Tahrir Meydanı Mısır’da yaşanan devrimci sürecin nasıl sembolü haline gelmişse şu anda Taksim Meydanı da Türk kitlelerinin demokrasi, sosyal ve ekonomik eşitlik ve bireysel özgürlük yolunda başlattıkları ikinci mücadele dalgasının bir sembolü haline geldi. Gezi’deki 400 ağacın Türkiye’de protestoların yükselmesini tetikleyeceğini kim bilebilirdi ki? Aslında, geçtiğimiz 4 hafta içinde yaşanan olaylar çevre, siyaset, ekonomi ve sosyal meselelerin birbirlerini tamamlayıcı yöndeki ilişkilerini ortaya koyuyor.
Devlet kurumlarının, kamu politikalarının, karar alma süreçlerinin nasıl yönetildiği hükümetin asıl niteliğini de belirliyor. Ne kadar ince ayar da olsa devlet kurumlarının yapısındaki değişiklikler karar alma süreçlerini ve kamu politikalarının hayata geçirilişini de etkiliyor. İdeoloji devletin uygulamalarının yörüngesini belirlerken o uygulamalar da toplumun refahına etkide bulunuyor.
Türkiye’de yavaş yavaş ilerleyen İslamileşmeye, Erdoğan hükümetinin Suriye çatışmasındaki rolü de dahil olmak üzere demokratik olmayan uygulamalarına muhalefet edenlerin kesişen çıkarları nihayetinde protestolara yol açtı. AKP’nin halihazırdaki siyasal yönelimini ve neden olduğu protesto dalgalarını daha iyi değerlendirebilmek için global bir çerçeveden konuya yaklaşmak kritik önem taşıyor.
ABD’nin jeopolitik gündeminde küresel kapitalist pazara hakim olma arzusu var. «Ilımlı İslam” olarak ifade edilen Türk modeli Arap toplumlarına örneğin Mübarek yönetimindeki Mısır’a satılmak istendi ama Müslüman Kardeşler (MK) dışında bunu alan çıkmadı. Mısır’daki MK yönetimi bu modelin ülkeye istikrar ve ekonomik kalkınma getirmekten ne denli uzak olduğunu gösteriyor. Umulanın aksine Mısır’da ekonomide izlenen politikalar krizde ve gelecek hiç de parlak gözükmüyor. Tunus, Sudan ve Libya’daki durum da ılımlı İslamcıların kendi toplumlarına adalet ve kalkınma getirmede ne denli başarısız olduklarını ortaya koyuyor. Bu durum ABD ile Batılı ve bölgesel müttefiklerinin ayaklanmaların gerçekleştiği devletlerde İslamcılığa verdikleri desteğin gerisindeki gerçek niyetlerin ne olduğunun sorgulanmasına yol açıyor. Bu niyetler ABD çıkarlarına hizmet edecek yumuşak başlı rejimleri başa getirmek şeklinde özetlenebilir.
Önemle belirtmek gerekir ki Türkiye’deki protestolar dalgasının ortaya koyduğu üzere ılımlı İslam modeline bizzat kendi evinde meydan okunuyor. Demokrasinin ve «ılımlı” İslamın kalesi İslamileşmenin gündeminin Türk devlet ve toplumunun seküler geleneklerine ne denli aykırı olduğunu açığa çıkarmış bulunuyor. Burada yaşanan güncel gelişmeler Mısır’da çoktan ortaya çıkan bir gerçeği İslamcılığın demokrasi ve bireysel özgürlüklerle uyumsuzluğunu gösteriyor.
Daha da ileri gidersek şu sorular akla geliyor: Türkiye’yi kim yönetiyor? AKP mi yoksa AKP aracılığıyla sağlanan neo-liberal elitlerin iktidarı mı? Üniversiteler de dahil olmak üzere kamu sektöründe giderek çoğalan özelleştirmeler bu sorulara bir ön yanıt verebilir. Gezi’deki 400 ağaç Türk ekonomi politikalarındaki neo-liberal yörüngeyi ortaya çıkarmış bulunuyor. Protestolar çok çeşitli siyasal örgüt ve yönelimden insanları bir araya toplamasına karşın bu kitlelerin doğal çevreye ve sekülarizme yönelik tehditlerden çok daha fazlasına karşı çıktıkları ortada.
Türkiye’nin bölgesel rolü de bu bağlamda sorgulanıyor. Bu rolün desteklendiği zemin Orta Doğulu insanlar için «gidilmemesi gereken” bir yol sunuyor: Türkiye bir NATO ülkesi; ABD’nin güçlü bir müttefiki; İsrail’in dostu. İsrail’in Mavi Marmara üzerinde gerçekleştirdiği korsanlığa ve Erdoğan’ın bunu protesto eden yapmacık gösterilerine karşılık, AKP hükümetinin Siyonist ülke ticari ilişkilerini muhafaza ettiği ve Obama’nın bu apartheid devletine gerçekleştirdiği son ziyaret ertesinde onunla ilişkileri tümden düzelttiği bir gerçek. AKP’nin Suriye politikası Suudi Arabistan, Katar ve Mısır gibi Amerikan yanlısı devletlerle ilişkileri geliştirme arzusuyla bu komşu ülke ile ilişkilerini yıkmış bulunuyor. Türk halkı bunun yarattığı sonuçlar nedeniyle mağdur.
Tunus’tan Bahreyn’e Lübnan’dan Türkiye’ye ABD’nin global gündemine meydan okunuyor. Tahrir ve Taksim’deki protestolar Türk veArap kitlelerini sahte bir dindarlık kisvesine bürünen gericiliğe karşı mücadelede birbirlerine yaklaştırıyor. Tahrir’de olduğu gibi Gezi’de ve Taksim’de açığa çıktığı üzere neo-liberal kapitalist politikaların adalet ve kalkınma ile hiçbir işi yok, ama yönetici seçkinlerin çıkarlarına hizmetle var.