Seyir Defteri 3 – Çatalhöyük: Anadolu’nun 9 Bin Yıllık Sırlı Şehri

Hayal edin: Binlerce yıl önce Konya Ovası’nda, sıkışık kerpiç evlerin damlarından dumanlar yükseliyor. İnsanlar, çatılardaki deliklerden içeri süzülüyor; sokak yok, saray yok, tapınak yok. Ama 8.000 kişi, 2.000 yıl boyunca bu “sokaksız kent”te yan yana yaşıyor. İşte burası, Çatalhöyük: Anadolu’nun Neolitik çağdaki en gizemli ve eşsiz sahnesi.

Toprak Ana’nın Kucağında, Hayatın Kalbinde

Çatalhöyük, MÖ 7400’de kurulduğunda, insanlık için yeni bir çağ başlıyordu. Bu şehir, insanlığın yerleşik hayata geçişinin canlı tanığı. Evler birbirine bitişik, aralarından geçmek yerine damların üzerinde yürüyorsunuz. Her evde ocak başında pişen buğday ekmekleri, günümüzden 8.600 yıl öncesine ait en eski fermente ekmek kalıntılarıyla tarihe not düşüyor. Son kazı sezonunda “Mekan 66”da bulunan bu avuç içi büyüklüğündeki ekmek, emmer buğdayı, karaburçak, arpa ve bezelye unu ile yapılmış; üzeri ince bir kil tabakasıyla kaplanmış, bozulmadan günümüze ulaşmış. Yanında ise binlerce tahıl ve baklagil tohumu… Bu buluntu, Neolitik dönemde Anadolu’da yaşayan insanların yalnızca tarımla uğraşmakla kalmayıp, tahılları işleyerek mayalı ürünler üretebildiğini, farklı bitkileri bir araya getirerek besleyici ve yenilikçi tarifler geliştirdiğini gösteriyor. Çatalhöyük’teki bu ekmek, Anadolu’nun mutfak kültürünün ve tarımsal çeşitliliğinin köklerinin ne kadar derinlere uzandığını, insanlık tarihinde “ekmek” gibi temel bir gıdanın ortaya çıkışında bu toprakların ne kadar merkezi bir rol oynadığını kanıtlıyor. Bu buluntular, Çatalhöyük’ün yalnızca bir yerleşim değil, tarımın ve mutfak kültürünün de beşiği olduğunu gösteriyor.

Evin İçinde Hayat, Ölüm ve Sanat

Çatalhöyük’teki evler, tek odalı ve depolu. Kapılar damda, girişler merdivenle. Her evde ocak, fırın ve platformlar var. Platformların altı ise bambaşka bir dünya: Burada yaşayanlar, ölülerini evlerinin tabanına gömüyor, yanlarına öteki dünya için hediyeler bırakıyorlardı. Kemik ve taştan kolyeler, deniz kabuğu takılar, obsidyen aynalar, çakmaktaşı aletler ve seramik kaplar… Tüm bunlar, ölüyle yaşamın iç içe geçtiği, atalara duyulan saygının gündelik hayatın bir parçası olduğu bir toplumu anlatıyor.

Duvarlarda Sırlar, Sanatta Devrim

Evlerin duvarları, av sahneleri, geometrik desenler, dans eden figürler, yıldızlar, leoparlar ve boğalarla dolu. Kimi zaman bir duvar resminde, Çatalhöyük’ün arkasında yükselen Hasan Dağı’nı ve yerleşimin planını görebilirsiniz – bu, dünyanın bilinen en eski şehir haritası olabilir. Sıvalı boğa başları ve leopar kabartmaları, o dönemin inançlarının, doğayla ve hayvanlarla kurulan bağın simgeleri. Ana tanrıça figürinleri ise, doğurganlığı, bereketi ve dişiliğin kutsallığını yüceltiyor.

Aletler ve Teknoloji

Çatalhöyük’te obsidyen ok ve mızrak uçları, bıçaklar, kemikten yapılmış kesici ve delici aletler, pişmiş topraktan iri taneli, çarksız kaplar ve çanaklar bulundu. Madenciliğin Anadolu’daki ilk örnekleri burada ortaya çıkıyor; bakır ve kurşun boncuklar, teknolojik yeniliklerin de bu topraklarda başladığını gösteriyor.

