Pepe Escobar’ı çoğunuz tanımaz bilmez, bu yazı ne alaka diye sorabilirsiniz.
Ben tanırım. Kendisi Avrasya camiasında tanınmış bir gazeteci ve yazardır.
Hem de şahsen de tanırım, rakı içmişliğimiz bile vardır.
Brezilya asıllı bir anti emperyalist serbest gazeteci olarak Amerika ve Avrupa’nın yanı sıra Rusya ve Çin’de sevilen ve okunan bir kalemdir.
Yazıları çok güzeldir, esprili, anlatımı derinlikli ve tarihseldir. Müzik zevki de iyidir, işe ilk olarak sanat muhabiri olarak başlamış sanırım.
Anti emperyalist çizgisi sağlamdır. 30 yıllık çok deneyimli bir gazetecidir. Gitmediği yaşamadığı yer de yok gibidir.
İşte bu eğlenceli üslubuyla tanıdığım sevdiğim ve bloğuma da sık sık çevirerek aldım Pepe, geçen aylarda uzun bir Çin ve Sincan gezisi yaptı.
Özellikle de İpek yolunu gezdi ve tarihi ticaret ve kültür yolları hakkında üç güzel yazı kaleme aldı.
Hepsini de heyecanla okudum.
Fakat yazılarında beni bir şey rahatsız etti.
Üç yazısında da Türklerin tarihsel rolünü es geçmek gibi bir kaygı gütmüş.
Şimdi bunu şu açıdan bakınca anlayabiliyorum; Çinliler, kahrolası NATO’nun üyesi Türkiye’nin Batı adına Uygur bölgelerinde sürdürdüğü Atlantikçi Turancılıktan rahatsız, eyvallah.
Ama sırf bu yüzden, tarihsel ve nesnel olarak Türkleri yok sayamazsın.
Üç yazısından özellikle ilkinde ve üçüncüsünde bu gayreti net olarak gördüm ve Pepe’ye yakıştıramadım.
Dünyayı gezmiş, 30 yıl hegemonyaya karşı kalem sallamış bir gazeteci objektiflikten uzaklaşmamalı.
Şimdi gelelim neden kızdığıma.
“Tüm Dünya İpekyolu’nun bir Sahnesidir” diye başlık attığı yazısında, Romalılar ve Baktriya’dan başlayıp Partlara, Hintlilerden Perslere kadar kim varsa söz ediyor, hatta Araplardan da fazlasıyla bahsediyor ama Türkler neredeyse yok.
Oysa her gittiği yerin adı Türkçe, mesela Taşkurgan!
Yazıdan bir bölüm:
“Birinci yüzyılın ortalarından sonra, aslında Hint-İskit (İskitlerin kökeni Türk bu arada, ama Pepe asla kabul etmez! HV) kökenli olan Kuşan İmparatorluğu, o zamanlar Doğu Türkistan (neyse lütfetmiş.HV) olarak bilinen Güney Orta Asya’da başrolde yer alır. Uluslararası ticaretin habercisi rolünde Partlarla rekabet eden Kuşan İmparatorluğu, yalnızca Budizm’in değil, aynı zamanda Gandhara – Greko-Budist sanatının da yayılmasını kolaylaştırmıştır (bazı orijinalleri bugün hâlâ Hong Kong ve Bangkok’taki sanat galerilerinde fahiş fiyatlara bulunmaktadır).
Ancak, yolun ilerisinde, oyunun kuralları hiçbir zaman önemli ölçüde değişmedi: İpek Yolu’nun iki büyük kutbu – Sasani Persleri ve Bizans – tam ortasında ipeğin de bulunduğu gerçek ve acımasız bir endüstriyel savaşa giriştiler. İpek üretiminin sırrı çoktan Güney Asya’ya sızdırılmıştı.
Bu ticaret savaşı, Türk boylarının (Kötü Türkler! HV) Orta Asya’ya saldırması ve Soğdiana’da (merkezinde Semerkant olmak üzere) bir ticaret krallığının ortaya çıkmasıyla daha da karmaşık bir hal aldı.
Yedinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Tang Hanedanlığı (Tanglar Türk kökenlidir. HV), Tarım havzası krallıklarının yönettiği İpek Yolu’nun bazı kısımlarının kontrolünü yeniden ele geçirdi. Bu, ticaretin devam etmesi için mutlak bir zorunluluktu; çünkü bu krallıkları geçen kervan yolları, bugün de olduğu gibi, korku uyandıran Taklamakan Çölü’nü kuzeyden ve güneyden çevreliyor ve geçiyordu.”
Sonra bir başka yerde: “Taş kule, Çin dünyası ile Avrasya’nın geri kalanı arasında sembolik bir sınır taşıdır; batısında ise Hint-İran dünyası yer alır.”
Taş kule hangi dilde sevgili Pepe? Farsça mı Hintçe mi?
Jeopolitiğin “rock’n roll’unu yazmak güzel de tarihe girince işler biraz karışıyor değerli Escobar dostum!
Öncelikle Türkler, tarihsel olarak sadece Çin ve Orta Asya’nın değil, İran ve Hint dünyasının da yöneticileriydi ve Pepe’nin sözünü ettiği gibi İpekyollarına saldıran haydutlar değil, o yollarda devletler ve uygarlıklar kuran bir ulustu.
Bugün Uygur’dan çık, Kazakistan’a, Kırgızistan’dan Özbekistan ve Türkmenistan’a her yer Türklerle dolu.
Daha Batı’ya gel, İran’ın yarısı Türk, Azerbaycan zaten Türk.
Pepe bir de öyle bir anlatıyor ki, İpekyolları üzerindeki uygarlıklar sanki İslam ve Arap dünyasının eseri.
Yavrucuğum, Kenneth Starr diye bir yazar var bak, onun “Kayıp Aydınlanma” diye sağlam bir kitabı var.
Ben senin yerinde olsam o harika geziye çıkmadan önce o kitabı bir okurdum.
Afganistan’da Türklerin kurduğu sulama kanallarında 20 bin dalgıcın görev yaptığı, kağıdın en kalitelisini tekniğini Çinliler’den alıp geliştiren Türklerin ürettiğini ve İbni Sina ile Biruni’nin bir birleriyle yazışmalarındaki yüksek felsefe ve bilimi öğrenirdim.
E kolay değil Kenneth abi 30 yılını bölgede geçiren bir akademisyen (muhtemelen de CIA ajanı).
Ama kalın kitaptaki kaynak ve referanslar sağlam.
Pepe’den alıntı:
“Başrol oyuncularıyla yeniden bağlantı kurmak heyecan verici: Uygurlar, Han Çinlileri, Soğdlular, Hintliler, göçebeler, Araplar, Tibetliler, Tacikler, Kırgızlar ve Moğollar.”
Elbette bunların hepsi mevcut ama Türkler nerede?
Türkler haydut tabii sana göre.
Oysa bizzat kendin gidip gördüğün ve kısmen anlattığın, o Tanrı (Tiyanşan) Dağları’ndan Turfan’a, o 50 derecedeki deniz seviyesinin altındaki kızgın çöle tırnaklarıyla 5 bin kilometre yer altı tünel sistemi kazan Uygur Türklerinin dünyanın en büyük (Çin Seddi’nden bile büyük) insan eserinin sahibi olduklarını yazsaydın ya.
Talihsiz bir ulusuz.
Batı bizden nefret eder, Doğu (Çinli) sevmez.
Ama bunun suçlusu yine kendimiziz bence.
16. Türk Devleti olarak kendi tarihimizi bile unutmuşuz, Antik Yunancı tarihçi ve arkeologlarla, Arap sevicisi tarikatçıların arasında kalmışız.
Neyse arada Prof. Semih Güneri gibi isimler çıkıyor da bize 20 bin yıllık tarihimizi hatırlatıyor sağ olsunlar.
Atatürk tarih biliminde de devrim yapmıştı ama sonradan gelen Batıcı mandacılar onu yok ettiler.
Şimdi küçük de olsa bir filizlenme görüyorum Türkiye’de.
Millet Batı hayranlığı ile Arap seviciliği arasında kalmaktan sıkıldı artık.
Merak edenler için Pepe Escobar’ın yazısının linkini de şuracığa koyayım bitirirken:
https://strategic-culture.su/news/2025/10/22/all-the-world-is-a-stage-across-the-ancient-silk-road/
