Rusya´da Duma Seçimleri

İnsanoğlu, ihtiyaçları doğrultusunda keşif ve icatlar yaparak kendine yaşam alanı yaratmakta ve bunu her yeni günün gereklilikleri doğrultusunda geliştirmektedir. Bununla birlikte, yaşam alanı olarak belirlediği çevrenin fiziksel şartları neticesinde de kendi benliğini oluşturmaktadır. Bu karşılıklı etkileşim sonucu insanoğlunun hayatta kalma güdüsünü modern anlamda açıklayan en iyi disiplin jeopolitik, bu doğrultuda geliştirdiği kabiliyetleri açıklayan sistematikse jeostrateji olmuştur.

İlkel dönemde doğa şartlarından ve söz konusu habitatta varolan diğer yırtıcılardan korunmak için geliştirilen fiziksel ve bilişsel öz savunma mekanizmaları, ihtiyaca karşılık verememeye başladığı anda terk edilerek yerini daha işlevsel yeni düşünce ve araç-gereç sistematiğine bırakmıştır. Bu ritüelin modern dönemde karşılık buluşu ise; dönemin ihtiyaçlarına karşılık veremeyen ideolojilerin, görev ve sorumluluklarını tamamlamış siyasi aktörlerin -ve belki bir gün devlet sözleşmesinin- terk edilişi şeklinde gerçekleşmektedir.

Devletleşme süreci ve devlet tarihi açısından benzerlik gösteren Rusya ve Türkiye, günümüzde dahi birbirine paralel siyasi ve toplumsal süreçlerden geçmektedir. Bu algının oluşmasındaki büyük etkenlerden biri jeopolitik kaygıların benzerliği iken, bunun toplumlar nezdindeki izdüşümü ise Avrasya anlayışıdır.

Rus Basınında Türkiye güncesini derleme ihtiyacımız, söz konusu aktörlerin ortak coğrafi kaderine olan merakımızdan ileri gelmektedir. Türkiye’ye Rusya’dan bakmak kadar, Aralık ayı için önemli gördüğümüz bir diğer konu, Rusya’nın yirmi senedir içerisinde bulunduğu siyasi dönüşüm sürecinde gelinen son noktanın genel bir analizini yapmak oldu. Nitekim 4 Aralık Pazar günü gerçekleştirilen Devlet Duma’sı seçimleri, seçim sonuçları ve ardından yaşanan gelişmeler bu merakımızı tetikleyen başlıca unsurlar olmaktadır.

Sovyetler Birliği dağıldıktan hemen sonra Rusya’nın içerisine düştüğü siyasi kriz kısa sürede devlet otoritesi tarafından bastırılarak bir istikrar yakalanmaya çalışılmış ancak Sovyetlerin ekonomik enkazı, 1998 yılında Rusya Federasyonu’nu iflasa sürüklemişti. Liberal siyaset ve kapitalist ekonominin bu coğrafyada bu kadar çabuk maya tutmayacağı anlaşıldıktan sonra 1999’da vekaleten ardından 2000 yılında seçilerek devlet başkanlığı görevini üstlenen Vladimir Putin, kısa sürede toplumun büyük desteğini arkasına alarak Rus siyaseti için en önemli aktörlerden biri haline gelmiştir. Öyle ki, ilk başkanlık döneminde koltuğa oyların %52’sini alarak gelen Putin, 2004 yılında gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinde oyların %71’ini alarak tartışmasız bir şekilde istikrarlı kalkınmanın sürdürücüsü olarak görülmeye devam etmiştir. Tabi bunun yanı sıra, Putin’in desteklediği Birleşik Rusya Partisi 2003 yılı Duma seçimlerinde oyların %36’sını, 2007 yılında ise %64’ünü almıştır.

Putin’in devlet merkezli yönetim anlayışı Rusya’nın, Doğu’ya yaslanarak yüzü Batı’ya dönük, demokratik statist[1] bir Avrasyalı devlet modeline oturmasını sağlamıştır. Ancak Sovyetler Birliği’nin yetmiş yıllık bürokratik enkazı üzerine yeniden yapılandırılmaya çalışılan devlet teşkilatı, hiç şüphesiz 8-10 yıllık bir süreçte gerçekleştirilmesi kolay bir iş değildir. Putin’in en çok eleştirildiği konu da zaten devlet otoritesinin yönetim ve üretim süreçlerinde gerek siyasi muhalefet gerekse iş dünyası üzerinde büyük baskı yaratmış olduğu gerçeğidir. Buna karşın, Çarlık ve SSCB döneminde otorite etrafında toplanmayı yegâne siyasi faaliyet olarak gören Rus toplumu ve -görece- apolitik Rus gençliği, BDT coğrafyasında renkli devrimler devam ederken, otoriteye olan bağlılıklarını sürdürmüş ve Rusya’nın (Tolstoy’un 19. yüzyıl için çözümlediği) yeniden dirilişine destek vermişlerdir.

