Sezar’ın Yeni Mezarlığı

“Doğa hiçbir durumda sanattan daha aşağı değildir, çünkü sanatlar doğayı yansıtırlar. Bu böyle olduğuna göre, her bakımdan kusursuz olan ve her şeyi kapsayan doğayı hiçbir teknik yetenek aşamaz. Öte yandan, her sanat daha yüce olanların yararına daha aşağı olanları yaratır; evrensel doğa da aynı şeyi yapar. Adalet buradan kaynaklanır, bütün öteki erdemler de adalete dayanır, çünkü ilgisiz nesnelere değer verirsek, ya da kolayca kandırılırsak, yargıda bulunmakta aceleci davranırsak, kararlı olmazsak, adil olamayız.”

˗˗˗˗˗ Marcus Aurelius Augustus, M.S. 121-180



Bu ahlak görüşü Stoacılığı antikçağın en etkili felsefe görüşlerinden birine dönüştürdü; çünkü geleneksel ırk, toplumsal konum ve cinsiyet sınırlarını aşarak, ortak bir insanlık ülküsü geliştirdi. Mutluluğun temellerini insanın içinde bularak, bunları bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük erdemleriyle özdeşleştirerek, karşılıklı yardımlaşmanın birleştirdiği bir insanlık öngördü. Eski Yunan ve Roma dünyasının çok farklı topluluklarında olumsuzluklarla karşılaşan bireye destek olabilecek bir ahlak sistemi ortaya koydu. Aynı zamanda toplum için üyelerinin ahlaklılığına ve usa dayalı bir “doğal hukuk”un geliştirilmesine katkıda bulundu. Bu yüzden Stoacılık bütün Antikçağ boyunca MS 2. yüzyıla değin yandaş buldu. Bu düşünüşte olanların en bilindik isimlerinden birisi Marcus Aurelius’tur.

O bugünkü dünya sınırları içinde erdem ve adaleti, parçaları sonsuza kadar yer değiştirse de daime genç kalacak doğa içinde kullanarak birleşen bir beşeri yapıyı kendine işaret edip bu dünyadan ayrılmıştı.

***

Beethoven 9. Senfonisi’ni bestelerken antikçağdaki bu bakış açısının devamı niteliğini korudu. Tüm insanlar kardeş olduğu sürece yeryüzü, yaratıcının kutsallığı aşamalarına erişecekti. Ölümünden 130 yıl sonra Avrupa iç çekişmelerine son vermek amacıyla uzun süre önce rivayet edildiği üzere “birleşmiş insanlığa” hizmet edici, adaletli ve kucaklayıcı bir birlik yoluna girmişti veya en azından insanlıkla ve evrensel erdemlerle ilgili iddiaları bu yöndeydi. Marcus Aurelius ortaya koyduğu sorunun bir gün bu tip bir maskeye dönüşeceğini öngörememişti, belki, ama senatosu ve insanları için geride bıraktığı kültür mirasına inanmıştı.

Suriyeli göçmenlerle oluşan dalgalar dolusu insan bu birleşik insanlık portresi altındaki birleşik Avrupa perdesinin aldığı en büyük darbe olacaktı; çünkü İngiltere en başından beri Avrupa Birliği içinde konumunu ayrı tutmak istemesiyle, yönetsel erkine aşırı müdahale edildiğini öne sürmesiyle ve kendini üstün görmesi nedeniyle oyunun en mızıkçısı rolünü en başından beri üstlenmekteydi.

Açıktan da olsa İngiltere mültecilere ve göçmenlere tümden karşıt bir duruş sergileyemiyordu; çünkü AB parlamentosu başta fakir olan üye Doğu Avrupa ülkelerinden gelen göçmenler birer birlik vatandaşı olduğundan kurallar bu konuda müstakil kararları kısıtlıyordu. Bunun da dışında eğer tümden göçmen karşıtı bu yönlerini ortaya koyacak olurlarsa arkasına sığınacakları başka bir demokrasi, hürriyet ve insaniyet maskesi kalmayacaktı. Acı biçimde komik olan kısım ise yıllarca radikal İslam taraftarlarına, petrol zengini Arap soylularına ve bölücü birçok gruba kucak açan şimdinin göçmen karşıtı Avrupası ve İngiltere tavır almak için bu günü beklemişti.

İngilizler için elde kalan son silah bağımsızlıklarına gölge düştüğünü öne sürdükleri Brexit kampanyasıydı. Aslında bu durum bir vakitlerin ünlü Pentagon stratejisti Huntignton’un öngördüğü Kuzey Amerika, İngiltere ve İngiliz cemiyetleri birliğine doğru gelişen yönelimlerle bağdaşmaktadır.

