Bu ay tuhaf bir olay yaşandı: TDK sözlüğüne “Türkiyeli” sözcüğü eklenmiş, anlam olarak da “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” yazılmıştı. Yer yerinden oynadı tabii. Bu olayın önemi nedir? Çünkü tartışmaları takip etmeyen birinin ilk tepkisi “ne var bunda?” demek olacaktır. Gerçekten de uzaktan bakıldığında önemi olmayan bir konu: Türk, Türkiyeli, Fransalı, Fransız, Yunan, Yunanlı, Yunanistanlı, isterseniz başka bir şey diyelim, ne fark eder? Mesele biraz daha karışık, bahsedeyim. Mesele tabii ki her şeyden önce siyasi: takdir edersiniz “Türk” ve “Türkiyeli” ifadeleri arasında hem bir anlam hem de kullanım farkı var. “Türk” sözü bir millete ve ulus bilincine gönderme yaparken “Türkiyeli” sözü yalnızca bir halkı işaret ediyor. (Not düşmek lazım, TDK’nın denemesinde “Türk” ve “Türkiyeli” birbirine gönderme yapan maddeler değildi, başka başka maddeler gibi yazılmıştı; halbuk, Fransız ve Fransalı sözcükleri eşgönderimsel sözcükler gibi sunulmuştu.) Bir halkın ortak değerleri olmayabilir, bir milletin olmak zorunda. Sırf bu bile önemli bir farkı temsil ediyor.
Milliyetçi kesimlerden çok tepki çeken bu ekleme en sonunda kaldırıldı yani TDK’nın çevrimiçi sözlüğünde şu an “Türkiyeli” diye bir sözcük yok. Bence şimdilik iyi oldu fakat işin tuhaflığı devam ediyor. Siyasi bir tepkiden çekinildiği fakat işin arkasındaki mantığın takdir edilmediği şuradan belli: Sözlüğe “İtalyalı” yazdığınızda “İtalya’da yaşayan halk veya bu halkın soyundan olan kimse” diyor (“Fransalı” maddesi gibi direk “Fransız” yazmıyor yani). “Türkiyeli” kaldırıldığı halde, “İtalyalı” duruyorsa, bu iki anlama geliyor olabilir: Ya sözlükte bir özensizlik var ve “Türkiyeli” sözüne dair bir hata düzeltilmiş fakat aynısı bir başka sözcük için düzeltilmemiş ya da bu “Türkiyeli” ifadesi sırf siyasi bir tepkiden çekinildiği için düzeltilmiş.
Siyasi tartışmalar önemli, evet. Doğrudur, ideolojik tartışmalar olmadan sosyal bilim tahayyül etmek biraz zordur. Zira şöyle veya böyle siyasi görüşümüzün, ideolojimizin etkilerini sosyal bilimlere dair her şeyde görmek mümkün. Tahminlerimiz, hipotezlerimiz, önerilerimiz ve daha pek çok şey siyasi görüşümüzün normatif taraflarının, reçetelerinin birer sonucu. Kısacası tarafsızlık pek de mümkün görünmüyor. Ancak herkesin tarafının belli olduğu bir ortamda, diğer her şeyin sabit tutulması ile bir prosedürel (usul bakımından) tarafsızlık elde edilebilir (münazaralar, kongreler, sempozyumlarda olduğu gibi). Yani, herkesi aynı sabır ve saygıyla dinlemek, her görüşe açık olabilmek ve daha da önemlisi herkesin görüşünü ifade edebilmesini sağlamak gerekiyor. Tarafsızlık ve bilimsel özen biraz da bu olsa gerek. Yoksa tarafsızlıktan kastımız görüş beyan etmekten kaçınmaksa, rica edeceğim, beni taraftar sayınız. Ben de “Türkiyeli” yerine “Türk” denmesini savunanlardanım. Kaldı ki TDK’ya verilen tepkinin nedeni sadece “Türkiyeli” sözcüğü değildi, Fransalı, Romanyalı gibi sözcüklerin karşılığı olarak Fransız ve Rumen verilirken Türkiyeli için ayrı bir tanım verilmesiydi. Sorun sadece sözlüksel değil, aynı zamanda tutarlılıkla ilgiliydi. Fakat bu tartışma bu yazı için ikincil, bu tartışmanın bize dair gösterdiği bazı zayıflıklar, asıl konumuz.
Tartışma kültürümüzü o kadar kaybettik ki artık yanlış bulduğumuz şeyi düzeltmenin tek yolu o şeyin olmasına itiraz etmek. Biliyoruz ki Türkiye’de tartışma kültürü zayıf, en azından sözlükte şu veya bu ifade olmasın diye dilekçe verebiliyoruz. Çünkü kimse Türk veya Türkiyeli sözcükleriyle ilgilenmiyor aslında, ilgilendiğimiz o sözcüklerin arkasında duran siyasi görüşler. Siyasi görüşler önemlidir demiştik zaten. Fakat siyasi görüşleri en incelikli entelektüel görüşlerle donatmadığımız sürece, bir siyasi görüşü diğerinden ayıran nedir ki? Neden Türk sözcüğünün kullanılmasına dair kalem oynatmış yazar sayısı az. Sosyal medya ve kamusal alandaki tartışmalar ise bu yazılardan haberdar değil. Halbuki kamusal tartışmanın en belirgin özelliği daha incelikli bir tartışmaya zemin hazırlaması için pek çok kişiyi dahil etmesidir.
Kısacası, son tartışmalar gösterdi ki kamusal tartışmalarımızda yukarıda bahsettiğimiz usul bakımından tarafsızlıktan eser yok. Kimse kimseyi sabırla dinlemiyor. Çok az insan karşı görüşe kulak veriyor. Kamusal düzlem kendi kendini düzenlemekten mahrum:
Ne yapmalı? Daha çok çalışacağız, orası kesin. Daha spesifik olarak yapılması gereken sağlıklı tartışma ortamları yaratabilmek. Görüşlerin sert, dürüstçe, hatta belki acımasızca ama medenice tartışıldığı bir ortama ihtiyacımız var. Bu ortamlar daha incelikli tartışmalara yol açmak adına daha kapalı ve seçkin ortamlarda mı hazırlanmalı? Yoksa bu ortamlar olabildiğince kapsayıcı mı olmalı? Sözlüğe kelime ekleyip çıkarmanın ötesinde sözlüğü yaşayan, büyüyen, canlı tutan bir şey olarak ele almak nasıl mümkün olur? Bunları düşünmek lazım yoksa TDK kimin hangi şikayetini dikkate alırsa, oraya meyleden bir dilimiz ve dağarcığımız olacak. Bu durumu düzeltmenin tek yolu, TDK’sıyla, entelektüelleri, akademisyenleri, bilginleri, vatandaşlarıyla bir kamusal tartışma ortamını hayata geçirebilmek. Aksi, kısırlık. Yaşasın kamusal tartışmaların inceliği ve yaşasın Türk dili!