(Baskı üzerine baskı yapan bir kitap üzerine..)
-
Türkiye Tarihinin, PKK bağlamında en kritik 2025 aşamasında “Cumhuriyet ve Komünistler” yayınlandı..
Haluk Hepkon’un, TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile yaptığı nehir söyleşi, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan “Cumhuriyet ve Komünistler” ismi altında kitaplaşarak, bir anda 3 baskı yaptı.
Haluk Hepkon bu girişimi şöyle duyurdu: “Cumhuriyet ve Komünistler, kısa sürede üçüncü baskısını yaptı. Kumpaslarla ve gericilikle mücadele ettiğimiz bu karanlık süreçte bir ihtiyaca cevap verdiği anlaşılıyor. Karşılıklı ezberlerin yıkılması ve yeni güç birliktelikleri önümüzü açacaktır. Okuyan, tartışan, ilgi gösteren herkese teşekkür ediyorum…”
KİTABI BULMAK BENİM İÇİN ZORDU
İstanbul dışında ve taşrada yaşadığım için kitabı hiçbir yerde bulamadım ve sonunda yayınevine ulaşarak, kitabı nasıl bulabileceğimi 8 Mayıs 2025 günü sordum. Yayınevinin Kurumsal İletişim’inden Ulaş Karaağaç derhal benimle ilişkiye geçerek, yeni baskılarda olan kitabı şu anda elde edebilmenin imkansız olduğunu, ama bana hemen kitabın metnini (pdf) olarak göndereceklerin söyledi. Beş dakika sonra (pdf) yani dijital kitap, cep telefonuma düştü. Teşekkür ederim..
Bir tam gün içinde hemen okuyup metin konusunda gözlemlerimi ve geçmiş birikimimden süzülüp gelen bilgileri toparladım.
Kitabın ana fikri, bu topraklarda komünistlerin kesinkes “cumhuriyetçi” olmak zorunda oldukları şeklinde yorumlanabilir; yani Kemalist kökenli cumhuriyetin aşırı yıpranmış olmasına rağmen, dahası içinde yaşanılan gerici faşizmin cumhuriyetten arta kalan pek bir şey bırakmamış olmasına rağmen, günümüzdeki partili komünistlerin şimdiki CHP’nin 6 okundaki cumhuriyetçilikten, çok daha fazla gerçek cumhuriyetçi olduklarıdır. (Yaşar Aksoy olarak Ekmelettin Olayı, Altılı Masa gibi deneyimleri hatırlayalım diyorum..)
Yani, yeni bir İslamcı Cumhuriyete, Amerikancı veya Batıcı yeni bir Liberal Cumhuriyete, FETÖ’cü bir yeni sinsi Cumhuriyete, PKK kontrolünde etnik parçalara bölünmüş yeni bir Federasyoncu Cumhuriyete, günümüzde partili komünistler kesinkes karşı çıkmaktadırlar.
Sözü, kitabın önsözünde Haluk Hepkon’a bırakalım..
EZBERLERİ YIKMAK GEREK
“.. 12 Eylül sonrasında ülkemizde ve dünyada yaşananlar Türkiye’de sola, teslimiyetten beslenen bir ezber dayattı. İdeolojik gıdasını sivil toplumculuktan alan bu ezbere göre cumhuriyet kötü, gerici ve ülkedeki bütün olumsuzlukların asıl sebebiydi.
Bu ezber yüzünden ileriki zamanlarda solun bir kısmı,“Yetmez ama Evet” rezaletinde olduğu gibi, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en gerici zihniyetinin peşine takıldı, emperyalizmin Ortadoğu senaryolarında kurtuluş aradı, ABD ile ilişkileri Mısır’daki sağır sultanın bile malumu olan Kürt milliyetçiliğinin dümen suyuna girdi. Bu ideolojik ve siyasi prangadan kurtulamayan ve cumhuriyeti savunan geniş yığınlarla birleşemeyen bir solun, Türkiye’de umut olması ve öne çıkması mümkün değildir.
Ezber meselesi sadece sola ait bir sorun değil. Türkiye’de toplumun önemli bir bölümü son 20 yılda yaşadıkları tecrübeyle cumhuriyetin ve kazanımlarının ne kadar önemli olduğunu, cumhuriyeti savunmanın aynı zamanda ülkeyi savunmak anlamına geldiğini çok daha iyi kavradı. Cumhuriyet olmazsa Türkiye de olmaz.”
