Çağdaş Laik Eğitime Giden Yol ve Ödenen Bedeller (3)

M.Ö. 500 lü yıllardan sonraki dönem aynı zamanda Tevrat’ın aşama aşama yazıldığı çağdır. Bu dönemde ve sonrasında bu inanç sahipleri arasında da bağnazlık, hoşgörüsüzlük ve diğer inançlara karşı baskıcı tutum yaygın olmuştur. Bu bağlamda on iki kabilenin kendi iç savaşları olduğu kadar, komşu halk Filisti’lerle yapılan sayısız savaşlar anımsanmaya değer. Bu inanç çerçevesinde kadının başının örtülmesine ilişkin kurallar, Tevrat’ta değil, Talmud’da diğer bir deyişle Yahudi dini hukuku ile ilgili kuralları içeren kitaplarda yer almaktadır. Bir örnek vermek gerekirse «… geleneksel Yahudi uygulamasına göre, kadına başı açık bir şekilde dışarı çıkması yasaklanmıştır.[20]”
Tablo 1 i değerlendirirken belirttiğim üzere, M.S. 1 inci yüzyıl ile Rönesans sonrasına kadar geçen sürede benim saptayabildiğim kadarı ile eğitim üzerinde düşünce dile getiren olmamıştır. Ancak kimse bu konudan bahsetmemiş olsa da bu dönemi kısaca incelemeden geçmemek gerekir.
Birinci yüzyıl, Hıristiyanlığın yayıldığı ve Kilise yapısı altında örgütlenmeye başladığı dönemdir. Bu dönemde Pavlus’un Korintoslulara yazdığı mektupta kadınlara başları örtülü dua etmelerini bildirmiştir. Mektubun ilgili cümleleri şöyledir;«Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih, ve kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek, Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı.[21]” Böylece Hıristiyan kadınlar arasında başı sadece dua ederken değil günlük yaşamda da örtme her geçen gün yaygınlaşmıştır ve Kilise bunu başlangıçta sadece özendirmişse de sonra zorunlu hale getirmiştir.
İlk iki yüzyılda, Kilise güçleninceye kadar göreceli olarak laik yaklaşım içinde oldu ise de, daha sonra çok tanrılı dinlere olduğu kadar, Hıristiyanlık içinde çıkan diğer mezheplere ve Yahudiliğe karşı da hoş görüden uzaklaşıp sertleşmeye ve onları yok etmeye başlamıştır. Batı Kilisesi İncil’in Latince dışında yazılmasını ve okunmasını yasaklamıştır. Oysa İncil’in orijinal dili Aramice’dir. Batı ve Doğu Kiliseleri gelişip güçlendikçe toplumdaki eğitimi ve toplumsal davranışları da denetlemeye başlamışlardır.
Bu baskı ve yok etmeye yönelik sizlere ilk sunmak istediğim olay, İskenderiye’li kadın matematikçi, astronom ve yeni Platoncu felsefenin önde gelen isimlerinden Hypatia’nın öldürülmesidir. İskenderiye M.Ö. 330 yılında İskender tarafında kurulmuş bir Yunan kenti olup, izleyen yıllarda bilimde ve kültürde Atina’yı bile geride bırakacak düzeye ulaşmış bir uygarlık merkezine dönüşmüştür. Hypatia aynı zamanda, yarım milyona yakın kitaba ev sahipliği yapan İskenderiye Kütüphanesi’ni de yöneten bilim insanıdır. 420 li yıllarda yarım milyon kitap çok büyük bir sayıdır. Kaldı ki, bu kitap sayısı daha önceki dönemlerde Kütüphane’nin yağmalanmasından sonra geri kalan boyuttur. Bu kütüphanenin kitap varlığı içinde Kleopatra VII (M.Ö. 69-30) nin Sezar’dan sonraki sevgilisi Antonius’un Efes kütüphanesinden götürdüğü belirtilen iki yüz bin kitap ve belgenin de yer aldığı belirtilir. İskenderiye kentinin nüfusu, Yahudi, Nesturi, Aryanlar, Katolik, Ortodoks ve diğer inanç gruplarından oluşuyordu. Kent’e 412 yılında Başpiskopos olarak atanan Cyril, mezhepler ve dinler arası sürtüşmeleri tahrik edenlere karşı çıkmayarak ve hatta el altında destek çıkarak bir ayaklanmaya da neden olmuştur. 415-416 yıllarında çıkarılan bu ayaklanmalarsırasında büyük bir katliam yaşanmış ve ayaklanmacılarca hedef alınanlar (veya gösterilenler) arasında Hypatia ve İskenderiye kütüphanesi de yer almış ve ayaklandırılanlar Hypatia’yı öldürdükten başka cesedin parçalara ayırmış, yakmış ve İskenderiye kütüphanesini de ateşe vermişlerdir[22]. Bu olaylar ile tarihe geçen ikinci büyük kadın matematikçi ve astronom öldürüldüğü gibi insanlığın büyük bilgi hazinelerinden birisi olan İskenderiye Kitaplığı da yok edilmiştir. Hypatia’nın geliştirilmesine katkıda bulunduğu araçlar arasında astrolap ve hydroscope da yer almaktadır. Diğer inançlara ve bilimsel araştırma ve öğretiye saldırı sadece bundan ibaret değildir. Tarihte birçok benzeri olay yaşanmıştır. Yeni örneklere birazdan değineceğim. Burada bilinmesi gereken diğer bir husus ise, Cyril’in ölümünden sonra Kilise tarafından «Aziz” ilan edildiğidir. Düşünün ki, Kilise, bir bilim insanın öldürülmesine ve insanlık tarihinin en zengin kütüphanesini yaktıran kişiye Azizlik unvanı veriyor, bu kurumun gelecekte bilim insanlarına neler yaptığını da ayrıca göreceğiz. Ancak hemen burada belirtmeliyim ki, Hypatia’dan sonra yeni bir bilim kadını görebilmesi için insanlığın Marie Curie’ye (1867-1934) kadar 15 yüzyıla yakın bir süre geçmesini beklemesi gerekecektir.