Putin’in devlet yönetimi anlayışını farklı bir betimlemeyle çözümlemeye çalışalım:

Önünüzdeki kil yığınından bir çevreyolu maketi yapmanız istendiğini düşünün. Bu yolu yapmak için önünüzde iki ayrı yöntem belirir. Birincisi; yığından aldığınız ufak parçaları yoğurur, düzleştirir, zemine oturtur ve arka arkaya yol tamamlanıncaya kadar bu parçaları birleştirmeye devam edersiniz. Ancak kil -beklenmeyen dış etkenler sürece dâhil olduğunda- hızlıca kuruyarak, kaynak yerlerinden çatlayabilir. İşi yapmış, ancak ihtiyaçlara gerektiği gibi karşılık verememiş olursunuz. İkincisi; tüm yol tamamlanana kadar yığını bir bütün olarak yoğurur ve düzleştirerek zemine oturtursunuz. Daha fazla efor sarf etmenize ve zaman harcamanıza sebep olsa da bir bütün olarak inşa ettiğiniz yol beklenmeyen dış etkenler karşısında daha az risk taşır.

Putin’in siyaset anlayışı ilerlemeye kapalı, gelenekçi bir siyaset anlayışı değil. Ancak bölük pörçük iş yapmak istememesi, Rusya’ya yaşattığı geçiş ve dönüşüm sürecinde daha fazla zamana ihtiyaç duymasını gerektiriyor. Nitekim 4 Aralık seçimlerinde Birleşik Rusya Partisi’nin aldığı %49’luk oy da, zannediyoruz ki Rus vatandaşlarının daha iyi, daha yaşanabilir, daha güçlü bir Rusya’nın oluşturulmasında Putin’in ihtiyaç duyduğu zamanı ona vereceklerinin açık göstergesi.

Ancak BRP’nin 2007 seçimlerinden bugüne yaşadığı 15 puanlık oy kaybı ve seçimlerin ardından Rusya’nın yalnızca metropollerinde değil birçok oblastında yaşanan iktidar karşıtı gösteriler Rus siyaseti için bir milat oluşturuyor. Mart ayında gerçekleştirilecek başkanlık seçimlerine yine en güçlü aday olarak katılacak olan Putin, büyük bir sürpriz yaşanmazsa üçüncü dönem için başkanlık koltuğuna gelecektir. Ancak Rusya’da bundan sonra, Omon[2] birliklerine karşın meydanları dolduran, Sovyetler dönemindeki «mutfak konuşmaları[3]”nı 21. yüzyıl Rusya’sında sosyal paylaşım sitelerine taşıyan, bölgesel bir süper güç olmanın bedelini ödemekten ziyade artık adil paylaşımdan faydalanarak yaşam standartlarını çağın gerektirdiği seviyeye çıkarmak, toplumsal yığın olmaktan çıkıp birey olarak toplum yaşamında yerini almak isteyen bir nesil var.

Nasıl ki modern Türkiye, iki yüzyıldan fazla süredir Anadolu toplumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun olduğu görülen monarşinin yıkılarak yerine çağının ötesinde bir cumhuriyetin kurulmasıyla oluşturulduysa, Rusya da yetmiş yıllık sosyalist bir ara dönemin ardından jeopolitik gerçekliğini göz önünde bulundurarak yeni bir toplum ve devlet inşa etmektedir.

Not: ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Rusya seçimlerinin «ne adil ne de serbest” olduğunu, «seçim yolsuzluklarıyla ilgili incelikli bir soruşturmanın yapılarak Rus seçmenlerinin tatmin edilmesi” gerektiğini ifade etmişti[4]. Gerek açıklamayı yapan isim, gerekse temsil ettiği siyasi irade açısından politik aciziyet göstergesi bir açıklama değil mi bu? Ne bekliyor olabilirler ki; BRP’nin ardından %19,9 oyla ikinci olan Komünist Parti’nin iktidarını mı destekleyecekler, BRP ile yakınlığı bilinen Adil Rusya’yı (%13,22) mı, aşırı sağcı ve kendine has tavrıyla özgün(!) siyaset yürüten Jirinovski’nin Liberal Demokrat Parti’sini (%11,65) mi?



[1] Vladimir Putin’in siyaset anlayışı demokratik statizmle birlikte pragmatist olarak da değerlendirilmektedir.

[2] Geniş yetkilerle donatılmış, Rusya’da gerek yerli halkın gerekse yabancıların başlıca çekince sebebini oluşturan özel güvenlik birimleri.

[3] SSCB’nin baskı rejiminde toplumsal ve siyasal olaylarla ilgili rahatça konuşulan bilen tek yer olarak görüldüğü için insanların mutfaklarında yaptıkları konuşmalar.

[4] http://en.rian.ru/world/20111206/169399214.html

Bunları da sevebilirsiniz