Bir 24 Nisan daha geçti. Türk Silahlı Kuvvetleri operasyon yaptı. 128 Milyar Dolar nerede soruları devam etti. Kapanma kararı alındı. Bir şey olmadıysa bile bir şeyler oldu ve gündem değişti.
Ülkenin siyasi gündemi adeta açık büfe. Seç beğen al. Her bir yemek tatsız ama yemek çokluğunda doyuyor insan, yiyip yiyip çatlıyor. Gündemle gerçekleri boğma becerimiz takdire şayan.
Gerçeklerin üstünün örtülmeye çalışıldığı konusunda tüm tarafların hemfikir olduğu bir konu: 24 Nisan’da yaşanan olaylar. Aramızdaki fikir ayrılığı o tarihte ve devamın ne olduğu ve bu olayları nasıl tanımlamak gerektiği.
İnsancıllarla ve Ezberciler
Türkiye’de yaşanan hemen her olayı siyasal kamplaşmadaki mevzilerinden bakanlar ait oldukları geleneklere göre ezbere konuşuyor. Bir taraf, Türkiye kesin yapmıştır, ”bize bunca şeyi yapan, Ermeni’ye neler yapmamıştır ki” türünden ezbere bir yaklaşımla tavrını ortaya koyuyor. Bunların arasından daha vicdanlı bir kesim, tarih, ekonomi, hukuk terimlerini bir tarafa atıp ”bu zulmü yaşayanlarla empati kuralım”, ”bu acıları anlayalım/anladığımızı gösterelim” biçiminde ifade ediyor duygularını. Hatta bunlar diğer kamptakileri de teskin etme arzusuyla ”hem yapıldıysa ne olmuş ki bunu yapan Türkiye değil, İttihat Terakki ve Osmanlı” diyor.
Ezbercilerin diğer bir ucundaysa ”Karabağ’da olanları görmüyor musunuz? Biz soykırım yapmadık ama Ermeniler bize soykırım yaptı, biz kimseyi öldürmedik” diyerek duygularını açığa vuruyor.
Ezbercilerin iki yanı da konumlarını bugün siyasal kamplaşma ve bugünkü acılar üzerinden belirliyor. Yazık!
Gerçekler Düzlemi ve İnsancıllık
İnsancıllık zemininde söylenecekler var elbette. En başta onu söyleyelim de hepimiz bir rahatlayalım. Kim haklı olursa olsun, kararlar kime ait olursa olsun, sayılar her ne olursa olsun, Ermenilerin yaşadıkları çok acı. Bu acıya kayıtsız kalmak hastalıklı bir ruh halidir. Öte yandan aynı dönemde Ermeniler nedeniyle acı çekenlerin Ermenilerin acılarıyla empati kurmaya ayak diremesi de anlaşılır bir durum. Zira mukatelenin, karşılıklı boğazlaşmanın çocukları açısından duygularda bile mütekabiliyet aranıyor ne yazık ki.
Oysa filmlerden aşinayız. Öyle bir atmosfer yaratılabilir ki en canavar katille bile empati kurarız istemeden. Neyse ki ayna nöronlarımız var. Hala insanız. Bu tabiatımız kimi zaman sürü davranışımızı kimi zamansa mazlumla birlik olma davranışımızı ortaya çıkarıyor. Hepsi insanca, pek insanca.
Gerçekler düzleminden bakmaya çalışırsak hislerimiz, empati çabalarımız, hınçlarımız bir yana bırakılmalı. Tarihsel olaylar soğukkanlı bir şekilde incelenmeli. Bu konuda Türkiye geç kalmış olsa da arşivlerini açmak, konuyu karşıtlarıyla birlikte ele almak konusunda karşıt tarafa göre daha hakkaniyetli davranıyor. Bu satırı okuduğunda öfkelenecek arkadaşlarım olduğuna eminim. Ama beklentileriniz, siyasal ezberleriniz ne olursa olsun Türkiye’nin arşivlerini açtığı, tarihçilere çağrı yaptığı, kendi aleyhine görünen belgeleri bile açıkladığı gün gibi ortada. Hal böyleyken Türkiye’ye haksızlık yapmanın bir alemi yok.
Osmanlı, İttihat Terakki ve Türkiye devamlılığı ise konunun uzmanı olan herkesin malumu. Türkiye’nin ”günahlarını” İttihat Terakki’ye doğru süpürmek türünden ”çağdaş Atatürkçü” tutum ve Osmanlı bakiyesi sorunları Türkiye’ye yüklemek türünden ”Anti-kemalist” tutum aynı ölçüde yanlış. Kadrolar arasında, kurumlar arasında ve uluslararası hukuk ilişkileri bakımından bir devamlılık olduğu aşikar. Dolayısıyla, ”soykırım” suçlamasından kaçmak isteyenlere yahut ”inkarcıları” ikna etmek isteyenlere bu yolu önermem.
Gerçekler düzleminden bakıldığında yanıtlanması gereken sorular şunlar:
-
Tehcir kararının kapsamı ve içeriği nedir?
-
Tehcir kararı hangi durumlarda alınmıştır?
-
Tehcir kararı nasıl uygulanmıştır?
-
Tehcir kararının uygulanmasında yaşanan sorunlardan ötürü yargılananlar olmuş mudur? Yargılamayı kim yapmıştır?
-
Ermenilerin devlet içindeki konumunda değişiklik olmuş mudur? Olmuşsa ne gibi değişiklikler olmuştur?
-
Tehcirin ardından Ermenilerin siyasal temsilcileri olayları nasıl analiz etmiştir?
-
Tehcirin ardından Ermenilerin siyasal hamileri olayları nasıl analiz etmiştir?
-
Soykırım iddiaları ne zaman, hangi argümanlarla ortaya çıkmıştır?
-
Bu argümanların ikna edici bir biçimde yanıtlanmış mıdır?
-
Bu argümanların lehine ve aleyhine deliller nelerdir?
Bu soruları yanıtladıktan sonra yaşananların ”soykırım” olarak değerlendirilmesinin hukuki ve siyasal nedenleri ve sonuçları ayrı bir tartışma konusudur. Şimdilik konumuz bu değil. Zira emperyalistler işlerine geldiğinde soykırımları tanımayabildikleri gibi soykırımla alakası olmayan şeyleri soykırım olarak ilan edebilirler. Dolayısıyla, günümüz emperyalistlerinin saikleri ve eylemleri üzerinden meseleyi tartışmak bizi tarihsel olaylardan koparıp bugünkü siyasal karşıtlıklar düzlemine taşıyor. Bu düzlemde yapılabileceklere dair apayrı tartışmalar yürütülebilir.
Büyük Ermeni Milletiyle Empati
Yazının kalanında Ermenilerle kendi bakış açıma göre bir empati kurmaya çalışacağım.
Yukarıda da belirttiğim üzere Ermenilerin yaşadıkları, ister haklı olsun ister haksız olsun, sayılar ne kadar çok veya ne kadar az olursa olsun çok acı. Hiçbir şey olmadıysa bile sırf yerinden yurdundan edilmek bile korkunç. Yüzlerce yıldır yerleştikleri, kök saldıkları, güzelleştirdikleri, varlıklarını taşa toprağa kazıdıkları bir vatandan sürülmek büyük bir dram. Ne var ki, 19. ve 20. yüzyıl (elbette daha önceki yüzyıllarda da) toplu göçlere, sürgünlere, katliamlara tanık olmuştur. Özellikle de bizim coğrafyamızda. Türkler, Rumlar, Ermeniler, Kürtler, Araplar, Yahudiler, Ruslar, Lehler ve daha niceleri yer değiştirmiş, türlü katliamlara maruz kalmıştır. Bu yaşananların bazıları günümüzde siyasetin gündem malzemesi olmuş, kimileri unutulup veya unutturulup gitmiş. Ermeniler özelinde hazin olan şey, bunca uzun bir tarihi ve bunca büyük bir kültürü olan Ermenilerin kendilerini bu acılar üzerinden tanımlamaları, kimlik inşalarını bu yaşananlardan hareketle tesis etmeleridir.
Oysa büyük bir tarihe, görkemli yapılara, köklü bir dile ve yazılı eser geleneğine sahip böyle kadim bir halkın, tarihten silinip gitmeyip devletini kurmayı da başardığı halde kendisini yüzyıllık bir döneme hapsetmesi çok üzücüdür. Hele hele komşularıyla büyük sorunlar yaşayan, emperyalistlerin kıskacında bir ileri bir geri gitmek durumunda kalan bir devletin kendi soydaşlarının acıları üzerinden kendini var eden diaspora kuruluşlarının kararları nedeniyle siyasetsizliğe hapsolmuş olması korkunç bir şey. Kimliğini buradan inşa edince beslenen büyük hınç ise en başta Ermenilere zarar veriyor.
Peki Çözüm?
Bu hıncı paylaşan ve bu hınçtan uzak durmaya çalışan iki farklı uçtan Ermenilerle tanışmış, Ermeni ”soykırımı” iddialarına yönelik mücadele veren üç büyük merkezi (Los Angeles, Marsilya, İsfahan) ziyaret etmiş birisi olarak, Ermenilerin yaşadığı bu dramı duyumsuyorum. Ne var ki, ”soykırım” iddiaları farklı ülkelerde tanındığında Ermenilerde herhangi bir sağaltım, hınçlarında en ufak bir azalma görmüyorum. Türkiye tanısa bu sefer başka bir karşıtlık üzerinden bu meseleyi sürdürmek zorunda kalacak pek çok yapı ve özne. Bu sefer başka bir karşıtlık üzerinden kapanacak Ermenilerin ufku. Türkiye ve Türkler açısından bu konu o kadar küllenmiştir ki uzun yıllar bu konuda bir endoktrinasyon bile olmamıştır. ”Endoktrinasyon iddiaları” üzerinden Türklere yüklenmek tam bir zavallılık. Türkiye’nin bu konu üzerinde belki de en haklı olduğu nokta, devletin eğitim kurumlarınca Ermenilere yönelik bir nefret aşılanmamış olması. Oysa tersi diğer kampta bolca mevcut.
Çözüm için taraflara binlerce çağrı yapsak nafile. Konuyu tartışmaya gerek duymaksızın iddialarını kabul ettirebilen bir diaspora varken onlara ”gelin tartışalım” dediğinizde gelmeyecekleri aşikar. Ama en azından gerçeğin açığa çıkmasını isteyenler bu konuları masaya yatırıp gerçeklerin açığa çıkması için mücadele verebiliriz. Öte yandan, ders kitapları, siyasetçi demeçleri ve propaganda materyalleri incelenerek bu hıncın sağaltımı için çaba harcanabilir. Bunun da ötesinde iki toplumun, ama özellikle Ermenilerin, iyileşmesi için kültürel ürünler verilebilir. Ermenilerin yaşadıkları acılara kayıtsız kalanlarda farkındalık yaratılabilir, Ermeni diasporasının hıncına karşı olgunlukla hareket eden Türk ve Ermeni kitleler arasında duygudaşlık yaratılabilir.
Tarihsel konuların tartışılmasına yeniden dönersek, ermenileri bu acılar ile bu acıların intikamı arasında hapseden, onları adeta bir tarihsel dönemde donduran siyasetlere, siyasetçilere, kurumlara tepkiliyim. Gerçekler açığa çıksın. Abdestinden kuşkusu olan geri dursun.
Belki bu sayede Ermeni milleti kendisini son yüzyıla hapseden siyasetlerden kurtulup yüzyıllara uzanan engin tarihini kucaklayıp tarihe ve hayata daha özgüvenle bakabilir.