Orta Çağ Avrupa’sında eğitim tümüyle Kilise’nin elinde idi. Bu eğitimin amacı rahip yetiştirmek ve bunun yanında çocuklarına eğitim vermek isteyen asil ve varlıklı ailelerin gereksinimini karşılamaktı. Bu okullardan yetişen birçok kişi devrin Krallıklarının yönetim kadrolarında da görev almışlardır. Bu dönemde açılan ve o dönemin üniversiteleri olarak adlandırılabilecek kurumlar da dinsel temelli idi ve dine dayalı eğitim vermekteydi.
İslam dini ile birlikte, başlangıçta Araplar, kendi coğrafyaları dışındaki ülkeleri fethettiklerinde bu ülkelerde ele geçen yazılı ve bilimsel eserlere ki bunların arasında Antik ve Klasik Çağ Yunan eserleri de vardı yaşam hakkı tanımamışlardır[23]. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler, Erdoğan Aydın’ın «Nasıl Müslüman Olduk?” isimli kitabına ve İslam’ın Kuzey Afrika ve İspanya’ya yayılmasına ilişkin tarih kitaplarına başvurabilir[24]. İspanya’daki Endülüs Arap hakimiyeti çöktüğünde yerleşik halkın yeniden Hıristiyan yapılması da büyük bir baskı ve can kaybına yol açmıştır. İslam dünyasının Antik ve Klasik Çağ Yunan eserleri ile diğer eserleri ancak 700 lü yılların sonlarından itibaren Arapçaya çevirip öğrenip bu konular üzerinde eserler vererek katkı yapmaya başlamışlardır. Bu gelişme de, 8-9 uncu yüzyılda Mutezile adı verilen akla dayalı bilimsel bir akımın Arapların yönetimde söz sahibi olması ile gerçekleşmiştir. Bu süreç 11 inci yüzyıl sonlarında Gazali’nin önceleri bilimselliğe verdiği destekçi yaklaşımlarından vazgeçerek akla dayalı ve bilimsel yaklaşımlara karşı çıkmasına değin dört asır boyunca devam edebilmiştir[25]. Bu bağlamda, Mutezile akımı konusunda şu bilgiyi de aktarmak isterim; 9 uncu yüzyılda Abbasi halifelerinden Memun döneminde Bağdat’ta kurulan Beyt-el Hikme (Hikmet Evi) bir araştırma ve çeviri merkezi görevini yerine getirmiştir. Antik Çağ Yunan’ının felsefe, astronomi, fizik, geometri alanlarındaki kitapların çoğu burada Arapçaya çevrilmiştir ve birçok yere dağılmıştır[26]. Bu aydınlanma döneminde İslam bilimsel çalışmaları Ömer Hayyam, ibn-i Heyzem, el Razi, ibn-i Sina, ibn-i Rüşd, al-Zarkali ve Mansur ibn-i İlyas gibi birçok bilim adamının öncülüğünde sürdürülmüş ve Avrupa’nın ileriki yıllardaki bilimsel çalışmalarına örnek olmuş ve belge bırakmışlardır. 12 yüzyıl başlarından itibaren İslam dünyasının bilimselliğe kapılarını kapattığını önce yavaşlama ve sonra da gerileme döneminin başladığını gözlemliyoruz. Gerek bu döneme ve gerekse sonrasına ilişkin olarak hem Hıristiyan ve hem de İslam dünyasına ait çok zengin bilgi, belge ve analizler Cengiz Özakıncı’nın «İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 827-1107”isimli kitabında bulunmaktadır. 12 inci yüzyıl öncesinde Kur’an’ın Türkçe’ye çevirileri yapılmış ise de izleyen dönemde bu çeviriler ortadan yok olmuştur. Bu konudaki gelişmeler için diğer değerli bilgi kaynağı yine Cengiz Özakıncı’nın «Dil ve Din” isimli kitabıdır. İslamiyet’in kabul edildiği ülkelerde de kadınların örtünmesi gerektiği söylene gelmiştir. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, «İslam ve Giyim Kuşam” isimli kitabında şu hususları belirtmektedir; «İslam Peygamberi’nin vefatını izleyen ilk yıllardan sonra başlayarak, İslam tarihi boyunca Müslüman kadınlara çok büyük ve çok çeşitli haksızlıklar yapılagelmiştir.[27]” Beyaz ayrıca şu açıklamayı da getirmiştir; «Özellikle Emevi devrinden başlayarak, İslam tarihi boyunca Müslüman kadınlara İslam dışı aşırı bir tesettür -örtünme- uygulanmıştır. Hanefi ulemasının kadınların el ve yüzlerinin görünmesinin caiz olduğuna dair hüküm vermelerine karşılık, diğer mezheplerin çoğunluk alimleri kadınların el ve yüz ile birlikte bütün vücutlarının örtülmesi gerektiğine, kadının her hangi bir yerine bakılmasının haram olduğuna dair fetvalar vermişlerdir. Bu alimler kadınların dünyaya sadece bir tek gözüyle bakabileceklerini hükme bağlamışlardır. … Bununla da yetinilmemiş, kadınlar evlere kapatılmış, çok mecbur olmadıkça dışarı çıkmaları engellenmiş, sosyal hayattan soyutlanmışlardır.[28]” Böyle bir anlayışın hüküm sürdüğü bir toplumda kız çocuklarının öğrenim görmeleri olasılığı da asırlar boyu engellene gelmiştir.
