İngiltere’ye Yolculuk

İnsanın bütün hayatı boyunca yaptığı şeye bir dönemliğine de olsa ara verip alışık olmadığı bir şey yapması halinde iki durum arasında karşılaştırma yapmaması elde değil. Özellikle de bahsedilen durum o insanın yaşadığı yerse, geçici olarak kalınan yerde geçirilen süre, ortama alışmakla ve önceden alışık olunan yaşam alanıyla yenisi arasındaki farklılık ve benzerlikleri bulmakla geçer. Eğer söz konusu iki yaşam alanı benzer kültür, din, yaşam tarzı, iklim ve coğrafi konumlara sahipse alışmak çok daha kolay olacaktır ve yeni durum çok da yadırganmayacaktır. Ancak Türkiye ve İngiltere gibi birçok alandan birbiriyle hiç benzerlik göstermeyen iki ülke için alışma süreci uzun, yadırgama seviyesi yüksek olmakta. İşte o yüzden bu ayki yazıda İngiltere’de bulunduğum süre içinde Türkiye ve İngiltere arasında yaptığım karşılaştırmaları yaşadığım deneyimlere dayanarak anlatmaya çalışacağım.

İngiltere küçüklüğümden beri benim hayal ülkemdi. Çoğu kişinin aksine ben Amerika yerine hep İngiltere’yi merak etmiş ve gözümde büyütmüştüm. Tarihi, medeniyet seviyesi, kültürü, havası, insanları, doğal güzellikleri ve daha bir çok özelliği benim İngiltere’yi sevmeme ve İngiltere’ye gelmek istememe yol açmıştı. O yüzden büyük hayaller ve beklentiler içinde geldim ülkeye. Bu kadar büyük beklentilerle geldiğim için havasını ilk soluduğumda dünyada benden daha mutlu birisi yoktur diye düşündüm. Küçük, bahçe içinde evler, dar sokaklar, tersten akan trafik, insanların birbirine saygılı oluşu, yeşilin binbir tonu adeta büyüledi beni. Havaalanından kalacağım şehre gidene kadar o güzel heyecanla dolup taştı içim.

Ancak büyük beklentiler sonucunda hayal kırıklıklarının kaçınılmaz olduğu gerçeği bir kez daha kanıtlanmış oldu benim için. Deneyimlemeyi çok istediğim İngiliz Kültürü yerini çok başka bir şeye bırakmıştı. Özellikle burada geçirdiğim ilk günlerde kendimi İngiltere yerine Asya kıtasının çeşitli ülkelerindeymiş gibi hissettim. Öyle ki, yapılan nüfus sayımı sonucu çıkan istatistiklerde nüfusun %13ünün başka ülkelerde doğup ardından ülkeye gelmiş insanlardan oluştuğu görülüyor. Bu göçmenlerin özellikle yaşamayı tercih ettiği yerler ise Londra gibi büyük şehirler, aynı araştırmaya göre Londra’da yaşayan beyaz tenli İngilizlerin nüfusa oranı %44,9 (1). Durum böyle olunca sokakta İngiliz’den çok Hint, Pakistanlı, Taylandlı görmek çok da şaşılacak bir şey olmaktan çıkıyor. Zaten istatistiklere bakmadan da durumu anlamak gayet kolay.

(2)

