Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya’yı kaleme aldığında ya da George Orwell 1984’ü…
Belki de tartışma şuydu: Gelecekte hangi distopya kazanacak?
Bir yanda Huxley’in teknolojinin, biyolojik mühendisliğin ve kitlesel haz kültürünün insan özgürlüğünün yerini aldığı Dünya Devleti…
Diğer yanda Orwell’in totaliter bir rejimin insan zihnini ve toplumu nasıl kontrol altına aldığını anlatan, birey özgürlüğünün tamamen yok edildiği Okyanusya’sı…
Bir yanda, haz, zevk ve tüketim kültürüyle denetim altında tutulan “rıza rejimi”…
Diğer yanda acı, korku, işkence ve şiddete dayalı “baskı rejimi”…
Bir yanda, insanların henüz doğmadan sınıflara ayrıldığı, acının yasaklandığı ve bilinçaltının haz üzerinden şekillendirildiği bir dünya…
Diğer yanda, gerçeğin sürekli manipüle edildiği, tarihin her an yeniden yazıldığı ve bilgi tekelinin iktidarın elinde olduğu bir dünya…
İki karanlık dünya tasarımı… Pek çok açıdan doğrulanan iki garip kehanet…
Bu iki distopya çok da geçmeden içinde yaşadığımız ve içimizde yaşattığımız dünyanın farklı kırılma noktalarını işgal eder oldu…
Ve Karaburun’ın deniz kokulu rüzgârı saçlarımızı uçuştururken “ütopyalarımızı” tartışmaya alışmış olan bizler,
Tam da bu yüzden, Ayvalık’ın zamanı adeta büken kaldırım taşlı sokaklarında bir iğne oyası gibi duran taş binalarından birinde, bu sefer distopyalarımızı tartıştık…
Ve ben düşündüm ki…
Bugün yaşadığımız dünya, bu iki distopyanın birleştiği eşi benzeri görülmemiş bir çağ.
Bir yanda Orwell’in telescreen’leri gibi sürekli izleyen, ölçen, kaydeden dijital aygıtlar; diğer yanda Huxley’in soma’sını andıran bitmeyen içerik akışları, sonsuz dikkat dağıtıcılar, yüzeysel mutluluk reçeteleri…
Her şey “akıllı” hale geldikçe, insan daha az düşünüyor.
Her şey hızlandıkça, anlam kayboluyor.
Enformasyon çoğaldıkça hakikat soluyor.
Bugün cehalet, eski Cahiliye dönemlerini aratacak bir incelikle hayatımıza sızıyor:
Artık kılıçla değil, algoritmayla geliyor.
Karanlığıyla değil, ışığının cazibesiyle büyülüyor.
Zorla değil, gönüllü teslimiyetle yayılıyor.
Tam da bu nedenle bilgi, eleştiri ve sorgulama yeniden ateş haline geliyor.
Cehaletin yükselişi, ancak cesaretin, merakın ve düşüncenin ateşiyle durdurulabilir.
İnsanlığın en eski karanlık günlerindeki gibi, tekrar ateşin etrafında toplanıyoruz.
Fakat bu kez masal anlatmak için değil, hakikati geri çağırmak için…