Her ne olursa olsun yeni tanımlanacak düzende dünyadaki diğer insanların ve İngilizlerin kimliği tam anlamıyla ilişkilerini sürdürebildiği düzeyde geçerli olacaktır. Bu gerçeği açık gözlerle benimsemek önemlidir; çünkü bugün Birleşik Krallık içerisinde dini ve etnik bölümlenmenin yanında artık İngilizlerde nesil savaşları barizleşmeye başlamıştır. Gençler ve gelecek maliyetleri tahmin etmekte zorlanmayan bir takım kişiler birlikten ayrılma kararına mızraklı ilmihal taraftarları derecesinde karşı çıkmakta ve yaşlı nesli bağnazlıkla, öngörüsüzlükle ve köhnemişlikle betimlemektedirler. Onlar Avrupa’dan kopmanın hesabını Avrupalı refah dolu kimlikleriyle ödeyeceklerini düşünmektedirler.

Akıllara ‘demokrasinin beşiği’ biçiminde yerleştirilmiş olan İngiltere’de gelişen bu sonucun büyük kesimlerce şaşkınlıkla karşılanması, uzun süren ve İngilizler için bol fayda sağlamış olan bu birlikten denge bozucu ve saf değiştirici biçimde ayrılınması o fildişi demokraside gölge giyen dişlilerin etkin olduğunun kanıtıdır.

Jimmy ve Jonny ortaklığının göze çarpan köşelerinden bir diğeri Türkiye için sıradanlaşmış patlamalara muvaffakiyet veren kökten dinci İslami hareket gruplarının eylemlerinin Arabistan üzerinden desteklenmesi ve batıda birlik olarak fonlanmasıdır; ancak artık Alamut Kalesi çağlarından günümüze en önemli fark daima unutulduğu için bu planlar, ateşle oynayan batının kültürüne nüfuz etmeye başlamıştır. Artık söylentiyi ve hareketlenmeyi başlatmaktan çok onu kontrol etmek zordur ve radikal gericilerin yaptığı bireysel eylem çağırıları elbet bir gün batıyı da damarlarından kurutacaktır.

Sorun aslında oldukça açıktır, insanı oluşturan kültür ve doğa sonsuzluğuna zarar vermeden zenginleşmek olası değildir. Maaleseftir ki insanlığın doğası yüksek standartlara sahip, nitelikli yobazların zenginleşmesine şahit olmakla ve bu yolda yaşadığı tüm acıları unutmakla yükümlüdür. Ya da Dostoyevski’nin deyimiyle “Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!”.

***

İbni Haldun ‘toplum, toplumsal hayvanlardan oluşur’ der Mukaddime’sinde; ancak insanoğlunun tarihsel mühendisliği insan toplumunun yaratılarıyla kaim değildir. İnsanlık sıfatının, diğer insanları tanıdıkça kendi için yeteli olmadığını görmek gerçek farkındalıktır, çünkü bu, gerçek algılayıştaki soyut düşünebilmenin doğasıdır. Birey olmak ve öğrenebilmektir. İşte tam bu noktada bir diğer büyük hayıflanmamız ortaya çıkacaktır. Farkındalığın nesli tükenmektedir ve bu yüzyılda reklamların işçisi olmuştur.

Düşüncenin nüfuz edemediği bir ufukta, yüzlerimizi kızardığını gösterebilecek kadar soluk ışık saçan o gerçekliğin huzmesinin altında, insanlık gönencini artırsındiye yaratılan medeniyet kültüründe dünya ortalamasıyla Mayalar’dan Türkiye ölçeğinde ise Atatürk’ümüzün Cumhuriyet sürevinden öteye gidemedik. Bu sebeple Sezar’ın başlattığı, Avrupa’ya miras ile rehber olacağı öngörülen bu eserlere ve Beethoven’ın idealleştirdiği bu fikirlere bugün yeni bir lahit kazınmıştır. Sonraki lahdin cumhuriyetimiz olmaması dileğiyle.

***

Şimdiye kadar uygulanan öğrenim ve terbiye biçimlerinin ulusumuzun gerilemesinde en önemli etken olduğu düşüncesindeyim. Onun için ulusal terbiye programından bahsederken eski çağın batıl ve yaratılışımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı düşüncelerinden, Doğudan ve Batıdan gelen etkilerden tamamen uzak ulusal kişilik ve tarihimizle orantılı bir kültür kastediyorum. Çünkü ulusal savımızın gelişimi ancak böyle bir kültür ile var edilebilir. Gelişigüzel bir yabancı kültür şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür zeminle orantılıdır. O zemin milletin kişiliğidir.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk (15 Temmuz 1921)

Bunları da sevebilirsiniz