doğru daha hızlı ilerlemek veya hedefimizi genişletmek için gerekli irade gücünü de biriktirmiş oluyoruz.

Görmüş olduğumuz gibi, irade gücümüzü geliştirmek ve irade gücümüze başvurma koşullarını düzenlemek için gerekli farkındalığa ulaşmak özdisiplin inşasında ve disiplinsizlik sonucu akıntıya kapılmaktan kurtulmak için kilit önemdedir. Ne var ki, tüm bunları başarabilmek için:

  1. Bu hedeflere uygun bir beslenme düzeni

  2. Bu hedeflere uygun bir uyku düzeni

  3. Bu hedeflere uygun bir sosyal düzen gerekmektedir.

İşin güzel yanı, bu türden bir düzeni kurmak için de buraya kadar anlatmış olduklarımızdan yararlanabiliriz.

Bunları da sevebilirsiniz