Amerika’nın Küresel Hakimiyeti ve İç Terör

Son günlerde Boston’da yaşanan ve Amerikan toplumunu derinden sarsan terörist saldırı (1) ABD’nin bu kadar sıkı önlemler almasına rağmen bu tür eylemler karşısında ne denli savunmasız olduğunu ve (2) ülkenin herhangi bir şehrinde yaşayan insanlara ciddi bir zarar vermek için (aslında) iki sorunlu insanın yeteceğini ortaya koydu. Ölü ve yaralı sayısı insani trajedinin büyüklüğünü ve terörü benimseyen ideololojilerin yıkıcı gücünü yansıtıyor. Terörist saldırıya verilen yanıt ise eylemin kendisinden çok daha büyük bir ekonomik ve psikolojik maliyeti içinde barındırıyor. Can ve mal kaybına ilaveten Boston’un güvenlik nedeniyle giriş ve çıkışlara kapatılmasının maliyeti yüz milyonlarca dolar. (Tam) altı gün şehir adeta paralize oldu. Bu iki teröriste hangi olası iç ve dış mihrakların yardım ettiği sorgulanırken onların El Kaide ile bağlantı kurmuş olabileceği ihtimaline dayanarak aşırı İslamcılar tarafından nasıl radikalleştirildiklerine dair açıklamalar sürüyor.

Yine de bu Çeçen asıllı iki sıradan gencin nasıl olup da böylesi korkunç bir eylemi gerçekleştirdiği akla takılmıyor değil. Irk ve etnik ilişkiler konusunda inkar edilemez ilerlemeler kaydetmesine karşın Amerikan toplumuna yerleşmiş olan «Öteki”ne yönelik ayrımcılık etkisini sürdürüyor. Ulusal köken, din ve sınıf ayrımcılık kıstasları olarak kullanılmaya devam ediyor. 11 Eylül terörist saldırılarından hemen sonra Müslümanlara karşı girişilen şiddet eylemleri bunu açıkça gösterdi. Birçok Amerikalı İslam’ı terörizmi teşvik eden bir din, Arap ve Müslüman Amerikalıları ise ülkeyi korumak için gözetim altında tutulması gereken şüpheli gruplar olarak telakki ediyor.

İslam ve Müslüman karşıtı sosyal tutumlar Amerikan devletinin Orta Doğu bölgesine müdahalesi için iç siyasal destek sağlıyor. İslam’a ve Müslümanlara karşı olumsuz duygu ve davranışlar siyonist propagandanın Amerikan hükümeti ve sosyal kurumları içindeki etkisi ile daha da katmerleniyor. Siyonistler İsrail-Filistin çatışmasını kullanarak Araplara ve bunların bir uzantısı olarak algılanan Müslümanlara yönelik düşmanlığı körüklemede başarılı oldular.

1950’lerden bu yana ABD, Sovyetler’le olan çatışması çerçevesinde kendi küresel planını hayata geçirme yolunda Müslüman müttefiklerini örneğin Suudi Arabistan, Türkiye, Irak, İran ve Pakistan’ı şeytani bir şekilde kullandı. 1950’lerdeki Bağdat Paktı bunun açık bir örneğini oluşturuyordu. Daha yakın zamanlarda Katar, Orta Asya Cumhuriyetleri, Mısır ve Endonezya bu gruba eklenirken İran 1979 devrimi sonrası bu resmin dışında kaldı. 1967 Haziran’ında yaşanan savaşta seküler Arap milliyetçiliğinin yenilmesi ve Devlet Başkanı Sedat’ın solcu ve milliyetçilere karşı İslamcıları kullanması gerçi onun konumunu güçlendirdi ama İslamcılara yeni kişileri kendi saflarına katmaları için daha fazla fırsat verdi. Dahası, neo-liberal ekonomik politikalar zenginle yoksul arasındaki uçurumu arttırdı. Sonuçta Mısır hem Sedat hem Mübarek döneminde yıllarca terörist saldırılara sahne oldu.

Aşırı İslamcıların açıkça kullanılmaya başlaması ise Başkan Reagan döneminde Afganistan’da Sovyetler’e karşı yürütülen mücadele çerçevesinde gerçekleşti. İki Amerikan yanlısı İslamcı rejim, Suudi Arabistan ve Pakistan bu çabanın başını çekti. Sonuçta ABD, Afganistan’da Taliban’ın yaratılmasını ve onun ülkenin kontrolünü ele geçirmek için savaşan diğer radikal İslamcı gruplarla mücadele etmesini sağlayacak ölçüde güçlenmesini sağladı. ABD’nin küresel stratejisi uyarınca giriştiği Afganistan ve Irak işgalleri başarısızlıkla sonuçlanırken bölge insanlarını ABD ve Batı düşmanlığında birleştirmeyi başardı. ABD’nin Mübarek gibi diktatörlere destek vermesi, Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalardan sonra ise dönüş yaparak «ılımlı” İslamcılarla dikkat çekici pazarlıklara girişmesi bölgede sadece ABD’ye yönelik düşmanlığı arttırdı.

Halihazırda Suriye’de süren savaş ABD ve Batı’nın desteklediği Suudi Arabistan ve Katar tarafından finanse edilen ve El Kaide ile bağları olduğunu açıklayan İslamcı teröristlerin ülkeye girmesiyle karmaşıklaştı. NATO’nun Libya savaşında (da) ABD İslamcıları kullanmıştı ki burası bugün en üst düzeyde kaosa teslim olmuş durumda.

Radikal İslamcılar Batı ülkelerinde yaşayan göçmenlere ve farklı renkteki insanlara karşı ırkçı ve ayrımcı tutumlardan faydalandı ve davalarını savunacak yeni kimseleri devşirdi.

İspanya ve Birleşik Krallık gibi Avrupa ülkeleri terörist saldırılara hedef oldu. Bugün artık görünen o ki ABD de bu tür saldırılardan muaf değildir. Ne var ki ABD ne küresel projesini terkedecek ne de kendi evindeki ayrımcılıkla mücadele edecek gibi gözüküyor. Oysa terörizme karşı bir zafer kazanması ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Bunları da sevebilirsiniz