Avrupa diğer bir deyişle Hıristiyan dünyası 14 üncü yüzyılda başlayan ve 16 ıncı yüzyıl sonuna kadar devam eden Rönesans dönemine girmiştir. Bu dönemde eski Yunan sanatına ve kültürel birikimine dönmek ve dinsel yaşamda da insanı merkeze almak anlayışı güç kazanmıştır. Bu bağlamda, Antik ve Klasik Çağ Yunan eserleri Arapçadan veya orijinal metinlerinden Latinceye çevrilmeye başlamıştır. Zira Latince Kilise’nin İncil için kabul ettiği ve dolayısı ile eğitiminde kullandığı dildir.
Ancak bu sürecin başlaması, Kilise’nin akıl ve bilim üzerindeki baskılarının son bulması anlamına gelmiyordu, aksine bu dönemde de baskı eskisinden de şiddetli olarak devam etmiştir. Johann Gutenberg’in 1400 lü yılların ortalarına doğru matbaayı Avrupalılaştırması (bu deyimi kullandım çünkü bildiğiniz üzere matbaa asırlarca önce 8 inci yüzyılda Çinliler tarafından bulunmuştur), Avrupa’da bilginin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Gutenberg 1454 yılında İncil’i Latince olarak basmıştır. İngiliz John Wycliffe’in (1329-1384) dünyanın yaratılışına ilişkin ileri sürdüğü görüşler Kilise tarafından sapkınlık olarak kabul edilmiştir. Wycliffe, ölümünden iki yıl önce İncil’i İngilizce’ye çevirmiştir. Constance Konseyi (1414-1418), Wycliffe’i ölümünden yıllarca sonra 4 Mayıs 1415 günü, görüşleri ve İncil’i İngilizce’ye çevirmesi nedeni ile sapkın ilan etti, İncil’ini yasakladı ve kitaplarının yakılmasına karar verdi ve ayrıca mezarının açılmasına karar verdi. Mezarı 1428 de Papa Martin V in emri ile açıldı kalıntıları yakıldı ve külleri nehre atıldı[29]. Wycliffe’in yaşadığı bu süreç İncil’in Latince dışındaki dillere çevrilmesini bir yüzyıldan fazla bir süre ile geciktirdi.
Martin Luther’in 1522 yılında İncil’i Almancaya çevirmesi yeniden büyük tepki ve tartışmalara yol açmıştır. Matbaanın Avrupa’ya gelmesi ve İncil’in ana dillere çevrilmesi Kiliseyi ciddi şekilde rahatsız etmiştir. İngiltere Başpiskoposu Kardinal Wolsey’in Papa’ya gönderdiği mektupta yer alan bilgiler bu bakımdan çok ilginçtir; «Matbaanın bulunmasıyla kitap yayınlarının çoğaldığı ve eğitim-öğretimin geliştiği doğrudur; fakat aynı zamanda fikir ve görüş ayrılıklarının oluştuğu da bir gerçektir. Bunun sonucu olmak üzere, kişiler, Kilise’nin yerleştirdiği iman ve akideler konusunda düşünmeğe ve sorular sormaya başlamışlardır. Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve kendi anladıkları dilde ibadet ediyorlar. Bu nedenle kendi kendilerine din adamlarına gerek bulunup bulunmadığı sorusunu sormaları söz konusudur. Eğer herkes kendi bildiği dilde ve kendi anladığı şekilde Tanrı’ya ibadet etmeye kalkışacak olursa … Böyle bir durum bizim mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok zararına olur. Din esaslarının din adamlarının dışında hiç kimse tarafından bilinmemesi koşul olmalıdır. …[30]”
Kardinalin dinsel ağırlıklı bile olsa eğitimin yaygınlaştığından ve yol açacağı tehlikelerden bahsettiği bu mektubu yazdığı tarihlerde Avrupa’da büyük kentlerdeki yetişkin nüfusun yüzde 50 sinden azı ancak okur-yazar sayılıyordu ve daha küçük kentlere gittikçe okumaz-yazmaz oranı yüzde 50 den yüzde 95 e kadar çıkıyordu[31].