Eşitlikçi ve Kolektif Bir Toplum

Burada anıtsal yapılar, saraylar, yöneticiler yok. Evler benzer büyüklükte, mezarlardaki hediyeler kadın-erkek ayrımı göstermiyor. Genetik çalışmalar, soyun anneden aktarıldığını kanıtlıyor. Toplumsal aidiyet, kan bağı kadar ortak yaşam pratiğine dayanıyor. Silah yok, tahkimat yok. Sınıfsız, savaşsız, kolektif üretime dayalı bir düzen var. Kadın ve erkek figürinleri, toplumsal cinsiyetin eşitliğini, yaşlı kadın heykelcikleri ise toplumda bilgelik ve saygınlığın simgesi.

Çatalhöyük’ün Anadolu’daki Yeri ve Sonsuz Mirası

Çatalhöyük, Neolitik Anadolu’nun kalbinde, tarımın, sanatın, kentleşmenin ve toplumsal eşitliğin ilk adımlarının atıldığı yerdi. Çatalhöyük’ten 2.000 yıl önce doğan Göbeklitepe ve Karahantepe gibi Taştepeler yerleşimleri, devasa T biçimli dikilitaşlarıyla ritüellerin merkeziyken; Çatalhöyük’te gündelik hayat, üretim ve toplumsal örgütlenme ön plandaydı:

“Göbeklitepe törenlerle ‘bir araya gelmenin’ sembolüydü. Çatalhöyük ise bu birliği günlük yaşama taşıdı: Ekmek pişiren kadınlar, çocuklarını platformlara gömüş analar, duvarlara resim çizenler… Hepsi aynı damlarda nefes alıyordu.”

Anadolu’nun kültürel DNA’sı, bugün hâlâ süren imece, misafirperverlik ve paylaşım gibi değerlerin kökenini burada buluyor.

Çatalhöyük’te bir sabah, evlerin damlarında toplanan komşular, bir ailenin çatısını onarmak için el birliğiyle çalışıyor; herkesin emeği, herkesin evi kadar kıymetli. Tarlalarda, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte eller toprağa dokunuyor; her bir tohum, Toprak Ana’ya duyulan kadim bir saygının nişanesi olarak özenle ekiliyor. Evlerin duvarlarını süsleyen geometrik desenler ve figürler ise, nesiller sonra Anadolu’nun kilimlerinde, halılarında yeniden hayat buluyor; geçmişin sanatı, bugünün evlerinde, sofralarında ve gönüllerinde yaşamaya devam ediyor. Böylece, Çatalhöyük’ün imece ruhu, toprak sevgisi ve sanatsal yaratıcılığı, binlerce yıl sonra bile Anadolu’nun insanında, kültüründe ve ortak hafızasında canlı kalıyor.

Bugün Çatalhöyük’ü gezenler, interaktif müzelerde, model evlerde, dijital rehberlerle, 9.000 yıl öncenin yaşamına dokunabiliyor. Her buluntu, Anadolu’nun binlerce yıllık köklerinden bugüne uzanan bir hikâyenin parçası.

Son Söz Yerine: Bir Manifesto

Çatalhöyük bize 9.400 yıl önceden sesleniyor:


“Sınıfsız, savaşsız, ortak üretimle var olmak mümkün. Evlerimiz bitişikti çünkü yalnızlığı reddettik. Ölülerimizi ev tabanına gömdük çünkü atalarımız hep aramızda kaldı. Kadın ve erkek aynı mezarlarda uyudu çünkü ‘eşitlik’ söz değil, yaşam biçimiydi.”

Çatalhöyük, bize yalnızca geçmişi değil, aynı zamanda bugünü ve geleceği de sorgulama fırsatı veriyor: Toplum olarak hangi değerleri yaşatıyor, hangilerini kaybediyoruz?

Çatalhöyük, geçmişin bilgisini bugünün insanına fısıldayan, Anadolu’nun ve insanlığın ortak mirasıdır. Bugün Anadolu’da hala süren köy birlikleri, hasat şenlikleri ve paylaşım kültürü, Çatalhöyük’ün binlerce yıllık nefesinin devamı. Bu toprakların kadim bilgeliği bize şunu hatırlatıyor: Gerçek medeniyet, taştan değil insanın doğayla ve birbiriyle uyumundan doğar.

Zamanın ve bilginin yolunda bir sonraki buluşmamızda yeniden görüşmek üzere, rüzgarınız hayalleriniz, pusulanız kalbiniz olsun.

İyi seyirler.

Bunları da sevebilirsiniz