5. Frank ve Adaletsizlik!

Toplumlar çoğu zaman geçmişte yaşananlardan ders çıkarmıyor. Hem de öyle yüzyıllar öncesinden değil de, çok yakın bir tarihte yaşanmış olaylardan dahi gerekli derslerin çıkarılmadığını görüyoruz.

Suç örgütlerinin yükselişi, yayılışı, katmerlenişi ve kimi zaman iktidara yerleşmeleri farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda defalarca, aynı sıradanlık ve aynı düzenbazlıklarla yaşanıyor. Hep aynı «keşke”ler farklı dillerde farklı renklerdeki ağızlardan sarf ediliyor. Kimi zaman Al Capone vari suçlular ellerine giydikleri beyaz eldivenlerle gizliyorlar hünerlerini, kimi zamansa Hitler Almanyası’nda Münih Olimpiyatı açılışındaki gibi kürsüden izliyor katiller eserlerini.

Yaşananlar bir daha yaşanmasın diye Bertolt Brecht gibi ozanlar her dilde ve her coğrafyada zihinlerimize kazıyorlar tüm olup bitenleri. Brecht ünlü oyunu «Arthuro Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı”nda Al Capone’la Hitler’i tek bir bedende resmediyor. Hortlayan Faşizm önlenebilirdi Brecht’e göre. Mario Puzzo’nun yazdığı ve Francis Ford Coppola’nın yönettiği Godfather filminde dendiği gibi «Hitler daha iktidara gelmeden çok önce veya Avrupa’ya yayılmasının daha başlangıcında, Münih’te durdurulmalıydı”.

Yapılamadı tüm bunlar. Sonra, yıllar sonra… Türkiye’de yaşananlar yaşanırken ve yaşandıktan sonra ülkenin aydın sanatçıları bu oyunları yeniden ve yeniden temsil ettiler. İstanbul’da TiyatroAdam yeniden temsil etti, elbette kendi yorumlarını da ekleyerek, Brecht’i. Brecht’i temsil etmekle de kalmadılar, İsviçreli Anti-Faşist oyun yazarı Friedrich Dürrenmatt’ın «5. Frank” adlı oyununu da inanılmaz şölen eşliğinde Afife Jale Sahnesi’ne kazıdılar. Sanırım, hala fark etmedik içinde yaşadığımız atmosferi, derya içre balıklar gibi.

Brecht temsilleriyle önlenebilir ve fakat tırmanan faşizmi ele alan Tiyatro Adam bu kez «Adaletsiz Adaleti” resmettiler. Ne ilginç tesadüf değil mi? Adı anıldıkça kendisi ortadan kaybolan «Adalet”, aynı zamanda boyutu arttıkça önemsizleşen «Adaletsizlik”e eşlik ediyor. İnsanların «adalet” çığlıkları «Adalet”in terazisini tutan Themis’in kulağına vardıkça farklı bir anlam kazanıyor: Adaletsizlikle birleşiyor adaleti ağzından düşürmeyenlerin kulaklarında bu çığlıklar. Oyunda bir bankada, kayıtlara göre herhangi bir banka gibi işleyen, çalışan bir gangsterler topluluğunun yaptıkları ve topluluk üyelerinin başlarına gelenler anlatılıyor. Zanaatkar iki gencin, ekonomik alt üst oluş (mali sermayenin egemenliğindeki ekonomik krizler) nedeniyle şehirde hırsızlık planları yaptıkları sırada 5. Frank tarafından bankada çalışma teklifiyle karşı karşıya geliyor. «Dürüst” bir yoldan zengin olma olanağına dört elle sarılan ve henüz yeni tanışmış iki genç kendilerini bir çetenin içinde buluveriyorlar. İnsanları çetede buluşturan «vefa”, «fedakarlık”, «çalışkanlık”, «geleceğe ilişkin insancıl ve güzel hayaller” (sevdiceği ile çocuk sahibi olup kırsala yerleşmek, dünyanın kötülüklerinden uzak tuttukları çocuklarıyla beraber namuslu bir yaşam sürmek vb.) gibi etiketlerin ardında çıkarları ve karlarını arttırma hırslarıdır. Bu süreçte iyi ve kötü yoktur, sadece çıkarlarını arttırabilenler ve arttırma olanağına erişemeyenlerin naif bakışlara «iyi” ve «kötü” gibi görünen davranışları söz konusudur. Hatta bu bakışların «en naifi”ne sahip olduğu düşünülebilecek papaz elbisesi bile onlar için bir kamuflaj malzemesi oluyor. Oyunda çeteyi parçalayanın da onları biraraya getiren etmenlerle bir ve aynı etmenler olduğu işleniyor. Çetenin dağılmasına karşı 5. Frank’ın sarıldığı son silahlar «vefa”, «namus”, «dostluk” gibi arkaik değerlerdir. Yine bu değerlerin en kutsalı olan «kutsal aile” tarafından 5. Frank da bodruma itiliyor, en sonunda. Dolayısıyla, değerlerin tersyüz edilmesi ve üzerlerindeki tatlı kılıfın çıkarılmasıyla sakladıkları güç ilişkilerinin ifşası oyunun temel motifini oluşturuyor.