Ortaçağ ve sonrasındaki Avrupa’nın mutlakıyet rejimleri halkın yaygın eğitim almasını düşünmek ve kaynak ayırmak bir yana, sınırlı sayıda iyi yetişmiş kamu görevlisi ile yetinme eğiliminde olmuşlardır. Asiller ve zenginler kendi çocuklarını, özel öğretmenleri para karşılığı çalıştırarak, özel eğitim görmelerini sağlamışlardır. Sıradan halk, çocuklarını eğitim görebilmeleri için tek seçeneğe sahipti Kilise okulları veya cahil kalmasını kabul etmek durumunda idi. Devletlerin kamu okulları açarak yaygın ve bedelsiz bir eğitim verme niyetleri olmadığı gibi öğretmen yetiştirme gibi bir düşünceleri de yoktu. Halk, Krala sadık ve cahil uyruk olarak kalmalıydı.
Ülkelerin halkın eğitimini düşünülmeye başlaması, Fransız Devrimi yanında, sanayi devriminin ortaya çıkaracağı rekabetle ilişkili insan gücü gereksinimini bekleyecekti. Nitekim aşağıdaki örneklerden de görüleceği üzere halkın kamu okullarında eğitim görmesi 1800 lü yıllarda devletlerin gündeminde yavaş yavaş yer almaya başlamıştır.
Fransız eğitimciler, eğitim sistemlerinin başlangıcını Charlemagne’a kadar geri götürme eğiliminde olmakla birlikte, Fransız Devriminden önce eğitim kesinlikle Katolik Kilisesi tarafından ve katı denetim altında yürütülüyordu. Bu uygulama çerçevesinde kızların erkeklerle birlikte okullara gitmeleri söz konusu olmadığı gibi, kızların eğitimleri ev işleri ve dinsel amaçlara dönük olarak yürütülüyordu. İlginç bir şekilde 1789 Fransız Devriminin önde gelen lider kişilerinden Talleyrant, Mirabeau ve Lavoisier kadın eğitiminin eve yönelik olmasını savunmaya devam etmişlerdir. Devrimin lider kadrosundan sadece Condorcet kızların da erkeklerle eşit eğitim almaları gerektiğini savunmuştur[32]. Neticede uygulanan eğitim programlarında okula devam eden kız öğrenci sayısı erkeklerin çok gerisinde kalmıştır. I. Napoleon döneminde Eğitim Bakanı Guizot görevde iken Haziran 1803 tarihinde çıkarılan bir yasa ile halkın geneline açık ancak paralı ve sadece erkekler için tek bir ilköğretim okulu açılmıştır. Kızlar için paralı ilköğretim okulu 1850 yılında çıkan Falloux yasası ile açılabilmiş ve kızların ortaöğretim kurumlarına devamı ise Aralık 1880 de çıkarılan Camille Sée yasası ile mümkün olabilmiştir. 1849 yılında Fransa’da laik eğitimi kararlılıkla savunanların başını Edgar Quinet çekmiştir. Quinet 1849 yılında yayınladığı «Halkın Eğitimi” kitabında «Birbirinden farklı Kiliselerin arasında çelişmelere karşın, toplumun varlığını sürdürmesi için, genç kuşakların, bu iman ve dogma konusunda çarpıcı farklılıklara karşılık, toplumun bütün üyelerini tek bir aile olduğunu öğrenebilecekleri bir yer olmalı. Oysa, katı inançlar ve Kiliselerin zıtlaştıkları ortamda, birliğin, barışın ve uygar uyumun öğrenildiği yer, laik okuldur.[33]” Roma Kilisesi eğitimin devlet denetimine geçmesi ve laikleşmesine yönelik direncini sürdürmek istemiştir. Ancak İtalyan Birliğinin kurulmasına yönelik mücadeleler karşısında Kilise kendi varlığını koruma endişesi içine düşmüştür. Bu gelişmelerin ardından Fransız Eğitim Bakanı Jules Ferry 1881 de parasız eğitimi yasalaştırmış ve izleyen yılda laik eğitimi zorunlu hale getirmiştir.
Kaynaklar
[20] Filiz Doç Dr. Şahin, «Başörtüsü söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslam Felsefesi Açısından Eleştirisi”, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, İkinci Basım Şubat 2008,sayfa 55 (Talmud Bavli, Kethuboth, 726).
[21] Kitabı Mukaddes, İncil Bölümü, «Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu” Bab11, 3-9.
[22] Deakin Michael A. B., «Hypatia of Alexandria”, Prometheus Books, 2007.
[23] Özakıncı Cengiz, «İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 827-1107”, Otopsi Yayınları 11 Basım Eylül 2007, sayfa 323.
[24] Aydın Erdoğan, «Nasıl Müslüman Olduk?” Başak Yayınları 1 inci Baskı Mart 1994.
[25] Özakıncı Cengiz, y.a.g.e.
[26] Tekeli İlhan ve Selim İlkin, «Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü”, Türk Tarih Kurumu 2. Baskı 1999, sayfa 11.
[27] Beyaz Prof. Dr. Zekeriya, «İslam ve Giyim Kuşam” Sancak Yayınları Haziran 1999, sayfa 216.
[28] Beyaz, sayfa 216.
[29] Wikipedia John Wycliffe maddesi.
[30] Özakınci, y.a.g.e., sayfa 257.
[31] Cipolla Carlo M., «Before the Industrial Revolution- European Society and Economy: 1000-1700”, W.W. Norton Comp. 1980, sayfa 93.
[32] Lelievre François ve Claude Lelievre, «Histoire de la scolarisation des filles”, Nathan Yayınevi, Paris 1991.
[33] Tanilli Server, «Din ve Politika”, Cumhuriyet Kitapları 1. Baskı Nisan 2008, sayfa 24-25.
M.Ö. 500 lü yıllardan sonraki dönem aynı zamanda Tevrat’ın aşama aşama yazıldığı çağdır. Bu dönemde ve sonrasında bu inanç sahipleri arasında da bağnazlık, hoşgörüsüzlük ve diğer inançlara karşı baskıcı tutum yaygın olmuştur. Bu bağlamda on iki kabilenin kendi iç savaşları olduğu kadar, komşu halk Filisti’lerle yapılan sayısız savaşlar anımsanmaya değer. Bu inanç çerçevesinde kadının başının örtülmesine ilişkin kurallar, Tevrat’ta değil, Talmud’da diğer bir deyişle Yahudi dini hukuku ile ilgili kuralları içeren kitaplarda yer almaktadır. Bir örnek vermek gerekirse «… geleneksel Yahudi uygulamasına göre, kadına başı açık bir şekilde dışarı çıkması yasaklanmıştır.[20]”
Tablo 1 i değerlendirirken belirttiğim üzere, M.S. 1 inci yüzyıl ile Rönesans sonrasına kadar geçen sürede benim saptayabildiğim kadarı ile eğitim üzerinde düşünce dile getiren olmamıştır. Ancak kimse bu konudan bahsetmemiş olsa da bu dönemi kısaca incelemeden geçmemek gerekir.
Birinci yüzyıl, Hıristiyanlığın yayıldığı ve Kilise yapısı altında örgütlenmeye başladığı dönemdir. Bu dönemde Pavlus’un Korintoslulara yazdığı mektupta kadınlara başları örtülü dua etmelerini bildirmiştir. Mektubun ilgili cümleleri şöyledir;«Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih, ve kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek, Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı.[21]”Böylece Hıristiyan kadınlar arasında başı sadece dua ederken değil günlük yaşamda da örtme her geçen gün yaygınlaşmıştır ve Kilise bunu başlangıçta sadece özendirmişse de sonra zorunlu hale getirmiştir.

İlk iki yüzyılda, Kilise güçleninceye kadar göreceli olarak laik yaklaşım içinde oldu ise de, daha sonra çok tanrılı dinlere olduğu kadar, Hıristiyanlık içinde çıkan diğer mezheplere ve Yahudiliğe karşı da hoş görüden uzaklaşıp sertleşmeye ve onları yok etmeye başlamıştır. Batı Kilisesi İncil’in Latince dışında yazılmasını ve okunmasını yasaklamıştır. Oysa İncil’in orijinal dili Aramice’dir. Batı ve Doğu Kiliseleri gelişip güçlendikçe toplumdaki eğitimi ve toplumsal davranışları da denetlemeye başlamışlardır.
Bu baskı ve yok etmeye yönelik sizlere ilk sunmak istediğim olay, İskenderiye’li kadın matematikçi, astronom ve yeni Platoncu felsefenin önde gelen isimlerinden Hypatia’nın öldürülmesidir. İskenderiye M.Ö. 330 yılında İskender tarafında kurulmuş bir Yunan kenti olup, izleyen yıllarda bilimde ve kültürde Atina’yı bile geride bırakacak düzeye ulaşmış bir uygarlık merkezine dönüşmüştür. Hypatia aynı zamanda, yarım milyona yakın kitaba ev sahipliği yapan İskenderiye Kütüphanesi’ni de yöneten bilim insanıdır. 420 li yıllarda yarım milyon kitap çok büyük bir sayıdır. Kaldı ki, bu kitap sayısı daha önceki dönemlerde Kütüphane’nin yağmalanmasından sonra geri kalan boyuttur. Bu kütüphanenin kitap varlığı içinde Kleopatra VII (M.Ö. 69-30) nin Sezar’dan sonraki sevgilisi Antonius’un Efes kütüphanesinden götürdüğü belirtilen iki yüz bin kitap ve belgenin de yer aldığı belirtilir. İskenderiye kentinin nüfusu, Yahudi, Nesturi, Aryanlar, Katolik, Ortodoks ve diğer inanç gruplarından oluşuyordu. Kent’e 412 yılında Başpiskopos olarak atanan Cyril, mezhepler ve dinler arası sürtüşmeleri tahrik edenlere karşı çıkmayarak ve hatta el altında destek çıkarak bir ayaklanmaya da neden olmuştur. 415-416 yıllarında çıkarılan bu ayaklanmalarsırasında büyük bir katliam yaşanmış ve ayaklanmacılarca hedef alınanlar (veya gösterilenler) arasında Hypatia ve İskenderiye kütüphanesi de yer almış ve ayaklandırılanlar Hypatia’yı öldürdükten başka cesedin parçalara ayırmış, yakmış ve İskenderiye kütüphanesini de ateşe vermişlerdir[22]. Bu olaylar ile tarihe geçen ikinci büyük kadın matematikçi ve astronom öldürüldüğü gibi insanlığın büyük bilgi hazinelerinden birisi olan İskenderiye Kitaplığı da yok edilmiştir. Hypatia’nın geliştirilmesine katkıda bulunduğu araçlar arasında astrolap ve hydroscope da yer almaktadır. Diğer inançlara ve bilimsel araştırma ve öğretiye saldırı sadece bundan ibaret değildir. Tarihte birçok benzeri olay yaşanmıştır. Yeni örneklere birazdan değineceğim. Burada bilinmesi gereken diğer bir husus ise, Cyril’in ölümünden sonra Kilise tarafından «Aziz” ilan edildiğidir. Düşünün ki, Kilise, bir bilim insanın öldürülmesine ve insanlık tarihinin en zengin kütüphanesini yaktıran kişiye Azizlik unvanı veriyor, bu kurumun gelecekte bilim insanlarına neler yaptığını da ayrıca göreceğiz. Ancak hemen burada belirtmeliyim ki, Hypatia’dan sonra yeni bir bilim kadını görebilmesi için insanlığın Marie Curie’ye (1867-1934) kadar 15 yüzyıla yakın bir süre geçmesini beklemesi gerekecektir.
Orta Çağ Avrupa’sında eğitim tümüyle Kilise’nin elinde idi. Bu eğitimin amacı rahip yetiştirmek ve bunun yanında çocuklarına eğitim vermek isteyen asil ve varlıklı ailelerin gereksinimini karşılamaktı. Bu okullardan yetişen birçok kişi devrin Krallıklarının yönetim kadrolarında da görev almışlardır. Bu dönemde açılan ve o dönemin üniversiteleri olarak adlandırılabilecek kurumlar da dinsel temelli idi ve dine dayalı eğitim vermekteydi.
İslam dini ile birlikte, başlangıçta Araplar, kendi coğrafyaları dışındaki ülkeleri fethettiklerinde bu ülkelerde ele geçen yazılı ve bilimsel eserlere ki bunların arasında Antik ve Klasik Çağ Yunan eserleri de vardı yaşam hakkı tanımamışlardır[23]. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler, Erdoğan Aydın’ın «Nasıl Müslüman Olduk?” isimli kitabına ve İslam’ın Kuzey Afrika ve İspanya’ya yayılmasına ilişkin tarih kitaplarına başvurabilir[24]. İspanya’daki Endülüs Arap hakimiyeti çöktüğünde yerleşik halkın yeniden Hıristiyan yapılması da büyük bir baskı ve can kaybına yol açmıştır. İslam dünyasının Antik ve Klasik Çağ Yunan eserleri ile diğer eserleri ancak 700 lü yılların sonlarından itibaren Arapçaya çevirip öğrenip bu konular üzerinde eserler vererek katkı yapmaya başlamışlardır. Bu gelişme de, 8-9 uncu yüzyılda Mutezile adı verilen akla dayalı bilimsel bir akımın Arapların yönetimde söz sahibi olması ile gerçekleşmiştir. Bu süreç 11 inci yüzyıl sonlarında Gazali’nin önceleri bilimselliğe verdiği destekçi yaklaşımlarından vazgeçerek akla dayalı ve bilimsel yaklaşımlara karşı çıkmasına değin dört asır boyunca devam edebilmiştir[25]. Bu bağlamda, Mutezile akımı konusunda şu bilgiyi de aktarmak isterim; 9 uncu yüzyılda Abbasi halifelerinden Memun döneminde Bağdat’ta kurulan Beyt-el Hikme (Hikmet Evi) bir araştırma ve çeviri merkezi görevini yerine getirmiştir. Antik Çağ Yunan’ının felsefe, astronomi, fizik, geometri alanlarındaki kitapların çoğu burada Arapçaya çevrilmiştir ve birçok yere dağılmıştır[26]. Bu aydınlanma döneminde İslam bilimsel çalışmaları Ömer Hayyam, ibn-i Heyzem, el Razi, ibn-i Sina, ibn-i Rüşd, al-Zarkali ve Mansur ibn-i İlyas gibi birçok bilim adamının öncülüğünde sürdürülmüş ve Avrupa’nın ileriki yıllardaki bilimsel çalışmalarına örnek olmuş ve belge bırakmışlardır. 12 yüzyıl başlarından itibaren İslam dünyasının bilimselliğe kapılarını kapattığını önce yavaşlama ve sonra da gerileme döneminin başladığını gözlemliyoruz. Gerek bu döneme ve gerekse sonrasına ilişkin olarak hem Hıristiyan ve hem de İslam dünyasına ait çok zengin bilgi, belge ve analizler Cengiz Özakıncı’nın «İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 827-1107”isimli kitabında bulunmaktadır. 12 inci yüzyıl öncesinde Kur’an’ın Türkçe’ye çevirileri yapılmış ise de izleyen dönemde bu çeviriler ortadan yok olmuştur. Bu konudaki gelişmeler için diğer değerli bilgi kaynağı yine Cengiz Özakıncı’nın «Dil ve Din” isimli kitabıdır. İslamiyet’in kabul edildiği ülkelerde de kadınların örtünmesi gerektiği söylene gelmiştir. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, «İslam ve Giyim Kuşam” isimli kitabında şu hususları belirtmektedir; «İslam Peygamberi’nin vefatını izleyen ilk yıllardan sonra başlayarak, İslam tarihi boyunca Müslüman kadınlara çok büyük ve çok çeşitli haksızlıklar yapılagelmiştir.[27]” Beyaz ayrıca şu açıklamayı da getirmiştir; «Özellikle Emevi devrinden başlayarak, İslam tarihi boyunca Müslüman kadınlara İslam dışı aşırı bir tesettür -örtünme- uygulanmıştır. Hanefi ulemasının kadınların el ve yüzlerinin görünmesinin caiz olduğuna dair hüküm vermelerine karşılık, diğer mezheplerin çoğunluk alimleri kadınların el ve yüz ile birlikte bütün vücutlarının örtülmesi gerektiğine, kadının her hangi bir yerine bakılmasının haram olduğuna dair fetvalar vermişlerdir. Bu alimler kadınların dünyaya sadece bir tek gözüyle bakabileceklerini hükme bağlamışlardır. … Bununla da yetinilmemiş, kadınlar evlere kapatılmış, çok mecbur olmadıkça dışarı çıkmaları engellenmiş, sosyal hayattan soyutlanmışlardır.[28]” Böyle bir anlayışın hüküm sürdüğü bir toplumda kız çocuklarının öğrenim görmeleri olasılığı da asırlar boyu engellene gelmiştir.
Avrupa diğer bir deyişle Hıristiyan dünyası 14 üncü yüzyılda başlayan ve 16 ıncı yüzyıl sonuna kadar devam eden Rönesans dönemine girmiştir. Bu dönemde eski Yunan sanatına ve kültürel birikimine dönmek ve dinsel yaşamda da insanı merkeze almak anlayışı güç kazanmıştır. Bu bağlamda, Antik ve Klasik Çağ Yunan eserleri Arapçadan veya orijinal metinlerinden Latinceye çevrilmeye başlamıştır. Zira Latince Kilise’nin İncil için kabul ettiği ve dolayısı ile eğitiminde kullandığı dildir.
Ancak bu sürecin başlaması, Kilise’nin akıl ve bilim üzerindeki baskılarının son bulması anlamına gelmiyordu, aksine bu dönemde de baskı eskisinden de şiddetli olarak devam etmiştir. Johann Gutenberg’in 1400 lü yılların ortalarına doğru matbaayı Avrupalılaştırması (bu deyimi kullandım çünkü bildiğiniz üzere matbaa asırlarca önce 8 inci yüzyılda Çinliler tarafından bulunmuştur), Avrupa’da bilginin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Gutenberg 1454 yılında İncil’i Latince olarak basmıştır. İngiliz John Wycliffe’in (1329-1384) dünyanın yaratılışına ilişkin ileri sürdüğü görüşler Kilise tarafından sapkınlık olarak kabul edilmiştir. Wycliffe, ölümünden iki yıl önce İncil’i İngilizce’ye çevirmiştir. Constance Konseyi (1414-1418), Wycliffe’i ölümünden yıllarca sonra 4 Mayıs 1415 günü, görüşleri ve İncil’i İngilizce’ye çevirmesi nedeni ile sapkın ilan etti, İncil’ini yasakladı ve kitaplarının yakılmasına karar verdi ve ayrıca mezarının açılmasına karar verdi. Mezarı 1428 de Papa Martin V in emri ile açıldı kalıntıları yakıldı ve külleri nehre atıldı[29]. Wycliffe’in yaşadığı bu süreç İncil’in Latince dışındaki dillere çevrilmesini bir yüzyıldan fazla bir süre ile geciktirdi.
Martin Luther’in 1522 yılında İncil’i Almancaya çevirmesi yeniden büyük tepki ve tartışmalara yol açmıştır. Matbaanın Avrupa’ya gelmesi ve İncil’in ana dillere çevrilmesi Kiliseyi ciddi şekilde rahatsız etmiştir. İngiltere Başpiskoposu Kardinal Wolsey’in Papa’ya gönderdiği mektupta yer alan bilgiler bu bakımdan çok ilginçtir; «Matbaanın bulunmasıyla kitap yayınlarının çoğaldığı ve eğitim-öğretimin geliştiği doğrudur; fakat aynı zamanda fikir ve görüş ayrılıklarının oluştuğu da bir gerçektir. Bunun sonucu olmak üzere, kişiler, Kilise’nin yerleştirdiği iman ve akideler konusunda düşünmeğe ve sorular sormaya başlamışlardır. Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve kendi anladıkları dilde ibadet ediyorlar. Bu nedenle kendi kendilerine din adamlarına gerek bulunup bulunmadığı sorusunu sormaları söz konusudur. Eğer herkes kendi bildiği dilde ve kendi anladığı şekilde Tanrı’ya ibadet etmeye kalkışacak olursa … Böyle bir durum bizim mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok zararına olur. Din esaslarının din adamlarının dışında hiç kimse tarafından bilinmemesi koşul olmalıdır. …[30]”
Kardinalin dinsel ağırlıklı bile olsa eğitimin yaygınlaştığından ve yol açacağı tehlikelerden bahsettiği bu mektubu yazdığı tarihlerde Avrupa’da büyük kentlerdeki yetişkin nüfusun yüzde 50 sinden azı ancak okur-yazar sayılıyordu ve daha küçük kentlere gittikçe okumaz-yazmaz oranı yüzde 50 den yüzde 95 e kadar çıkıyordu[31].

Ortaçağ ve sonrasındaki Avrupa’nın mutlakıyet rejimleri halkın yaygın eğitim almasını düşünmek ve kaynak ayırmak bir yana, sınırlı sayıda iyi yetişmiş kamu görevlisi ile yetinme eğiliminde olmuşlardır. Asiller ve zenginler kendi çocuklarını, özel öğretmenleri para karşılığı çalıştırarak, özel eğitim görmelerini sağlamışlardır. Sıradan halk, çocuklarını eğitim görebilmeleri için tek seçeneğe sahipti Kilise okulları veya cahil kalmasını kabul etmek durumunda idi. Devletlerin kamu okulları açarak yaygın ve bedelsiz bir eğitim verme niyetleri olmadığı gibi öğretmen yetiştirme gibi bir düşünceleri de yoktu. Halk, Krala sadık ve cahil uyruk olarak kalmalıydı.
Ülkelerin halkın eğitimini düşünülmeye başlaması, Fransız Devrimi yanında, sanayi devriminin ortaya çıkaracağı rekabetle ilişkili insan gücü gereksinimini bekleyecekti. Nitekim aşağıdaki örneklerden de görüleceği üzere halkın kamu okullarında eğitim görmesi 1800 lü yıllarda devletlerin gündeminde yavaş yavaş yer almaya başlamıştır.
Fransız eğitimciler, eğitim sistemlerinin başlangıcını Charlemagne’a kadar geri götürme eğiliminde olmakla birlikte, Fransız Devriminden önce eğitim kesinlikle Katolik Kilisesi tarafından ve katı denetim altında yürütülüyordu. Bu uygulama çerçevesinde kızların erkeklerle birlikte okullara gitmeleri söz konusu olmadığı gibi, kızların eğitimleri ev işleri ve dinsel amaçlara dönük olarak yürütülüyordu. İlginç bir şekilde 1789 Fransız Devriminin önde gelen lider kişilerinden Talleyrant, Mirabeau ve Lavoisier kadın eğitiminin eve yönelik olmasını savunmaya devam etmişlerdir. Devrimin lider kadrosundan sadece Condorcet kızların da erkeklerle eşit eğitim almaları gerektiğini savunmuştur[32]. Neticede uygulanan eğitim programlarında okula devam eden kız öğrenci sayısı erkeklerin çok gerisinde kalmıştır. I. Napoleon döneminde Eğitim Bakanı Guizot görevde iken Haziran 1803 tarihinde çıkarılan bir yasa ile halkın geneline açık ancak paralı ve sadece erkekler için tek bir ilköğretim okulu açılmıştır. Kızlar için paralı ilköğretim okulu 1850 yılında çıkan Falloux yasası ile açılabilmiş ve kızların ortaöğretim kurumlarına devamı ise Aralık 1880 de çıkarılan Camille Sée yasası ile mümkün olabilmiştir. 1849 yılında Fransa’da laik eğitimi kararlılıkla savunanların başını Edgar Quinet çekmiştir. Quinet 1849 yılında yayınladığı «Halkın Eğitimi” kitabında «Birbirinden farklı Kiliselerin arasında çelişmelere karşın, toplumun varlığını sürdürmesi için, genç kuşakların, bu iman ve dogma konusunda çarpıcı farklılıklara karşılık, toplumun bütün üyelerini tek bir aile olduğunu öğrenebilecekleri bir yer olmalı. Oysa, katı inançlar ve Kiliselerin zıtlaştıkları ortamda, birliğin, barışın ve uygar uyumun öğrenildiği yer, laik okuldur.[33]” Roma Kilisesi eğitimin devlet denetimine geçmesi ve laikleşmesine yönelik direncini sürdürmek istemiştir. Ancak İtalyan Birliğinin kurulmasına yönelik mücadeleler karşısında Kilise kendi varlığını koruma endişesi içine düşmüştür. Bu gelişmelerin ardından Fransız Eğitim Bakanı Jules Ferry 1881 de parasız eğitimi yasalaştırmış ve izleyen yılda laik eğitimi zorunlu hale getirmiştir.

Kaynaklar
[20] Filiz Doç Dr. Şahin, «Başörtüsü söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslam Felsefesi Açısından Eleştirisi”, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, İkinci Basım Şubat 2008,sayfa 55 (Talmud Bavli, Kethuboth, 726).
[21] Kitabı Mukaddes, İncil Bölümü, «Pavlusun Korintoslulara Birinci Mektubu” Bab11, 3-9.
[22] Deakin Michael A. B., «Hypatia of Alexandria”, Prometheus Books, 2007.
[23] Özakıncı Cengiz, «İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 827-1107”, Otopsi Yayınları 11 Basım Eylül 2007, sayfa 323.
[24] Aydın Erdoğan, «Nasıl Müslüman Olduk?” Başak Yayınları 1 inci Baskı Mart 1994.
[25] Özakıncı Cengiz, y.a.g.e.
[26] Tekeli İlhan ve Selim İlkin, «Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü”, Türk Tarih Kurumu 2. Baskı 1999, sayfa 11.
[27] Beyaz Prof. Dr. Zekeriya, «İslam ve Giyim Kuşam” Sancak Yayınları Haziran 1999, sayfa 216.
[28] Beyaz, sayfa 216.
[29] Wikipedia John Wycliffe maddesi.
[30] Özakınci, y.a.g.e., sayfa 257.
[31] Cipolla Carlo M., «Before the Industrial Revolution- European Society and Economy: 1000-1700”, W.W. Norton Comp. 1980, sayfa 93.
[32] Lelievre François ve Claude Lelievre, «Histoire de la scolarisation des filles”, Nathan Yayınevi, Paris 1991.
[33] Tanilli Server, «Din ve Politika”, Cumhuriyet Kitapları 1. Baskı Nisan 2008, sayfa 24-25.

Bunları da sevebilirsiniz