“Amerika’yı yeniden yükseltme” sloganıyla/vaadiyle iktidar olan Biden tarafından, Avrasya’nın merkezinde başlatılan operasyonun odağını an itibarıyla Ukrayna oluştursa da, gelişmelerin burayla sınırlı kalmayacağını öngörmek için oldukça çok veriye sahibiz.
Ukrayna krizi adı altında yaşananlar, Sovyetlerin çöküşü sonrasında ABD’den kısmen de olsa bağımsız hareket etmeye başlayan Avrupa Birliği’nin (AB), Putin döneminde, Gorbaçov ve Yeltsin’in teslimiyetçi politikalarını terk edip, yeniden bağımsız bir devlet gibi davranmaya başlayan Rusya’nın “terbiye edilmesi”, ülkemizi de doğrudan etkileyecek şekilde, Suriye’de yarım kalan Arap Baharlarının tamamlanması için katalizör işlevi görecektir. En azında ABD ve NATO’nun beklentisi budur.
NATO’nun ya da genel olarak ABD liderliğindeki batının bu operasyonunu bizim açımızdan önemli hatta hayati kılan şey, ülkemizin söz konusu operasyon alanlarının tam merkezinde yer alıyor, Türkiye’nin tavrının Washington ve Brüksel’deki NATO karargahında kotarılan operasyonların başarısı için büyük önem taşıyor olması.
Ukrayna sorununun devamı olarak gündeme gelmesi olası operasyonlar bunlar.
Rusya’nın terbiye edilmesi konusu ile başlayalım.
NATO yetkililerinin 100 uçak, 120 gemili söylemlerinin, NATO üyesi olmayan Ukrayna’ya giren Rusya’ya karşı herhangi bir askeri tehdit oluşturmadığını söyleyerek başlayalım. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi sonrasında ABD, AB, NATO adına yapılan açıklamalar, Rusya’nın güvenlik garantileri konusundaki taleplerini gayrı ciddi bir üslupla reddeden ABD yönetimi ile NATO ve AB bürokrasisinin, krizin fiili bir askeri harekata dönüşmesi için “menzil eşeği” olarak kullandıkları Ukrayna’ya askeri destek konusunda kıllarını kıpırdatmayacaklarını çok net bir şekilde ortaya koymuş durumda.
Özgürlük, barış, diplomasiye öncelik verilmesi gerektiği babından hamasi söylemlerin köpüğü kaldırıldığında, ABD, AB, NATO cephesi tarafından Ukrayna adına yapılacak tek şey, taraflara etkilerini farklı bir yazıda ele alacağım, “ağır ekonomik yaptırımlar” oluyor.
“Avrupa’nın terbiyesi” başlığı altında ele alacağım konular açısından durum çok daha sıkıntılı.
Sıkıntının temel nedeni, ABD’nin Avrupa Birliği’ni (AB), AB’nin merkez ülkeleri Almanya ve Fransa’yı, özellikle son 4-5 yılda, İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi istediği gibi peşinden sürükleyemiyor olması. Wikileaks sızıntıları, NSA’nın, Merkel dahil “ABD’nin dostlarını” da dinleyen casusluk ağıyla iyiden iyiye deşifre olan Atlantik ittifakındaki, ABD’nin patronajına/tahakkümüne dayalı eşitsiz ilişki gerçeği ve bu durumun neden olduğu, stratejik değişim talebi.
Bu durum, özellikle Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında kendini dünyanın tek patronu Stratfor yöneticisi George Friedman’ın ifadesiyle “İmparatoru” olarak gören ABD’de ciddi şekilde rahatsızlık yaratıyor. ABD ve NATO tarafından 2011 yılından bu yana ekilen nifak tohumlarının sonucu olarak ortaya çıkan Ukrayna sorunu, ABD’nin Rusya’nın yanı sıra ABD’ye soğuk duran AB üyesi müttefiklerini de hizaya sokacak bir araç olarak kullanılıyor. Ukrayna sorunu ve Avrupa-Rusya ilişkileri konusunda, AB içerinde var olan çelişkilerin katalizör işlevi gördüğü fikir ayrılıkları AB’nin siyasi bütünlüğü açısından ciddi anlamda tehdit oluşturma noktasına ulaşmış durumda.
