Gelin Canlar Bir Olalım

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.(1) Demokrasinin ansiklopedik tanımı bu. Fakat son zamanlarda bizdeki tanımı daraltılmakta ve vatandaşın eline tutuşturulan bir kağıt parçasındaki alternatif partilerden oluşan yuvarlakları mühürleyip şeffaf sandığa atmasıyla demokrasinin olduğu ve herkesin demokratik bir şekilde yaşadığı iddia edilmektedir. Toplumun birçoğunun desteklediği partilerin barajı bile geçemediği ve üstelik kendisini temsil etmesini istediği partilere verdiği oyların diğer partilere kaydırıldığı ortamda hala demokratik olmaktan bahsedilmektedir. Bunlarla birlikte seçim zamanı yaklaştığında hatırlanan, seçim yatırımı olarak nitelendirilen toplulukları da unutmamak gerekiyor. Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz, ülkenin temel taşlarından olan ve son zamanlarda başbakan tarafından gündeme tekrar getirilen Aleviler. Ara ara hatırlanan, hükümetin aklına estikçe gündeme getirdiği bir topluluk.

Yıllar yılı kenara itilmiş, Osmanlıdan bu yana tehdit olarak algılanmış fakat ne kadar tehdit olarak görülmüşse, kendi içinde bir o kadar hoşgörünün ve erdemin yükseldiği değerlere sahip olan, yapılan baskılara ve asimilasyonlara rağmen kendi kabuğuna çekilen ve bu nedenle bile karalamalara maruz kalan bir topluluk. Osmanlı’dan bu yana Alevilere karşı özelliklede Yavuz Sultan Selim ile yoğunlaşan ve Abdülhamit zamanında da devam eden bir baskı politikası süre gelmiştir. Yavuz Sultan Selim Alevi toplumunu o zamanki Şii devleti olan Şah İsmail’in başında olduğu Safevi Devleti yanında yer alacağı korkusuyla tehdit olarak algılamış ve bu tehdidi Alevi vatandaşlara yapılan katliamlarla bertaraf etmeye çalışmıştır. Yapılan baskılardan dolayı şehir merkezlerinden uzaklaşan aleviler, genellikle dağ köylerinde veya merkezden uzak ücra yerlerde yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Bu korku ise ne Yavuz Sultan Selim’den sonraki padişahlarda nede cumhuriyet tarihinde son bulmuştur. Cumhuriyetle birlikte diyanet işleri başkanlığı sisteminin devamı ve burada Alevilere yer verilmemesi gibi durumlarla yeniden görmezden gelindilerse de cumhuriyetin öne çıkardığı laiklik ile rahat bir nefes alma fırsatları olmuştur. Bu nedenle Alevi vatandaşlar cumhuriyet ve laiklik kavramının anlamını en iyi bilen ve bu kavramların en iyi koruyucusu durumundadır.

Cumhuriyet tarihine ve yakın tarihimize baktığımızda Alevi toplumuna yapılan haksızlıklar son bulmamış ve tehdit algısı her dönemin iktidarı zamanında hissedilmiştir. Tek parti döneminde Dersim Olayları ve Zini Gediği katliamı, daha sonrasında ise Maraş Olayları, Çorum Olayları, Malatya Olayları, Gazi Mahallesi Olayları ve 1993’te ise insanlık dışı bir acımasızlıkla 33 vatandaşının diri diri yandığı ve dönemin hükümetinin bu duruma seyirci kaldığı Sivas Katliamı. Hani literatürde vardır ya paternalist devlet, devleti baba olarak gören halkı da onun evladı olarak nitelendiren devlet anlayışı, işte 33 evladının yanmasına göz yumacak ve seyirci kalacak kadar acımasız bir devlet baba anlayışı hakimdi ülkemizde. Her dönemin dışlanan toplumu olmuştu Aleviler, 12 Eylül döneminde askerin hazırladığı «iç tehdit raporu’nda” bile yer alarak tehdit olarak görülmüşlerdi.(2)

Yaşanan bütün bu acılara, katliamlara ve haksızlıklara rağmen Alevi vatandaşlar toplum olarak her hangi bir yasadışı örgüte katılmamışlar ve her gelen iktidardan kendi toplumlarının var oluşunu tanımalarını beklemişlerdir. Fakat laiklik ve cumhuriyet olgusuna bağlılıkları onları hep CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) cephesine itmiş ve onu kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Çünkü onlara göre özellikle kendilerinin de dışlanmayarak yaşadığı, kültürlerinin kabul edildiği bir yaşam ancak CHP ile sağlanabilirdi.

Hükümet ise Alevileri sadece bir seçim yatırımı görmekte tabiri caizse seçim zamanı yaklaştıkça ağızlarına bir parmak bal çalarak, Alevilerin oylarına talip olmaktadır. Neyse ki Alevi toplumu geçmişten gelen tecrübelerle bu tür şeylere karşı bilincini korumaktadır. AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ‘nin yaptığı çalıştaylar da zaten hükümetin politikasının amacını çok rahat bir şekilde ortaya koymuştur: Gerçekten de, Alevi çalıştaylarının, ‘Alevilerin Sünnileştirilmesi’ için yöntem bulma gayretleri olduğunu, yine Alevi çalıştayında banda alınmış bir konuşmadan anlıyoruz. Aralık 2009’da toplanan Alevi çalıştayına ait banttaki konuşmaların sahipleri, Alevi çalıştaylarının koordinatörü Necdet Subaşı ile Tunceli Müftüsü Arslan Türk… Necdet Subaşı, ‘Din derslerinde Alevilik konularının yer alması’ hakkındaki öneri için konuşurken, «…bir şekilde devşirilmiş, üretilmiş Alevi öğretmenler mi bunu sunacak?” diye soruyor. Tunceli Müftüsü Arslan Türk ise, kendi bölgesindeki Aleviler ile ilgili yapılması gereken çalışmaları anlatırken işi daha da ileri götürüyor ve şöyle diyor; «…Oralarda şöyle iyi çalışılırsa, halk kısa sürede Sünnileştirilebilir!” İşte AKP’nin, Alevi kurultayları ile yapmak istediği her şey bu cümlede özetlenmiş oluyor: Alevilerin Sünnileştirilmesi.(3) Başbakanın Sivas Katliamı davasının zamanaşımına uğraması sonucu söylediği «hayırlı olsun” cümlesi bile zaten Alevilere bakışını ortaya koymaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi Alevi vatandaşlarının acısını yok sayarak 3. Köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar Alevi olduğunu bize göstermektedir.

Alevilik yetmiş iki millete aynı nazarla bakmayı gerektirir, Hacı Bektaşi Veli’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Yunus Emre’nin, Mevlana’nın sözleri Alevi kültüründe can bulur, bu topluluğun hayat felsefesi olur. Alevi olan eline beline diline sahip olur, yaratılanı hoş görür yaradandan ötürü, kırılsa da canı yansa da ne olursan ol yine gel der, gelin canlar bir olalım der. Demem o ki Alevi olmayı sadece Hz. Ali’yi sevmek olarak nitelendiren başbakanın alevi olabilmek için daha çok şey yapması gerekiyor……

(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Demokrasi

(2) Radikal 13.07.2013 Mesut Hasan Benli

(3) http://dagarcikturkiye.com Suat Çağlayan- Semah’ın Gücü… İzmir’in Kırılganlığı

Bunları da sevebilirsiniz