Çelişik Gelişmeler

Bir yandan İslam referanslı siyasal hareketlerin -silahlı teröre başvursun veya başvurmasın- sahnenin önünde yer işgal ettiği bir dönemden geçiliyor; diğer yandan dünya hegemon güçleri bu hareketleri yakın zamana kadar denetlenebilir ve uygun fırsatlarda kullanılabilir “elverişli” malzemeler olarak görüp destekleyebiliyor. Ilımlı İslam-radikal İslam gibi tarihten ve sosyal/siyasal gerçeklikten kopuk ayırımlar üzerinden kontrol edilebilir “ılımlı” bölümlerinin güç kazanmasına oynanabiliyor. Bunun yangına körükle gitmek olduğu ayırımına da varamadan.

Üstelik bu ateşin kendi ülkelerine de sıçrayabileceği kaygısını yeterince duymadan. (Henüz Nisan başında İstanbul´da katıldığım kapalı bir toplantıda, Suriye politikası Türkiye ile paralel olan Fransa´nın diplomatlarının bu naifliği -herhalde pro-amerikan Hollande politikasının zorunlu gereği olarak- taşımaya devam ettiğini görmüştüm. Ancak cihatçı örgütlerde savaşan radikal vatandaşlarının geriye dönüşlerinde kendi toplumları için büyüyen bir tehdit olacağını söylediğimde en azından toplantıdaki Fransız parlamenterin bunu olanca samimiyetiyle desteklediğini, yani siyaset düzleminin kaygılı olduğunu not edelim).

Ateşle oynayan emperyalist yayılmacılığın, İslamcı teröristleri silah ve eğitimle desteklerken, meşru hükümetleri devirmek ve kendi bölge çıkarları için araç olarak kullanmak isterken, onların kontrol dışına çıkmaları bir yana, Batı ülkelerinde müslüman-arap karşıtı aşırı sağ hareketleri körüklüyor olduğunun ne kadar farkına vardığı ise ayrı bir konu. Cihatçı teröristlerin uyguladığı vahşet şiddeti tırmandıkça, Batı ülkelerindeki İslam-Arap karşıtı ırkçı faşizm bundan daha çok beslenmekte. Avrupa için buna Türk karşıtı aşırı sağı da eklemek gerekir. Kuşkusuz bunda Türkiye´deki AKP rejiminin giderek İslamcı-gerici yapılanmasının, demokratik tepkilere aşırı şiddetle karşılık vermesinin ve El Kaide, El Nusra ve IŞİD (“Irak-Şam İslam Devleti”) teröristlerini desteklemesinin de payı var.

10 Haziran Salı gününden itibaren IŞİD güçlerinin Irak´ın ikinci büyük kenti Musul´u işgal edecek boyuta ulaştığını gördük. Ortada artık basit bir terör örgütünü aşan, Irak topraklarının belirli bir bölümünde hakimiyet kuran, adında taşıdığı “devlet” iddiasını haklı çıkarmak için askeri-idari kurumsal yapılar kuran ve terör çetelerinden düzenli orduya geçme alıştırmaları yapan, büyük bölge ülkelerinin de karışacağı bir bölgesel savaşı kışkırtma potansiyeli taşıyan bir güç peydahlanması vardır.

Türkiye ekseninden bakıldığında şimdi Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Ortadoğu´da oynadığı kumarın yeni bir aşamasına gelinmiş görünüyor. Musul Başkonsolosluğu´ndaki 49 kişinin ve 32 TIR şoförünün rehine olarak alındığı ve belli ki bir pazarlığın (muhtemelen IŞİD´in Musul işgaline göz yumma veya olası bir Bağdat-Erbil ortak müdahalesine karışmama pazarlığının) parçası yapılmak istenebileceği bu yeni süreci, çöken Ortadoğu politikasını bölgeye bir askeri müdahaleyle telafi etmek isteyecek maceracı bir iktidarla karşılama talihsizliği de yaşanmaktadır.

Ayaklar öylesine yere basmamaktadır ki, Salı günü Musul işgal edildiğinde Davutoğlu BM´de Güvenlik Konseyi´ne destek turlarını kesip dönmeyi bile düşünmemekte, Başkonsolosluğun acil tahliyesi gerçekleştirilmemekte, ancak diplomatların rehine alınmasından sonra (gelişi Perşembeyi bulacak şekilde) ülkeye dönmeye karar verebilmektedir. Bu lakaydinin şimdi de bir başka aşırılığa, o çok istenen askeri müdahaleye, hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve izleyecek genel seçimleri etkilemek üzere, başvurulmasının kapısını aralaması çok mu çelişik görünür acaba?

Avrupa cephesine bakarsak, terör olaylarından bağımsız olarak, ama demografik istatistikleri ve gerileyen göç dalgalarını tahrif ederek, Avrupanın bir Arap-Müslüman istilasına uğradığını, bir “Eurabia” (“Avrabia”) oluştuğunu (Raphael Liogier,”Le mythe de l´invasion arabo-musulmane”, Le Monde Diplomatique, Mayıs 2014), Avrupa´da laikliğin tehlikede olduğunu, hatta AB ülkelerinin Ortadoğu´daki/Afrika´daki müdahaleci politikalarının yanlış olduğunu söyleyerek kendilerine giderek genişleyen seçmen çevrelerinden oy devşiren Milli Cephe türü hareketlerin, Avrupa içi İslamcı terör olaylarının yükselişini bahane ederek pazularını daha ne kadar şişirebileceklerini tahmin edebiliyor musunuz?

Bunları da sevebilirsiniz