Parasal Anayasa Üzerine

Donald Trump açıkladı, ABD federal yönetimi Intel şirketinin hisselerinin %10 kadarını satın almaya karar verdi. Yirmi, hatta belki on sene önce teklif dahi edilemez bir hamle olurdu bu. Biliyorsunuz, “Devletin basma fabrikası mı olur?” argümanından çıkan bir doğal sonuç da “Devletin hisse senedi mi olur?” diye sormaktır. Kuşkusuz, 1990’lar sonuyla 2000’ler başının eğlenceli zihin egzersizlerindenmiş.

Yine yakın zamanda Donald Trump ABD’nin Merkez Bankaları Sistemini oluşturan Federal Rezerv Sistemi’nin yönetim kurulu üyelerinden Lisa Cook’u kovduğunu açıkladı. Cook’un mortgage belgeleriyle ilgili yanlış beyan verdiğini iddia edip gerekçe gösteren Trump yönetimine karşı Cook da istifa etmeye niyeti olmadığını söyledi.1 ABD kanunlarına göre Başkanın FED’in bir yönetim kurulu üyesini kovmak için haklı gerekçe sunması gerekiyor, hukuki tartışma bu gerekçenin olup olmadığı üzerine. Ben hukuki tartışmaya hiç hakim değilim. Fakat politik ekonomi açısından iki olay da çok büyük önem taşıyor. Yine on yirmi sene önce gelişmiş bir ekonomide hükümetin merkez bankasına müdahale etmesi teklif dahi edilemezdi. 10 sene öyle oldu diye norm saydığımız şeyler aslında kurumsal alışkanlıklarmış, heyhat.

Tam da soğuk savaş sonunda bu kurumsal alışkanlıklar perçinlenirken, bazı siyaset bilimciler tarihin sonuna yol çekiyor, bazı iktisatçılar da serbest piyasanın mutlak galibiyetini ilan ediyorlardı. Bizdeki entelektüel karşılığını biliyorsunuz, buraya yazmıyorum. Ama evet, doğru düşündünüz.

Bilmedikleri, piyasalar hiç de öyle kendi kendine var olan bir şey değil. Serbest piyasadan yarar sağlayıp da devletin bu kadar küçülmesini isteyene pek de rastlamadım. İdeolojik düzeyde bile bunu ifade edenlerin sayısı pek azdır. İş insanları arasında ideolojik olarak koyu liberteryen pozisyonda duranlar bile devlet teşvikine nadiren hayır derler. “Sosyalizm parayı bulana dek” diye dalga geçtikleri gibi, “liberteryenizm de devlet teşviki bulana kadar” olabiliyor yani.

Bilmedikleri başka bir şey de bugün artık üretimin, tüketimin ve belki en önemlisi temel alışveriş araçlarının baştan aşağı değişmeye yüz tutmuş olması. Meseleyi liderlrin kişisel tercihleri veya basit bir neoliberalizm çöktü mü çökecek mi diye ahir zaman vakanüvisçiliği oynayanlar sanıyorum vakit kaybediyorlar.

İki gelişme var gibi görünüyor. Birincisi, kapitalizm veya isterseniz adına piyasa ekonomisi diyelim, güçlü biçimde devam ediyor fakat eskisi kadar küresel bir yapısı olmayacak gibi görünüyor. Para yenmiyor, üretim olmadan para ise şişkinlik yaratıyor. İktisatçılar bu şişkinliğin parasal yönüne bakıyorlar ve adına enflasyon diyorlar. Bu şişkinliğin kültürel ve sınai bir yanı da var. Kültürel yanının adını sezgisel olarak koymuşuz bile: tüketim kültürü. Sınai yanı ise üretimin azalması. Üretimsiz de yaşanabileceğine dair bir ilüzyon yaratıyor. Enflasyonu indirmek üç sene, öteki şişkinliğin geçmesi otuz sene. O nedenle bu gelişmeleri bu şişkinlikten duyulan rahatsızlığın yansımaları olarak almak gerek. Bu duyulan rahatsızlığın esas nedenini kestirmek mümkün değil. Pek çoklarının beklediği gibi bir “savaş” olasılığı mıdır, ekonomik yeniden bir planlama mıdır bilemiyorum. Paradan para yaratılması ve kazanılması daha zor hale gelecekse, bunun bir başka sonucu da sermaye hareketliliğinin azalması olacaktır. Hem daha az para olacağı için hem de paranın karşılığı gerçekten üretim olacaksa, üretimi bir yerden bir yere aktarmak o kadar kolay olmayabilir. Dünya çapında pek çok devletin çok büyük yatırım projelerine girmeleri bununla ilgili olsa gerek. Fakat tüm bunlardan da eşitlikçi bir ekonomik düzen çıkmasını bekleyenlerin de boşa ümitlendiği konusunda kaygılarım var. Kısacası, daha karmaşık fakat tamamen de yabancı olmayan bir ekonomik düzen görünüyor.

İkinci konu da paranın yoktan var edilmesi ve paranın merkezileşmesi. İtibari para, yani sadece itibar ettiğimiz için bir şeyler alabildiğimiz paranın bir karşılığı yokken, merkez bankalarını veya hükümetleri para basmaktan geri tutan tek şey enflasyon çekincesi. Enflasyon sadece seçim kaybettirdiği veya halkı kızdırdığı için değil gerçekten ekonomiyi bozduğu için de istenmeyen bir şey fakat bunun ayarının tutturulması da mümkünmüş, COVID deneyimi sırasında bazı merkez bankaları bunu gösterdi. Yoktan var edilen paralara karşı kripto paralar, emtia, senetler ve hatta şimdilerde tekrar popülerleşen bir seçenek olarak toprak almak da buna verilen birer tepki. İnsanlar karşlığı olan bir şeyler istiyor. Tabii bunlar da eninde sonunda bir para birimine endekslenmeye başladığı için bu çözümlerin de semptomları rahatlatmaya yönelik geçici bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Gerçek çözüm nedir, bilmiyorum. Fakat işi kurumlar ve hatta mümkünse sistem düzeyinde ele almak gerek. Yarın alışveriş neyle edilecek, alınıp satılan kıymetli şey ne olacak ve daha da önemlisi tüm bunların yönetişimi nasıl yapılacak? Bu sorulara yanıt aramak zorundayız.

Meseleyi sadece şu veya bu liderin ekonomi politikası veya bir başka lider üzerinden yorumlayanlar kurumlara dikkat etmiyorlar. En başta saydıklarıma benzer bir sürü kavga ve şaşırtıcı olay yaşanabilir, bunları dikkate alarak fakat bunlara gereğinden de fazla takılmadan düşünmeye, sistemli değerlendirme yapmaya devam etmek gerek. Benzer biçimde meseleyi sadece bir gelip geçici korumacılık dalgası olarak görenler de ideolojilere fazla takılmış durumlar. Paranın doğası nasıl değişiyor? Para dediğimiz şeyin anlamı 20 yıl sonra nasıl olacak? Dünyanın “parasal anayasası” nasıl bir halde olacak, bunları konuşmak gerek.

1 Olayların kısa bir özeti için bkz. https://www.indyturk.com/node/763962/d%C3%BCnya/abd%E2%80%99de-fed-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-lisa-cook%E2%80%99un-yerine-kim-gelecek

Bunları da sevebilirsiniz