Seyir Defteri 2 – Anadolu Felsefesinden Yapay Zeka Çağına: Bir Bilgelik Köprüsü

İnsanlık tarihinin en hızlı teknolojik dönüşümlerinden birini yaşadığımız günümüzde, kadim bilgelik geleneklerimizin ışığına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Anadolu, binlerce yıldan beri uygarlıkların beşiği ve düşünce akımlarının doğduğu topraklar olarak, bugünün karmaşık sorunlarına yanıt olabilecek derin ve zengin bir felsefi mirası barındırmaktadır. Batı felsefesinin ilk nüvelerini veren, doğayı rasyonel yollarla anlamaya çalışan Thales, Anaksimandros ve Herakleitos’tan başlayıp Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’nin evrensel sevgi ve hoşgörü öğretilerine uzanan bu düşünce geleneği, yapay zeka çağında insanlığın kendini yeniden tanımlaması gereken bir dönemde bize eşsiz içgörüler sunmaktadır.

Bilimsel düşüncenin Anadolu topraklarından doğuşu yaşadığımız coğrafyanın bize emanet ettiği sayısız hazineden biri. Günümüzün en büyük açmazlarından biri ise; insanı merkeze alan değil yaşamın bütününü kucaklayan “yaşamdaşlık” anlayışını benimseyemiyor oluşumuz. Son 10 yılda yapılan beyin araştırmalarının ışığında Prof. Dr. Türker Kılıç’ın “bağlantısallık” kavramını temel alarak, Anadolu bilgeliğinin yapay zeka çağında insanlığın yolunu nasıl aydınlatabileceğini sorgulamak, ihtiyacımız olan anlamı ve bağlamı ortaya çıkaracaktır. Anadolu’nun bu eşsiz birikimi, sadece geçmişimizi anlamak için değil, teknoloji ve insan ilişkisinde “optimum” dengeyi bulmak ve geleceğimizi bilgece şekillendirmek için de bizlere ilham kaynağı olacaktır.

Anadolu, Doğu ve Batı’nın kesişim noktasında stratejik bir konuma sahip olmasıyla tarih boyunca çeşitli kültürlere ev sahipliği yapmış, bu özelliğiyle de zengin bir düşünce ortamının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Farklı medeniyetlerin etkileşimi, Anadolu’nun felsefi manzarasının kendine özgü nitelikler kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, farklı entelektüel geleneklerin kesişiminde yeni ve özgün fikirlerin ortaya çıkma potansiyelini beraberinde getirmiştir.

Batı felsefesinin doğuşuna sahne olan antik Milet kenti, günümüzdeki Aydın ilinin Balat köyünde bulunmaktadır. İyonya’nın gelişmiş bir şehri ve önemli bir entelektüel merkezi olarak kabul edilir. Antik dönemde İyonya, Anadolu’nun batı kıyısında, İzmir’den güneye doğru uzanan bölgeye verilen antik Yunanca isimdi. Milet ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan öne çıkan bu bölgenin önemli bir liman kenti ve ticaret merkeziydi. Zenginliği, güçlü donanması ve kültürel gelişimiyle Miletliler, Karadeniz ve Akdeniz çevresinde çok sayıda koloni kurmuşlardır.

MÖ 6. yüzyılda bu şehirde ortaya çıkan Milet Okulu, felsefi düşüncenin temellerini atmıştır.

Bir çok kaynakta, “Yunan felsefesinin babası” olarak anılan Thales, aynı zamanda Antik dünyanın Yedi Bilgesi’nden biridir. Ancak, burada Thales’in yaşadığı coğrafyayı ve bu coğrafyadan beslenen düşüncelerini irdelemeden, sadece konuştuğu dile göre, değerlendirmek yanlış olacaktır.

Prof. Dr. Fahri Işık’ın “Uygarlık Anadolu’dan Doğdu” tezi, Anadolu’nun felsefi ve entelektüel mirasının ne kadar zengin ve derin olduğunu ortaya koymaktadır. Prof. Dr. Işık’ın çalışmaları, Batı uygarlığının ve felsefesinin kökenlerinin Anadolu topraklarına uzandığını ve İyon düşünürlerinin yalnızca Yunan kolonistler değil, zengin bir Anadolu geleneğinin mirasçıları olduğunu güçlü bir şekilde savunur.

Prof. Dr. Fahri Işık, arkeolojik ve tarihsel kanıtlarla desteklediği tezinde, bu uygarlığın ve düşüncenin temelinin Anadolu’nun kendi özgün birikimine dayandığını ileri sürer. Ona göre, Milet ve çevresindeki İyon kentleri, Hellas’tan gelen Yunanların kurduğu koloniler değil, binlerce yıllık Anadolu medeniyetlerinin, özellikle de Luvi ve Karia gibi halkların mirasçısı olan yerel kültürlerin merkezleridir. Bu bağlamda Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi Miletli düşünürler, sadece “Yunan filozofu” değil, aynı zamanda bu zengin Anadolu entelektüel geleneğinin temsilcileri olan “Anadolu filozofları”dır.

Prof. Dr. Işık’ın bu yaklaşımı, Anadolu’daki düşünce tarihine bakışımızı temelden değiştirmekte ve bu coğrafyanın felsefi derinliğini daha net ortaya koymaktadır.

Antik Anadolu’daki felsefi sorgulama, mitolojik açıklamalardan sıyrılarak doğayı rasyonel yollarla anlamaya yönelik önemli bir adımdır. Bu düşünürler, evrenin temel ilkesini (arkhe) arayarak, gözlem ve akıl yürütmeye dayalı bir felsefe geleneğinin temellerini atmışlardır. Thales’in doğa olaylarını akılcı hipotezlerle açıklama çabası, bilimin Anadolu’daki erken köklerini gösterir.

Aristoteles’in notlarından öğrencileri tarafından derlenen, MÖ 1. yüzyıla tarihlenen Metafizik adlı eserinde, kendisinden yaklaşık iki yüzyıl önce yaşamış olan Thales’i, “arkhe” (tüm şeylerin temel ilkesi) kavramını ilk ortaya atan filozof olarak tanımlar.

Thales’in öğrencisi olan Miletli Anaksimandros, felsefi eserler yazan ilk filozof olarak kabul edilir. Onun temel düşüncesi, her şeyin kökeninde sınırsız, belirsiz ve ebedi bir madde olan apeironun yattığıdır.

Milet Okulu’nun bir diğer önemli filozofu olan Anaksimenes, Anaksimandros’un öğrencisidir. O da her şeyin temelinde tek bir maddenin yattığına inanmış ancak bu maddenin hava olduğunu savunmuştur. Anaksimenes’e göre hava, yoğunlaşma ve seyrekleşme yoluyla diğer tüm maddelere (su, toprak, ateş) dönüşebilir. Bu görüş, doğadaki çeşitliliğin temel fiziksel mekanizmalar aracılığıyla açıklanmasına yönelik erken bir girişimi temsil etmektedir. Anaksimenes ayrıca, havanın “yaşam nefesi” ve dolayısıyla ruh ile de ilişkili olduğunu düşünmüş ve onu bir güçle dolu olarak kabul etmiştir.

Doğayı esas alan Anadolu filozofları sadece Milet ile sınırlı değildir.

MÖ 535 – MÖ 475 civarı Efes’te (günümüzdeki Selçuk, İzmir) yaşamış olan Herakleitos, her şeyin sürekli bir akış ve değişim içinde olduğu (panta rhei) öğretisi ile Klazomenai’da (günümüzdeki Urla, İzmir) doğan ve daha sonra Atina’ya taşınan Anaksagoras, her şeyin sonsuz sayıda bölünemez parçacıklardan veya “tohumlardan” (spermata) oluştuğu teorisiyle bilinir.

Bu, Milet Okulu’nun tek bir temel madde anlayışından daha karmaşık bir madde anlayışına geçişi temsil eder. Anaksagoras ayrıca, evrenin düzenleyici ve yönetici ilkesi olarak nous (akıl veya zihin) kavramını ortaya atmıştır. Nous, maddeden ayrı ve bağımsızdır, hareketi başlatır ve ilk kaostan düzeni yaratır.

Bu listeyi ileriki dönemlerde (MÖ 412 – MÖ 323 civarı), Anadolu’nun Karadeniz kıyısında bulunan Sinop’ta doğan, erdemin en büyük armağanının insanı tam bağımsız yapması olduğuna inanan Diogenes ile uzatmak mümkündür.

Anadolu’nun felsefi mirası, 624 – MÖ 546 civarı Thales ile başlayan, Milet Okulu’nun rasyonel sorgulamalarından, orta çağ Anadolu’sunun Sufi düşünürlerinin mistik içgörülerine kadar uzanan zenginlikte ve çeşitliliktedir. Bu coğrafyada yaşamış filozoflar, hem Doğu hem de Batı düşüncesini derinden etkileyen önemli katkılarda bulunmuşlardır. Antik dönemdeki rasyonel sorgulama, etik düşünce ve doğa felsefesi ile başlayan bu gelenek, orta çağda aşk, birlik ve insan sevgisi temalarını işleyen Sufi düşünürlerle farklı bir boyut kazanmıştır.

Anadolu felsefesini karakterize eden rasyonel sorgulama ve mistik içgörünün bu benzersiz karışımı, insanlığın entelektüel çabasının tarihinde kalıcı bir öneme sahiptir ve günümüzdeki sorunları anlamak için hala geçerliliğini korumaktadır.

İnsanlığın, giderek artan sayıda zeki yapay sistemin bulunduğu bir dünyada yerini yeniden tanımlaması gereken bir geleceğe doğru ilerlemekteyiz.

Bu, antroposentrizmden uzaklaşmayı ve tüm biçimleriyle yaşamın daha birbirine bağlı ve eşitlikçi bir anlayışına doğru ilerlemeyi gerektirmektedir.

Yapay zekanın ortaya çıkışı, tarihsel olarak insanlara göre tanımlanmış olan zeka, bilinç ve yaşam hakkındaki geleneksel anlayışımıza meydan okumaktadır.

Anadolu’daki bu düşünce sürekliliği, günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu sorunları anlamak ve çözmek için bize ilham verebilir.

Yaşamı sadece insan merkezli bir bakış açısıyla değil, tüm varlıklarla bir arada yaşama ve Prof. Dr. Türker Kılıç’ın, bilimde paradigma değişikliği olarak öne sürdüğü bağlantısallık temelinde ele alan bir “yaşamdaşlık” kültürü, Anadolu’nun binlerce yıllık mirasında yankı bulan bir yaklaşımdır.

Milet Okulu ile Anadolu uygarlığının derin düşünce köklerine yaptığımız yolculuk, bu coğrafyanın sadece rasyonel felsefenin değil, aynı zamanda yaşamla uyum ve denge arayışının da merkezi olduğunu gösterir. “Yaşamdaşlık” kavramı, bu mistik ve hümanist geleneğin günümüzdeki bir yansıması olarak görülebilir.

Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre gibi düşünürlerin öğretilerindeki insan sevgisi, hoşgörü ve tüm yaratılanlara değer verme anlayışı, antroposentrik olmayan, yaşamın bütününü kucaklayan bir bakış açısını yansıtır.

Yapay zeka çağında, zeka ve yaratıcılığın sınırlarını yeniden tanımlarken, Anadolu’nun bütüncül ve derinlikli düşünce geleneği, bize yol gösterecek önemli içgörüler sunmaktadır. Merak ve sorgulama, bu zengin mirası keşfetmenin ve geleceği şekillendirmenin anahtarıdır.

Zamanın ve bilginin yolunda bir sonraki buluşmamızda yeniden görüşmek üzere, rüzgarınız hayalleriniz, pusulanız kalbiniz olsun.

İyi seyirler.

Bunları da sevebilirsiniz