Gün geçtikçe beklentilerimin dışında bir manzarayla karşılaşmış olmanın verdiği şaşkınlıktan sıyrılıp bu hayata ayak uydurmaya başladım. Çünkü burada insanlar gündelik yaşantılarında bunu bir sorun olarak görmektense hayatlarının bir parçası olarak görüp benimsemiş durumdalar. Bu da benim gibi ülkede ziyaretçi olan insanların alışmasını kolaylaştıran bir durum. Tabi eğer kendi içlerinde, ülkelerinde bu göçmenlerden rahatsızlıklar duyuyor olabilirler fakat bunu dışa yansıtmadıkları bir gerçek. Her şey düzen içinde muntazam ve kurallara uygun bir biçimde gerçekleşiyor ülkede. Yani İngiltere beklentilerimden medeniyetle ilgili olan kısmı konusunda hayal kırıklığı yaşamadım. Türkiye’de çok alışık olduğumuz “bir şey olmaz” tutumu buradaki insanların neredeyse hiç birinde yok. İnsana, çevreye, hayvanlara verdikleri değerden ödün verdiklerini pek görmedim diyebilirim. Tek bir istisna varsa o da alkol aldıklarında kendilerini kaybetmeleridir. Burada gerçekten çok yaygın ve güzel bir “pub” kültürü var. İnsanlar neredeyse her gün iş çıkışında arkadaşlarıyla bir kaç kadeh bir şey içmek için pub’lara akın ediyorlar. Türkiye’de alışkın olduğumuzun aksine burada publar ailecek gidilebilecek yerler arasında. Fakat bu asla çocuklara alkol satışını destekledikleri ya da buna göz yumdukları anlamına gelmiyor. Bizim ülkemize kıyasla inanılmaz derecede dikkatliler bu konuda. Buna rağmen aileler çocuklarıyla beraber boş vakitlerinin çoğunu publarda dostlarıyla eğlenerek geçiriyorlar çünkü bu onların kültürünün bir parçası. Burada bağlı olduğum okul sayesinde tanıştığım, okulun Uluslararası öğrencilere yönelik oluşturduğu topluluklardan birinin idaresini yürüten Tony bizi götürdüğü bir kırsal gezi sırasında İngiltere’de bir yaşam alanının “yerleşim yeri” sayılabilmesi için üç şey gerektiğini, bunların evler, kilise ve pub olduğunu söylemişti. Gerçekten de gezdikçe gördüm ki en küçük yerleşim birimlerinde bile mutlaka bir pub bulunmakta.

İngilizlerin içme alışkanlıkları tadında kalabilseymiş eğer, güzel bir kültür olarak sayılabilirdi. Ancak özellikle genç kesim alkol almak konusunda sınır tanımayıp kendilerini kaybediyorlar. Bu da o çok özen gösterilen başkalarına saygılı olma özelliklerini ihlal etmelerine neden oluyor. Buna bir de gelecek kaygısı taşımamak eklenince deyim yerindeyse işe yaramaz bir gençlik yetiştiğini görmek hiç de zor değil.

İnsanların gelecek kaygısı taşımıyor olması onları tembelliğe iten en önemli sebeplerden biri olmuş. Bir çok iş yeri, mağaza, eğlence merkezi çok erken vakitlerde kapanıyor. Özellikle küçük yerleşim yerlerinde akşamüstü saat 6’dan sonra açık yer bulmak neredeyse imkansız. Buna başka bir neden göstermek gerekirse, ülke Kuzey’de konumlandığı için kışları havanın çok erken kararması ve insanların güne erken başlayıp günü erken bitirmeleri diyebiliriz. Ancak konuştuğum insanlardan edindiğim fikirlere dayanarak söyleyebilirim ki ana nedeni gelecek ve para kaygısı yaşamıyor olmaları. Çünkü konuştuğum gençlerin büyük çoğunluğu neden her iş yeri erken saatte kapanıyor diye sorduğum soruya neden daha fazla açık kalsınlar ki diye başka bir soruyla cevap verdiler. Bu da benim gerekli cevabı almama yetti de arttı bile.

Tabii ki buradaki anılarımdan çıkardığım gözlemler bu kadar değil ama diğer kısmını bir daha ki aya saklıyorum.

İngiltere’den selamlar…

(1) http://www.golondra.com/2011-ingiltere-nufus-sayimi-ve-carpici-sonuclar/

(2) http://www.cbazaarsarees.co.uk/united-kingdom/england/indian-saree-shop-green-street/iss.html

Bunları da sevebilirsiniz