Profesyonel sporun iş dönüşmesinin ardından yalnızca sporun doğası/ruhu değişmedi aynı zamanda sporu icra edenler ve bu icra edilen gösteriyi izleyenlerin yapısı da yakından değişime uğradı. Ünlü Hollandalı tarihçi Huizinga, spor üzerinde düşünen her araştırmacı için adeta başucu niteliği taşıyan ünlü eseri Homo Ludens’de(oynayan insan), oyunun kültürden daha eski olduğunu ve metalaşma süreci sonrasında bugünkü anlamda sporun gerçek özünden uzaklaştığını belirtir. Profesyonelleşme sürecine reklam ve sponsorlukların yanı sıra medyada eşlik ettiği andan itibaren, oyun bambaşka bir anlama ve değere bürünmeye başlamaktadır. Özellikle bazı spor dalları bu açıdan diğerlerinin bir hayli önünde yer almakta ve geniş kitleler tarafından yakından takip edilmektedirler. Paranın dolaşıma girmesinin ardından oyuna ve oyunun işleyiş tarzına müdahale etmek isteyen farklı kesimler de arayış içerisinde yasadışı girişimlerde bulunmak suretiyle kendilerine yer bulmaya çalışmaktadırlar. Bahis endüstrisinde yaşanan büyük karlardan pay kapmak isteyenler, sonucun belirsizliği ilkesini kendi lehlerine çevirebilecek eylemlerde bulunmak suretiyle, bir anlamda oyunun ruhunu öldürmektedirler.
Naklen yayın için büyük paralar ödeyen yayın kuruluşları açısından duruma bakacak olursak ise televizyonun oyun kurallarından, oyunun oynanacağı zaman dilimine kadar pek çok alana müdahil olduğu yeni bir dönemle karşı karşıya kalırız. Artık oyunun kurallarını belirleyen parayı veren ve yönlendiren medya olmaktadır. Tamamen bir televizyon gösterisi olan Şampiyonlar Ligi müsabakalarının 21.45 saatinde başlaması bu açıdan iyi bir örnek teşkil etmektedir. Şampiyonlar Ligi sponsorlarının her ortamda gözümüzün içine sokulduğu televizyon yayınları ve maç sonu röportajları, sponsorluğun endüstriyel futbolu/sporu nasıl kendi lehine çevirebildiğinin güzel örneklerini sunarlar.
Değişen oyun ve ardından yaşanan gelişmelerin bir diğer önemli etkisi taraftarlar üzerinde olmuştur. Artık takımına yürekten bağlı ve onun uğruna her şeyi göze alan insan tipi istenilen model değildir. İstenilen takımı için kombine bilet alan, takımının resmi ürünlerini kullanan ve taraftarlıktan müşteri olma aşamasına geçebilenler, istenilen muteber taraftarlardır. Endüstriyel futbolun/sporun bir gösteriye dönüşmesinin ardından taraftarlar da bu gösteriye büyük meblağlar ödeyerek izlemeyi göze alabilen ve bunu yaparken markalı ürünler giyen müşterilere dönüşmüşlerdir.
Oyunu icra edenler olmadan oyunun anlamı ve öneminin kalmayacağı gerçeği dahi yeniden dizayn edilmiştir. Müşteri/izleyici taraftarlar ‘on ikinci adam’ payesi ile onurlandırılmak suretiyle oyuna/gösteriye dahil edildikleri yanılgısı içine çekilirler. Oyuncular ise sırtlarında taşıdıkları formalarda dahi isimleri sponsorlar kadar anlamlı olmayan birer meta haline dönüştürülmüşlerdir. Gösterinin asıl unsurları bile figüran konumuna indirgenmiş ve daha değerli olan parayı veren sponsorların isimleri sporcuların arkasında üste yazılırken, formanın gerçek sahiplerinin isimleri altta kalmak zorunda bırakılmıştır. Halbuki bir gösteri, endüstriyel futbolun doruk noktası olan Şampiyonlar Liginde bile, asıl aktörün futbolcunun kendisi olduğuna vurgu yapılmakta ve formanın sırtında oyuncunun ismi üstte yer almaktadır. Örneğin bu sezon ülkemizi Avrupa arenasında temsil eden Trabzonspor ve Beşiktaş takımlarının Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi müsabakalarında oynadıkları karşılaşmalarda futbolcuların isimleri üstte yer alırken, Spor Toto Süper Lig müsabakalarında altta yer almaktaydı. O zaman bir kez daha yüksek sesle sormamız gerekiyor; kim daha değerli?