KARŞILIKLI YENİDEN YAPILANMA
Haluk Hepkon, hem komünist kesimin, hem gerçek cumhuriyetçilerin zihinlerinde yeni bir yapılanmanın şart olduğunu ileri sürmekte:
“..Bu yeni durumun, tohumları Soğuk Savaş döneminde atılan Antikomünizmin etkilerinin zayıflamasına yol açtığını söylemek mümkün. Artık herkes cumhuriyeti bugünkü hale kimlerin getirdiğini, solla arasına mesafe koyan bir anlayışın cumhuriyeti savunmasının zor olduğunu anlıyor. Geldiğimiz noktada solun, cumhuriyeti savunan geniş halk kitleleri açısından bir “öcü” olmaktan çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.
Elinizdeki kitabın hazırlanmasının en önemli nedeni günümüzde ezberlerin karşılıklı yıkılmaya başlamasıdır. Türkiye Komünist Partisi’nin son yıllarda aldığı karar ve tutumlar, uzun bir süredir ilgi çekiyordu.
TKP’nin bundan birkaç ay önce hem diğer sol örgütlerle, hem de CHP ve DEM’le arasına mesafe koyacağını ilan etmesi, önemli bir dönüm noktasıdır. Böylesine mühim bir kırılma anında cumhuriyetçi kesimlerin de benzer bir entelektüel cesaret göstermesi ve daha önceden kendilerine dayatılan ezberlerin dışına çıkarak solu tanımaya, anlamaya çalışması gerekir.
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile yaptığımız söyleşi böyle bir ihtiyaca cevap vermeye çalışmaktadır. “
GEÇMİŞİ İYİ BİLMEK ZORUNDAYIZ
Haluk Hepkon’a teşekkür ederiz. Bu kitap önemlidir.. Çünkü ben özellikle, Atatürk’ün kurduğu “Kemalizm” temelli partiyi, Batı Emperyalizmine, ABD’ye, Emperyalizmin aparatı PKK örgütüne ve HDP’ye (Yeşil Sol Parti, DEM), küreselcilere, Batıcı Liberalizme, NATO’ya, Kemalizm ve ulusalcılık karşıtı 14 Aralık Hareketine, AKP kopyası minik gerici partilere ve sonunda Zafer Partisi’ne muhtaç hale getirenlerin dışında kalan gerçek Kemalist insanlarımıza tarihi müttefiklerini nerede aramaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum..
Önce Atatürk’ün kurduğu komünist partiyi anlatalım..
ATATÜRK’ÜN KURDUĞU KOMÜNİST PARTİ
Türkiye Komünist Fırkası (TKF), Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde, 18 Ekim 1920’de Atatürk’ün emriyle kurulmuş bir siyasi partidir. “Resmî komünist partisi” olarak da bilinir. 18 Ekim 1920 tarihinde kuruldu. Genel Başkanı Hakkı Behiç Bayiç idi. Kapanış tarihi Mart 1921 idi. Merkezi Ankara oldu..
Atatürk’ün bu kararının önemli nedenlerinden biri, dış müttefiki olmayan Ankara Hükûmeti ile Sovyet Hükûmeti arasındaki yakınlaşmaydı. Bu dönemde Sovyet Hükûmeti, Kurtuluş Savaşı’nı silah ve cephane göndererek destekliyordu. Ayrıca yaklaşık bir ay önce Bakü’de kurulan Komintern’e bağlı (yani Sovyetler’in hakimiyetindeki) bir diğer Türkiye Komünist Partisinin (TKP) de önü kesilmek, ülkede artan Bolşevik sempatisi ve çeşitli sosyalizm eğilimlerini de böyle bir parti içerisinde denetim altına alınmak istenmişti. (Donald F. Busky (2002) – Communism in History and Theory: Asia, Africa, and the Americas. ISBN 0275977331).
Bu nedenle TKF’in kurulmasıyla birlikte mecliste Halk Zümresi ile temsil edilen Yeşil Ordu Cemiyeti dâhil, tüm Bolşevik, sosyalist ve komünist yapıların yasaklanıp tümü bu partiye katılmaya çağrıldı.
Partinin kurucuları arasında Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, Hakkı Behiç Bayiç, İhsan Eryavuz, Refik Koraltan, Eyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit yer aldı. Görüldüğü gibi bunlar Atatürk’ün yakın adamlarıydı
Partinin genel sekreterliğini (umumî kâtipliğini) Hakkı Behiç Bey yapıyordu. Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Kâzım Karabekir de partiye katıldılar.
Yunus Nadi’nin Anadolu’da Yeni Gün gazetesi ise (şimdiki Cumhuriyet gazetesi) partinin yayın organı oldu.
