İnsanlığın Yıldızların Dansını Anlama Hikâyesi V: Küre Çılgınlığı!

İnsanlığın yıldızların dansını anlama hikâyesinde bir önceki yazımla birlikte Platon ve Aristo’ya kadar gelmiştim. Platon’un sabit hızlı dairesel hareket doktrininin astronomiye hâkim olmasından ve Aristarkus’un güneş merkezli evren sistemi gibi diğer sistemlerin unutulup gitmesinden bahsetmiştim. Platon’un fikirlerinden etkilenen Aristo’nun beş temel elementten oluşan bir fizik inşa edip buna eklemli bir kozmoloji geliştirdiğini de söylemiştim. Bu yazımda Platon’un ondan sonra gelenlere bıraktığı çembersel hareket temelli kozmoloji ödevinden ve ardıllarının bu ödevi nasıl yaptıklarından bahsedeceğim.


Önceki yazılarımda da sıkça bahsettiğim gibi sabit yıldızlar olarak adlandırılan bizden çok uzaktaki yıldızların hareketini açıklamak tüm kozmolojik modeller için oldukça kolaydı. Bu yıldızlar birbirlerine göre hep aynı konumdaydılar (yani, A ve B yıldızları bir gece yan yanaysa ve aralarında X kadar mesafe varsa her gece yan yana ve aralarında X kadar mesafeyle gözüküyorlardı) ve sabit hızla dönüyorlardı. Bir astronomun asıl açıklaması gereken bizim bugün “gezegen” adıyla bildiğimiz yıldızların ve Güneş ve Ay’ın hareketini açıklamaktı. Platon’un öğrencilerine verdiği astronomi ödevinin yönergeleri son derece açıktı: “Sadece mükemmel dairesel hareketi kullanarak bu yıldızların yörüngesini açıklayınız”. Platon’un öğrencilerinden olan Ödoksus bu ödevi çözmeye çalışan ilk öğrencilerdendi.

Ödoksus M.Ö. 408- M.Ö. 355 yılları arasında yaşayan son derece yetenekli bir matematikçiydi. Hatta Öklid’in meşhur on üç ciltten oluşan geometri kitabı Elementlerin 5. cildinin Ödoksus’a ait olduğu söylenir.i Ödoksus’tan önce Pisagorcuların bile, merkeze hangi gök cismini koyarlarsa koysunlar, yıldızların görünmez bir küreye yapışık olarak döndüklerini söylediklerini görmüştük. Fakat bu kolaya kaçma gezegenlerin retro hareketini, yani birkaç gece boyunca bir yöne doğru giderken sonra geriye döner gibi yapıp tekrar ileri gitme hareketini açıklayamıyordu. Üçüncü yazımda bahsettiğim üzere Pisagor’un öğrencisi Filolaus bu retro hareketini açıklayabilmek için Dünya’nın da bir şeyin etrafında döndüğünü söylemiş ve çağının çok ötesinde bir adım atmıştı ancak ondan sonra gelenler Dünya’yı evrenin merkezine koymakta kararlıydılar. Dolayısıyla gezegenlerin retro hareketini açıklamak onlar için çok daha zordu.


Ödoksus bu gözlemi açıklayabilmek için her gezegene bir küre değil, birden fazla küre atadı. Gezegenler bir küreye yapışıktı fakat bu küre de başka bir eksende dönen başka bir küreye yapışıktı. Eğer hala gezegenin hareketini açıklamak için yeterli değilse bu kürelere farklı farklı eksenlerde dönen daha fazla küre de eklenebiliyordu.

Ödoksus Güneş ve ay için üçer tane, diğer gezegenler için dörder tane ve sabit yıldızlar için de bir tane olmak üzere toplam yirmi yedi küre kullanmıştı. Ödoksus’un çalışmalarına el atan Kalippos sisteme yedi küre daha ekleyerek gözlemlere daha uygun bir sistem geliştirmişti.

Aristo’nun sisteminde Ay, Güneş, gezegenler, sabit yıldızlar ve İlk Hareket Ettirici’nin her biri için birer tane olmak üzere dokuz adet küre olduğundan önceki yazımda söz etmiştim fakat bu bilgi eksik. Aristo’nun sitemindeki bu dokuz küre de aslında diğer kürelerin bağlandığı ana kürelerin sayısı. Aslında Aristo’nun evreninde toplam elli dört adet küre vardı! Fazladan eklenen yirmi kürenin gözlemleri daha iyi açıklamaya çalışmaktan başka bir amacı vardı. Ödoksus ve Kalippos gibi Platon’un öğrencileri sistemlerinin fiziksel olup olmadığıyla yani bu kürelerin gerçekten de söyledikleri gibi oluşturulup oluşturulamayacağıyla ilgilenmiyorlardı. Onlar için hocalarının verdiği ödev açıktı: yıldızların hareketini matematiksel olarak tarif et yeter. Aristo’nun küreleri ise fiziksel kürelerdi. Yani gerçekten de birbirine bağlı, saydam kanlı canlı küreler vardı yukarıda Aristo için. Bunun olabilmesi için tüm kürelerin birbirine mekanik olarak bağlı olması ve farklı gezegenlerin kürelerinin birbirinin hareketini etkilememesi gerekiyordu. Bunu sağlamak için Aristo’nun eklediği yirmi küreden bazıları ters yönde hareket ediyor ve komşu gezegenlerin birbirinin hareketini etkilemesini engelliyordu.



Elli dört küreli deliliğin gezegenlerin hareketini mükemmele yakın bir şekilde açıkladığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Evet, gezegenlerin retro hareketini açıklamakta başarılıydı. Peki, özellikle Mars ve Venüs gibi gezegenler neden bazı geceler çok daha parlak ve büyük gözükürken bazı geceler çok daha sönük ve küçüktüler? Bugün bu olgunun nedeninin gezegenlerin bazen Dünya’ya daha yakın bazen daha uzak olmasından kaynaklandığını biliyoruz. Aristo benzeri küre modellerinde ise gezegenlerin Dünya’ya olan uzaklığı hep aynıydı.

Gezegenlerin retro hareketiyle beraber farklı zamanlarda farklı parlaklıklarda olmalarını da açıklayabilmek için en sonuncusu Batlamyus (M.S. 100 – M.S.170) olmak üzere birçok matematikçi işe koyuldu. Bu sefer küre yerine çember kullanmayı seçmişlerdi. Bu çembersel modelle hem gezegenlerin retro hareketini hem de farklı zamanlarda farklı parlaklıklarda görünmelerini açıklayabilmişlerdi belki ama sonraki yazımda anlatacağım üzere kaş yaparken göz çıkarmışlardı.


i Koestler, A. (1959). The Sleepwalkers: A history of man’s changing vision of the universe. Hutchinson. [Uyurgezerler: İnsanın Değişen Evren Görüşünün Bir Tarihi, çev.Ekrem Berkay Ersöz. Phoenix Yayınevi], s.64.

Bunları da sevebilirsiniz