Oyunda karakterlerin dışında, onları çeşitli eylemlere zorlayan etmenler (koşullar ve zorunluluklar) de yüzleri maskeli (tek biçimli maskelerle yüzleri kapanmış) figürlerle temsil ediliyor. Karakterlerin motivasyonları (içsel zorunlulukları) ve içinde bulundukları düzenin onlar üzerindeki etkileri hep bu «tek biçimli” seslerin ve kolların etkisiyle temsil ediliyor. Herkes rolünü oynamaktadır, zalimler bile bu uğurda köledir oyuna göre.

«İnsanlığın büyük dostu Frank” sesinin hep bir ağızdan çıkmasıyla yaratılan yabancılaşma efekti, aynı zamanda «insancıl kapitalizm” ifadesinin oksimoron olduğuna işaret etmekte ve oyunun sonunda «insancıllık” yükünden kurtulan kapitalizmin yeni halini de göstermek için zemin hazırlamaktadır. İnsanlığa dair 5. Frank’ın içindeki en son kaygılar olan edebiyat (Goethe) aşkı ve «çocuklarım için” ifadesini söyleyebilmesini sağlayan rasyonalleştirme aracı olan «babalık aşkı” da kapitalizmin bu son biçimiyle birlikte ortadan kalkmaktadır. Dahası, bu iki aşk, hem onun sisteme rıza sağlamasının hem de sistemde varlığını sürdürememesinin nedeni olarak temsil ediliyor. «Bolca tüketme” (son model araba alma), «yatırım yapma” (kenarda en ufak bir tasarruf bırakmama) ve «pis işlere rıza gösterme” ödevlerinden birini veya birkaçını aksatanları düzen içinde tutma çabaları tükenince insanları «bodrumda” ölmek beklemektedir. Bordum, yer altını çağrıştırdığı kadar, mezarı ve sınıfsal hiyerarşide bir alt sınıfsal katmana itilmeyi de işaret etmektedir. Tüm bu yaşananlara karşı «adalet” adı altında bir isyan bayrağı açıldığındaysa «adalet”in doğasına ilişkin yanılsama gözle görünür hale gelmeye başlıyor.

Aynı çarkın dişleri: Adalet ve Adaletsizlik

Adaletle adaletsizliğin aynı çarkın dişleri olduğu iddiası oyunda yer almakta, ancak adaletin paradoksal yapısı üzerine şimdi yapacağımız çözümleme oyunun dışına taşmaktadır.

Adalet bir teraziyle temsil edilir. Eşit kollu bir terazi, teraziyi tutan ve tutanın elinde bir kılıç bulunmaktadır. Bu üçlünün belki de en önemli öğesiyse, teraziyi ve kılıcı tutanın gözlerinin kapalı olmasıdır: Hiçbir başka etkiye maruz kalmaksızın karar vermesi istenmektedir. Adaletsizlik kılıcı gerektiren bir istisna durumu olarak betimlenir. Oysa, gerçek bu resme uymamaktadır. Adalet ve adaletsizlik bir bakış açısının ve sürekli bir denetimi gerektiren bir sürecin parçalarıdır. Adaletsizlik eşitsiz bir hesaplamayla ortaya çıkar ve sistemin yeniden dengeye gelmesiyle giderilir.

Masum bir kadının taşlanmasını durdurmak için İsa «ilk taşı günahsız olanınız atsın” diye buyurur ve sonunda taş atılamaz. Oysa oyunda da gösterildiği gibi en büyük günahın cezasız bırakılmasıyla son bulur bu «insani” çaba. Adaletsizliğin en büyüğü ortadan kaldırılmaya çalışıldığında adaletsizliği cezalandırması gerekenin bu adaletsizliğe yaslandığı ortaya çıkar ve ceza da adaletsizlikle birlikte unutulur, hasıraltı edilir. Adaletsizliğin temelinde emek hırsızlığı yatmaktadır ve emek hırsızlığının en büyüğünün cezalandırılması, emek hırsızlığına olanak tanınmasının son bulmasını gerektirir. Sistemin açmazı budur: Adalet çağrısı sonuna kadar gidildiğinde adalet saraylarının kulakları sağır olur: En büyük borç ödenemez, en büyük ceza çekilemezdir. Böylelikle, İsa’nın buyruğu ters yüz edilir. Bundan böyle ilk taşı en günahkar olan atacaktır, adaletsizlikte asgaricilik başlar ve cezalandırma en küçük adaletsizlikle başlar. O kadar çok adaletsizlik vardır ki en büyüklerine asla sıra gelemez.

Adalet arayışı esasında bir mistifikasyon aracıdır. Eşitsizliği gizleyen ve eşitsizliği rasyonalleştirmeye yarayan bir perde görevi gören adaletsizliğin gizlediği şey teraziyi tutanın kefeleri altınla doldurarak elindeki kılıcı sallayabildiğidir. Ya da her şeyin çok daha yalın ifade edilmesini istersek, Bakunin’in dediği gibi «Hukuk Siyasetin fahişesidir”. Adaletsizliği gerçek anlamda ortadan kaldıracak şey siyaseti ortadan kaldırmaktır. Yöneten-yönetilen çelişmesini ortadan kaldırmaktır. Yöneten-yönetilen çelişmesini yaratan tüm koşulları ortadan kaldırmaya yönelmeyen düşüncenin «adaletsizlik”ten yakınması ne denli samimiyetsiz bir küçük burjuva kuruntusudur. Galiba, aydınların yakınmak için biraz fazla boş zamanı var, ne dersiniz?

Bunları da sevebilirsiniz