Bu yazıda bir kitabı tanıtacağım. Kitabın adı, “Borç-İlk 5000 Yıl”. Yazarı David Graeber; bir antropolog. London School of Economics’de antropoloji dersleri veriyor. 2007 yılında, o güne kadar çalıştığı Yale üniversitesinden, neo-liberalizm karşıtı siyasi görüşleri nedeniyle atılmış.
Borç konusunu sıklıkla işleyen, borçlanmanın karşılığının; borç verene, borç verenin kararlarına bağımlılık anlamına geldiğini/geleceğini yazan, borçlanmanın borç veren karşısında şu veya bu ölçüde özgürlüğünden/karar verme hakkından vazgeçmek anlamına geleceğini söyleyen bir kişi olarak, Muammer Pehlivan tarafından dilimize kazandırılan kitabın sırf isminin dahi bana çekici geldiğini itiraf etmeliyim.
Kitabının ilk bölümünde “borç” konusunu yerleşik ahlaki değerlerimiz bağlamında ele alan yazara göre, hayatımızın her alanında büyük yer tutan, uluslararası politikaların en temel unsurlarından birisi haline gelmiş olan “borç” kavramının gücü; “borcun” ne olduğunu tam olarak bilmememizden ve kavramın çok esnek olmasından kaynaklanıyor. Hayatın her alanında “borç” kavramıyla, “borç veren” ya da “borç alan” olarak şu ya da bu ölçekte karşılaşmış olan insanların, “borç” kavramının anlamını bilmiyor olmaları gerçekten de mümkün olabilir mi?
Yazar bu soruya yanıt verebilmek, kavramın kökenini ve gerçekte ne anlama geldiğini bulabilmek ve tabii ki bizlerle paylaşabilmek için 5000 yıllık insanlık tarihini kapsayan ve sonuçta “borç” kavramının insanlık tarihini, kadın-erkek ilişkileri, kölelik dahil toplumsal yapıları nasıl şekillendirdiğini, bu gün yaşadığımız acıların, korkuların, güvensizliklerin üzerine kurulu, korkular, güvensizlikler olmadan var olması mümkün olamayacak “borç” kavramının, gerçekte ne olduğunu ortaya koyan çok emek isteyen bir çalışma yapmış.
Yoksulluğun açgözlü finansçıların yoksulları sömürmesinden değil (bunu uluslar için, uluslararası ilişkiler bağlamında da söylemek mümkün), yoksulların kredi mekanizmalarına ulaşamamasından kaynaklandığını; kredi alıp kendi işlerini kurup geliştiremeyen tembel yoksullar yani girişimci ve rekabetçi olmayanlar, finansal okur-yazarlıktan nasibini almayanlar açısından ise yapacak bir şey olmadığını savunarak ahlaken kendilerini rahatlatan ana akım ekonomi literatürünün, bizi sürekli olarak yanlış sorular sormaya yönlendirdiğini, 5000 yıllık insanlık tarihine referanslarla ortaya koyuyor.
Kitap, yazarın, belki de kitabı okumaksızın çok da anlamlı gelmeyecek ama kitap konusunda merak uyandıracağını umduğum şu tespitleriyle son buluyor. “Peki, o zaman borç nedir? Borç sadece çarpıtılmış vaattir. Matematik ve şiddetle kirletilmiş bir vaattir… Bu yolculukta atacağımız ilk adım, geniş bir çerçevede ele aldığımızda, nasıl hiç kimsenin bize gerçek değerimizi söyleme hakkı yoksa, hiç kimsenin gerçekten ne borçlu olduğumuzu söyleme hakkının da olmadığını kabul etmektir”
Sonuç olarak, “borç” kavramının kutsallığı üzerinde yükselen/var olan küresel finans piyasalarında birinin veya birilerinin kazanıyor olmasının, birinin ya da birilerinin kaybediyor olması anlamına geleceği temel gerçeğini dahi görmezden gelen ya da gerçekten göremeyen vahşi bir sürü haline geldik/getirildik.
Tüm insanlığın sonu olacak bu gidişi durdurmanın yolu, sanırım yazarın “borç” kavramı üzerinden yaptığı gibi hayatlarımızı yönlendiren, çok tekrarlandığı için gerçek olduğuna inandığımız/inandırıldığımız kavramların gerçekte ne anlama geldiğini anlamaya çalışmaktan, tartışmaya başlamaktan geçiyor.
(*) David Graeber. Borç-İlk 5000 Yıl. Everest Yayınları. 2015