Şehrin Arka Yüzündekilerin Hikâyesi: Saç

İstanbul Tarlabaşı denilince ne gelir ilk aklınıza? Ara sokaklarda eski binaların arasına gerilmiş çamaşır ipleri mi? Cadde boyunca sıralanmış perukçular mı? Hırsızlık mı? Tekinsizlik mi? Tarlabaşı sizde neleri çağrıştırır bilmiyorum ama benim aklıma ilk perukçular gelir hep. Saç satan ya da peruk alan insanların hikâyesini hiç merak ettiniz mi? Plastik manken başlarıyla dolu dükkânın içinde ne yapar o insanlar? Nerede yaşarlar, nasıl evlerde otururlar? Kendinizi bir başkasının saçıyla hiç hayal ettiniz mi? Saçınız ile aranızda nasıl bir bağ var hiç düşündünüz mü? Kimdir bu saçlarından peruk yapılan kadınlar? Saçın cinsiyeti var mıdır? Tarlabaşı’ndan ne zaman geçsem bu sorular üşüşüverir aklıma. Ne olursa olsun cevaplar; saçın derin, tuhaf ve pornografik bir yeri var belki de toplumumuzda.

Başka biriymiş gibi görünmek isteyenlerin, tedavi görenlerin, kendinden memnun olmayanların, kendini farklı görmek ve göstermek isteyenlerin merkezidir perukçular. İşte bu perukçulardan sadece birinin hikâyesini anlatıyor Tayfun Pirselimoğlu’nun Saç (2010) filmi. Ama bütün bu sorulara ve hatta çok daha fazlasına cevap veriyor aslında. «Vicdan ve Ölüm” temalı üçlemenin son filmi Saç. Bu üçlemenin ilk ikisi ise Rıza (2007) ve Pus (2009).

Saç filmi, Tarlabaşı’nda perukçuluk yapan Hamdi’nin hikâyesini anlatıyor. Şehrin arka yüzü olan Tarlabaşı gibi filmin üç ana karakteri de aslında sistemin arka yüzünün insanları olarak nitelendirilebilir. Saç filmi hem çığ gibi büyüyen şehirlerin yuttuğu insanların hem de yalnızlığın, ölümün ve yaşamın çekirdeğinde var olan düalitelerin ve bizi kemiren saplantıların filmi. Filmde sadece şehrin sesleri kullanılmış, müzik yok. Karakterler her gün defalarca kez gördüğümüz ve hatırlamadığımız yüzlerden seçilmiş. Her şey çok gerçek ve bir o kadar da gerçeküstü. Kafkavari bir film Saç, izleyici filmin karanlığının içine gömüldükçe sonsuz bir iç sıkıntısına düşebilir kimi zaman. Ama sonsuz iç sıkıntılarıyla yaşayanların gerçekliğini, ölümün kekremsi tadını, metropolde yaşayan ama içinde bulunduğu mekânın dışında olan insanların yabancılaşma sürecini etkileyici ve yalın bir anlatımla sunuyor Pirselimoğlu izleyiciye.

Gitmek isteyip de hiç gidemediğimiz yerlerin burukluğunu ve amaçsız gezginliğin döngüselliğini duyumsadığımız bu hikâye sizi ya tümüyle içine çekecek ya da dışında bırakacaktır.

Bunları da sevebilirsiniz