Bir tarafta Almanya, Fransa başta olmak üzere AB’nin merkez ülkeleri yönetimlerinin, diğer tarafında Estonya, Litvanya, Letonya, Polonya, Romanya gibi, Rusya’ya komşu ülkelerin yer aldığı bu kavganın an itibarıyla -Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi sonrasında- en azından görünürde kazananı, ABD ile NATO ve AB Bürokratlarının önderlik ettiği ABD yancısı cephe. 2004 tarihli Turuncu Devrimle ekmeye başladıkları nifak tohumlarıyla, çok ciddi bir Rus kökenli nüfus barındıran Ukrayna’yı, komşusu Rusya’ya karşı kışkırtma oyununun başrolünde yer alan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve benzerleri televizyon ekranlarını doldurmuş, üst perdeden Rusya’ya ceza kesme yarışına girişmiş durumdalar.
Gelelim, yazının başında Ukrayna Müdahalesinin olası yansımaları, orta ve uzun vadeli hedefleri olarak bahsettiğimiz 3 başlıktan, Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımların, ekonomimiz üzerinde oluşturacağı olumsuz etkiler dışında, kısa vadede bizi en çok ilgilendiren üçüncüsüne. Şu çok açık ki, kuzeyimizde gerçekleştirilen bu operasyonun devamı, Davutoğlu’nun tasfiyesi ve FETÖ darbesi sonrasında, yarım kalan ABD, AB operasyonlarının, Türkiye de gerçekleşecek bir siyasi çizgi değişimi sonrasında -bunun illaki iktidar değişimi ile gerçekleşmesi gerekmiyor- demokrasi, özgürlük, denilerek, Kürt açılımı adı altında yeniden canlandırılması, olacaktır. Bir yandan ülkemizdeki üniter yapının, Irak ve Suriye de yapılan/yapılmak istenilene benzer şekilde fiilen sonlandırılması anlamını taşıyacak bu operasyonun diğer ayağını, odağında Kürt devlet ya da devletçikleri olan Suriye ve Irak eksenli ABD operasyonları oluşturacaktır.
Son dönemde verdikleri batı-NATO sever, Rusya karşıtı keskin mesajlarla, bu tür bir göreve hazır olduğunu yüksek sesle beyan eden muhalefet cephesinin, benzer mesajları veren bazı iktidar sözcüleri tarafından yalnız bırakılmıyor oluşu, bu konuda siyaset cephesindeki rekabetin oldukça kızıştığını gösteriyor.
Topyekun muhalefet ve bazı iktidar sözcüleri tarafından dile getirilen bu açıklamaları, 1 Mart 2003 de yaşanan, cezası çuval geçirerek kesilen “teskere krizi” gibi bir “yol kazasının” bir daha gerçekleşmeyeceğinin, o günlerde tezkere yanlısı tavır alan Abdullah Gül, tezkere yani Türk askeri üzerinden para pazarlığı yapan Ali Babacan çizgisinin, siyaset kurumu içerisinde popülaritesinin artması olarak değerlendirmek de mümkün.(¹) Abdullah Gül’ün, hemen ortaya çıkarak “Rusya’nın diplomatik yolları terk ederek Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğine saldırısı, uluslararası hukuku ve anlaşmaları tanımadığının ilanıdır. Bu davranış biz dahil, tüm komşular ve bölge için örtülü tehdittir“ demesi boşuna değil anlayacağınız. (²)
Atatürk’ün bağımsız cumhuriyetinin, NATO’ya katılım yoluyla batının tam bağımlısı olmaya dönüştürüldüğü 2. Dünya Savaşı sonrası günleri hatırlatan bir siyasi kırılma söz konusu. Yaşananlara bu açıdan bakıldığında, Ukrayna eksenli ABD-NATO operasyonlarının ülkemiz siyasi kurumlarına etkisi açısından -Millet İttifakı açısından bütünüyle, iktidar kanadı için ise kısmen- büyük ölçüde hedefine ulaştığını söylemek mümkün.
“Ana akım” siyasetin ülkenin çıkarlarını, koşulsuz batı yandaşlığında gören bu tavrı ülke siyasetine bütünüyle hakim olursa, bu durum, Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde tehlikeli şekilde tırmandırılan, Rus uçağı düşürülerek ülkeyi Rusya ile savaş noktasına getiren politikaların kaldığı yerden sürdürülmesine, ülkenin batı adına savaşma karşılığı, dış borç almaya layık görülen bir müstemleke durumuna düşürülmesi anlamına gelecektir.
Ahmet Müfit
Kaynakça: