1001 Gece Masalları

Yıllardır, tüm sosyal ve ekonomik politikalarını Cumhuriyet devrimleri ve Atatürk ilkeleriyle sözde hesaplaşmaya dayandıran, Atatürk ismini dahi ağzına almaya imtina ederek her seferinde Gazi Mustafa Kemal ismini tercih eden ve hatta onun ülkeyi yönettiği Çankaya Köşkü’nde, O’nun solumuş olduğu havayı solumaktansa, yerine milyar dolarlık yeni saraylar yaptıran başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm AKP yöneticileri uzun zamandır ülkemizin 2023 hedeflerinden bahsediyorlar. İlkeleri ve devrimleriyle her zaman karşısında oldukları Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu ve en temel değerlerini ellerine geçen her fırsatta değiştirmeye çalışan bir zihniyetin, cumhuriyetimizin yüzüncü yılına dair büyük planlar yapıyor olması, insanda cumhuriyetin yüzüncü yılına değil de, yeni bir saltanatın ilk yılına dair planların yapıldığı izlenimi yaratıyor. Aslında, profesyonel yönetim anlayışlarında kısa, orta ve uzun vadeleri kapsayan planların yapılması ve bu planlara uygun hedeflerin belirlenmesi her ne kadar temel bir ilke olsa da, belirlenen bu hedeflerin de bir o kadar ulaşılabilir, yani gerçekçi olması esastır. Sayın Cumhurbaşkanı ve yol arkadaşları profesyonel yönetimin bu temel prensiplerinden biraz uzaklaşmış olacaklar ki, cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlayacağımız 2023 yılında Türkiye’yi dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına sokmak gibi bir ekonomik hedef belirlemiş durumdalar. Ancak ne yazık ki bazı çok temel ekonomik veriler, bunun ulaşılabilir bir hedeften çok ötede olduğunu gösteriyor.

Konuyu biraz daha detaylı değerlendirmek gerekirse, ilk olarak AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin büyüme hızı incelenmelidir. Türkiye’nin büyüme hızı Cumhuriyet Dönemi’nde ortalama %5 olarak gerçekleşmişken, bu rakam AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2012’ye kadar geçen dönemde %5,2 olarak gerçekleşmiştir. Aradaki bu %0,2’lik büyüme hızı farkından yola çıkarak Türkiye’nin 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline geleceğini düşünmek hayalden ibaret olacaktır. Kaldı ki, 2012-2014 dönemi büyüme rakamlarına bakıldığında Türkiye’nin büyüme hızının, %5 olan Cumhuriyet Dönemi ortalamasının da altında kalacağı görülmektedir. Yine 2002-2012 yılları arasında ülkemizin büyü hızı, dünyanın gelişmekte olan ülkelerinin büyüme hızlarının da gerisinde kalmıştır. Zaten halen demir, krom, un, çimento ve mermer gibi eski sanayi ürünleri ihraç edip karşılığında cep telefonu, ilaç, aşı, bilgisayar, tomografi cihazı gibi ileri teknoloji ürünleri ithal etmeye çalışan bir ülkenin ekonomisi bu yolla ancak bir yere kadar büyüyebilir. Oysa ki çok değil, bundan 30 yıl önce 1985 yılında, IMF değerlendirmelerinde, dünyadaki toplam milli gelirden aldığımız paya bakıldığında önünde olduğumuz Güney Kore, Dünya Bankası verilerine göre 1990 yılında 10.9 milyar dolar olan ileri teknoloji ihracatını 2011 yılında 122 milyar dolar seviyesine çıkarmışken, Türkiye 1990’da 0.1 milyar dolar olan ileri teknoloji ihracatını 2011 yılında ancak 1.9 milyar dolara çıkartabilmiştir. Günümüzde ise sadece Samsung’un yıllık ihracatı Türkiye’nin toplam ileri teknoloji ihracatından fazladır.

Bunun yanı sıra, kişi başına düşen milli gelir göz önünde bulundurulduğunda dünya ekonomileri arasındaki yerimiz daha net şekilde ortaya çıkacaktır. Hatırlanacağı üzere, 2007’den sonra ABD’de yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla ABD Merkez Bankası FED, Amerikan ekonomisini ayakta tutabilmek adına 2008-2012 yılları arasında dünya piyasalarına yaklaşık 3 Trilyon Dolar para sürmüştü. Dünya piyasalarına yağmur gibi yağan bu ucuz ve bol paradan Türkiye de nasibini almış ve dolayısıyla kriz, hamdolsun ülkemizi teğet geçmişti. Her ne kadar 2002’de iktidara geldiklerinde AKP yönetimi, milli gelir hesaplama metodunu değiştirerek bir gece içinde milli gelirimizi kişi başına yaklaşık 2500 dolar kadar yükseltmiş olsa da, zaman içerisinde uygulanan düşük döviz kuru politikaları sayesinde milli gelirimiz 2008 yılında ancak 10.000 dolarlar seviyesine çıkabilmiştir. Ancak yine de 2008’den sonra ABD’nin piyasaya sürdüğü trilyonlarca dolara rağmen ülkemizin milli geliri 10.000 dolar seviyesinin çok üzerine çıkamamaktadır. Ne var ki, ABD’nin bu para arzını kesmiş olması yavaş yavaş etkisini göstermiş ve ABD Doları günümüzde 2.40 TL seviyesine yükselmiştir. Dolar kurundaki bu yükselişin beraberinde son 3 yıldır ülkemizde barındırdığımız yaklaşık 2 milyon Suriyeli sığınmacının nüfusumuz üzerindeki etkisiyle 2014 yılı itibarıyla Türkiye’de kişi başına düşen milli gelirin gerçekte yaklaşık 8.500 Dolar seviyesine olacağı görülmektedir.

Dünya’nın önde gelen uluslararası yatırım bankalarından Goldman Sachs ise, 2010 tahminlerinde Türkiye’nin «2050” yılında (2023 falan değil) 3.9 Trilyon Dolar ile dünyanın 14. Büyük ekonomisi olacağını, yine aynı şekilde 2050 yılında 45.595 Dolar’lık kişi başına düşen milli gelir ile dünyada 13. Sırada olacağını öngörmektedir. Yani bu verilere göre de Türkiye, kişi başına düşen milli gelirde Avrupa Birliği’nin günümüz ortalamasını dahi ancak 2050 yılında yakalayabilecektir.

Tüm bu uluslararası finansal verilere rağmen hala 2023 rüyaları görmeye ve insanları uyutmaya çalışan AKP iktidarı, son olarak tasarruf oranı dünya ortalamasının oldukça altında olan ülkemiz için son zamanda yeni tasarruf tedbirleri belirledi. Plaket harcamalarında tasarrufa giderek kendi üzerine düşen görevden kurtulan hükümet, halkımız için de gayrimenkul yatırımlarını özendirici tedbirler alınacağını açıkladı. Dünya’nın en büyük ekonomisi olan ABD ekonomisini bile 2008-2012 yılları arasında devasa bir krize sürükleyen Mortgage kredileri olmaksızın, 3 milyon 800 bin kişinin kredi kartı ve bireysel kredi borçlarını ödeyemediği için bankaların takip listesinde olduğu bir ülkede gayrimenkul yatırımları nasıl özendirilecektir? Amaç, ihaleli ya da ihalesiz olarak sudan ucuz fiyatlarla veya bedelsiz olarak yandaş iş adamlarına resmen peşkeş çekilen kamu arazileri üzerine yapılan sayısız rezidans, site ve alışveriş merkezlerinin oluşturduğu yapı stoğunu eritmekten başka bir şey değildir. Gelirleri, en zenginlerin gelirleri kadar artmayan ortalama gelirli insanlar, bu zengin kesimin ürettiği ürünleri, yaptığı daireleri alamaz duruma geldiği için, hesapsızca kredi dağıtmak gibi özendirici önlemlerle bu en zengin kesimin daha da zenginleşmesinin yolları aranmaktadır. Hesapsızca dağıtılan bu krediler neticesinde ABD’de yaşanan krizde batan bankaları kurtarmak için her bir ortalama Amerikan vatandaşının cebinden yaklaşık 6.000 Dolar çıktığı unutulmamalıdır.

SONUÇ OLARAK; OECD’nin her 3 yılda bir yaptığı PISA değerlendirmesinin 2012 raporuna göre Türk öğrencileri, 65 ülke öğrencileri arasında Fen alanında 43. , Matematik’te 44. , Okuma yeterliliğinde ise 42. Sırada yer alıyor. Yukarıda yer alan kafa karıştırıcı tüm ekonomik veriler bir yana, sadece PISA değerlendirmelerindeki sıralamamız bile aslında AKP iktidarının, 2023 rüyalarını 1001 Gece Masalları misali halkımıza nasıl da bu kadar kolayca yutturabildiğinin bir göstergesi değil mi???

NOT : Yukarıdaki yazıda yer alan ekonomik veriler, CNN Türk aracılığıyla derlenen Dünya Bankası, IMF, Goldman Sachs ve OECD kaynaklarına dayanmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz