Yaklaşan Dünya Savaşında Cepheler Oluşuyor

Trump’ın ikinci kez ABD başkanı seçilmesiyle tüm dünya umutlanmıştı; ABD artık küresel bir savaşı tetiklemekten imtina edecek ve kendi içine doğru çekilecekti.

Donald Trump da bu vaatlerle seçime girmişti. Önceki başkan Biden’ın “son Ukraynalıya kadar” diye sürdürdüğü tehlikeli restleşmeyi bitirecek, dünyaya barış getirecekti.

Ancak İsrail’e gebe olan Trump, Netanyahu’nun soykırımı ve etnik temizliğine Biden’dan daha çok destek verdi. İsrail Gazze ile yetinmeyerek Lübnan ve Suriye’ye de girdi ve şimdi 2 milyon insanı açlıktan öldürmeye çalışıyor.

Trump’ın Avrupa’dan çekilmesi ve NATO’yu Avrupalılara bırakması da çok işe yaramadı. Avrupalı küreselci liderler Macron, Merz ve Starmer, Rusya’ya karşı savaşı sürdürme kararı aldı.

Son olarak Almanya Şansölyesi ve eski Blackrock temsilcisi Friedrich Merz’in girişimiyle, Almanya, İngiltere, Fransa ve ABD Ukrayna’ya sağladıkları silahların menziline yönelik kısıtlamayı kaldırdı.

Merz, “Artık menzil sınırlaması yok. Bu, Ukrayna’nın Rus topraklarındaki askeri hedefleri vurabileceği anlamına geliyor. Şimdiye kadar bunu çok nadiren yapıyordu, artık yapabilir” dedi.

Trump da Putin’den beklediği sözde “uzlaşma umudunun” sona erdiğini kendi tarzında açıkladı. ABD, AB ile paralel olarak Rusya’ya yeni yaptırımlar getiriyor.

Bu gelişme, Ukrayna ile Rusya arasında arabuluculuk çabalarını suya düşürdü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in helikopterinin Ukrayna saldırısına uğrayan Kursk bölgesine yaptığı ziyaret sırasında iha (ABD navigasyon desteğiyle) saldırı girişimine hedef olması ve sonrasında Rusya’nın Ukrayna’yı Kiev dahil en ağır biçimde vurması barış ihtimalini neredeyse sıfıra indiriyor.

Avrupa Birliği, Romanya seçimlerinde NATO karşıtı aday olan Calin Georgescu’yu yasaklatarak ve ardından çıkan Simion’u da hileli bir seçimle hallederek batı yancısı adayı iktidara getirmeyi bildi. Moldova’da ise yine hileli bir seçimle Batıcı Maya Sandu’yu iktidarda tutmayı becermişlerdi. Şimdi Moldova ve Ukrayna arasındaki Rus cumhuriyeti Transdiniester üzerinden yeni bir savaşı filizlendirmeye çalışıyor.

ABD de İran’dan başka Kafkaslar’da Ermenistan ve Gürcistan üzerinden Rusya’yı kuşatmaya ve çin’in Avrupa bağlantısını kesme projesini yürütüyor. Suriye ve Irak’ta PKKistan devleti kurdurma çabaları da İsrail’in güvenliği ve Ortadoğu’nun denetimi açısından yürürlükte.

Baltıklar’da ise Rus gemilerine tacizler başladı.

Soykırımcı Netanyahu hedefindeki İran’a saldırmaya kararlı ve ABD’yi de yanına çekmek için çabalıyor.

ABD’nin tüm savaş karşıtı pazarlık çabalarına rağmen Diego Garcia üssündeki B-52 bombardıman uçaklarını hazır beklettiğini biliyoruz.

Trump’ın iç siyasette Neocon ve neoliberallerle sorunu var ama iş Çin’e gelince MAGA (Make America Great Again) ekibi ile küreselciler tam uyum içinde.

Filipinler yeni bir Ukrayna gibi savaşta kullanılmaya hazırlanıyor. Pakistan-Hindistan savaşı da Yeni Delhi’yi Amerikan cephesine çekmekte kaldıraç görevi görebilir.

Yani Batı dünyası yaşadığı ciddi siyasi, sosyal ve en önemlisi döngüsel kapitalist küresel krizi yine bir savaş ile geçiştirmek niyetinde. Trump Pentagon bütçesini 1 trilyona çıkarırken AB de 800 milyar avroluk ek silahlanma bütçesi oluşturmak için harekete geçti.

Peki karşıt blok bu durumda ne yapıyor? Onların da elleri armut toplamıyor elbette. Trump’ın seçilmesinden sonra ortaya çıkan ABD – Rusya yakınlaşmasıyla Çin’in yalnız bırakılması projesinin çöktüğünü söyleyebiliriz. Zaten 9 Mayıs’taki Zafer Günü törenleri için Moskova’ya giden Şi Cinping bu jestiyle açık mesajı vermiş oldu.

Rusya da Çin ile yıkılmaz bir birliktelik içinde olduklarını her yetkilinin ağzından tekrarladı. Kuzey Kore, Ukrayna cephesine gelişmiş toplarla beraber 12 bin seçkin askerini yolladı. Karşılığında elektronik harp sistemleri ve füze teknolojisi aldı. İran da başından beri etkili dronlarını Rusya’dan esirgemedi. Çin ile Rusya’nın Batı’nın durduramadığı hipersonik füze teknolojisindeki işbirliği de açıklanmasa da biliniyor. Ukrayna’da ve Yemen ve İran’ın İsrail’e saldırılarında bu teknolojinin ezici üstünlüğü ispatlandı.

Sorunlu da olsa oluşan AB-ABD-İsrail ve İngiltere bloğuna karşı, Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran dörtlüsü karşı geliyor.

Son gelişmeler de bu dörtlünün işbirliğinin artık kurumsallaşmaya başladığını gösteriyor.

Mayıs sonunda, Rusya, Kuzey Kore, İran ve Çin’den yetkililer, üst düzey istihbarat ve güvenlik toplantısı için Moskova’da bir araya geldi.

Toplantıya, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in en üst düzey güvenlik danışmanı Sergey Şoygu da katıldı.

Bunlar olurken Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’dan ülkesine yönelik saldırıları engellemek için geniş bir tampon bölge oluşturacaklarını bildirdi.

Tüm bu gelişmeler üst üste binerken Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Moskova’daydı. Fidan, Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov ve Putin ile görüştü.

Tayvan dışında bu yazıda belirttiğim mevcut ve olası savaş alanlarının neredeyse tamamı Türkiye’nin çevresinde bulunuyor.

Türkiye, ABD ile Rusya arasında nispeten dengeli bir dış politika yürütürken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın ikinci kez seçilmesiyle ABD’ye daha fazla yönelmeye başladı.

Ancak yine de, sonuçsuz kalsa da Ukrayna-Rusya barış görüşmelerinin 2022 sonrası yeniden İstanbul’da yapılması önemli bir olgu.

Zaten Lavrov da Fidan ile görüşmesinde Türkiye ve İstanbul’u tercih ettiklerini açıkça belirtti ve Ankara’nın genel tutumundan övgüyle söz etti.

Bu arada mayıs ayı başında Hakan Fidan’ı Türkiye’nin gelecekteki Cumhurbaşkanı olarak tanıtan bir kitabın da Rusya’da yayımlandığını bir satır arası notu olarak iletelim.

Ermeni emekli istihbarat albayı Gevorg Minasyan ve Türkolog  Angela Simonyan’ın kaleme aldığı kitabın tam adı: “Hakan Fidan: Türkiye’nin Gelecekteki Muhtemel Cumhurbaşkanının Portresine Çizgiler.” 

Toparlayacak olursak, Trump’ın seçilmesiyle başlayan sahte barış rüzgarı yerini yaklaşan bir küresel çaplı savaş fırtınasına bırakıyor.

Bulutların toplandığını ve havanın döndüğünü görüyoruz.

Türkiye’nin de jeopolitik olarak bu fırtınanın ortalarında bir yerde yer aldığı kesin.

Ekonomik ve siyasi olarak kötü durumdaki ülkemizin ikinci dünya savaşı sırasındaki İnönü stratejisinden ders alması lazım.

AKP ve Erdoğan her ne kadar İsmet Paşa’dan haz etmese de, bir kılavuz planı gibi tarihi iyi okuması ve hamlelerini ona göre yapması gerekli.

Aynı tavsiye, elbette Atatürkçü olarak kendini tanıtan ve fakat O’nun aksine Batı’ya aşırı şekilde güvenen ana muhalefet partisi ve diğer TBMM partileri için de geçerlidir.

Bunları da sevebilirsiniz