Fakat Yeşil Ordu içindeki birçok İttihatçı kadro resmî partiye katıldıysa da, Yeşil Ordu / Halk Zümresi mensuplarından Nâzım Bey ve diğer bazıları ile birlikte Salih Hacıoğlu liderliğindeki Ankara’daki gizli komünist partisi mensupları, 7 Aralık 1920’de Türkiye Halk İştirakiyun Fırkasını (THİF) kurdular.
Ankara’nın kurduğu resmî komünist fırkası (TKF), Dünya komünist partileri enternasyonal kuruluşu Komintern’e üyelik için başvurduysa da kabul edilmedi. Bunun üzerine Atatürk yaklaşık üç ay sonra partiyi kapattı. Bu kararda bağımsızlık temelli bir Sovyet dostluğu öngörülmüştü..
TKP önderlerinden Rasih Nuri İleri bu gelişmeleri, Atatürk’ün ileri görüşlü bir bağımsızlık arayışında olmasına ve yine Emperyalizme karşı daha kararlı savaşabilme içgüdüsüne bağlamaktadır. Sevgi büyüğüm rahmetli Rasih Nuri İleri’nin “Atatürk ve cumhuriyet” ile ilgili görüşlerini en sonda ayrıntılı anlatacağım.
GÜNÜMÜZDE TKP’NİN ÖNDE GELEN GÖRÜŞLERİ
“Cumhuriyet ve Komünistler” kitabında ileri sürülen en önemli başat görüşleri şöyle tespit ettik:
-
Kesinlikle Lozan’ı savunuyoruz, çünkü cumhuriyetin tapu senedidir..
-
TKP, Türk bayrağına dönük soldaki yaygın soğukluk, hatta karşıtlığı aştı.
-
“Mesele cumhuriyet olduğunda bir ev sahibi yok, hepimiz ev sahibiyiz, komünistler de ev sahibi. Bunu söylememizin nedeni şuydu. Milli mücadelenin tartışmasız önderi Mustafa Kemal’dir ama komünistlerin de milli mücadelede, çorbada tuzun ötesinde, çok ciddi bir katkısı vardır.
-
AKP, cumhuriyetle hesaplaşmak üzere kurulmuş bir parti..
-
Dünyada milliyetçilik ve ulusalcılık gibi bir ayrım yok. Bu Türkiye’ye özgü..
-
Türkiye’de bugün toplumun büyük çoğunluğunu sömüren, sömürerek zenginleşen küçük bir azınlığın diktatörlüğü hüküm sürüyor.
-
Türkiye’de ülkücü ya da İslamcı yoksul insanlar arasında Koç türü büyük sermayedarlara dönük tepki ve öfke, Türkiye solundan daha fazla. Aslında bu çok düşündürücü bir olgu.
-
Atatürkçülüğü yok etmeye dönük her hamle Mustafa Kemal’in temsil ettiği değerlerin ağırlığını arttırdı bu ülkede. Gezi’de de gördük, bu ülkede insanlar bir şeyi protesto edeceklerse, tutunacakları bir tane birleştirici unsur var, o da Mustafa Kemal.
-
Önemli olan sözüyle özüyle emperyalizme, gericiliğe, sömürüye karşı çıkan bir derli toplu bir güç yaratmak. Yoksa, bugünkü AKP-CHP ikiliği toplumu uçuruma sürüklüyor.
-
AKP’nin önemli karşı devrimci hamlelerinin hepsinde solun bir kesiminin, noter gibi, onayı var.
-
Mustafa Kemal’in askerleriyiz..” söylemine bir çekince ya da itiraz dile getiriliyor. Türkiye’de insanlar tepkilerini göstermeleri için bir kaldıraca, bir tutamak noktasına ihtiyaç var.
-
AKP, Türk Silahlı Kuvvetlerinde son 20 yılda istediği dönüşümü büyük ölçüde başarabildi.
Kemal Okuyan’ın yanıtlarından alıntıladığım bu cümleler, aslında inandığım ve duymak istediğim görüşlerdir.. Ama bu sözlerin, bir Türkiye Komünist Partisi (TKP) genel sekreterinin ağzından okumak gerçekten heyecan verici.. Bu sözleri toptan ret edecek, nice kendini sol sayan kesim, örgüt, parti ve insan var bu toplumda.
Bu gün ABD ve Batı karşıtı anti-emperyalist bağımsızlıkçı bir hareketi, bu sahte sol kesime onaylatamazsınız..
Konunun bam teli, etnik siyaset ve PKK’dır..
Onlara göre, PKK’yı sever ve desteklerseniz solcusunuz!.. Onlara göre başka yol yok.. İlle de silahlı etnik solu öpüp koklayacaksınız!
Oysa, PKK’yı sevmek ve desteklemek bu topraklarda, bu coğrafyada ABD Emperyalizmini desteklemektir, o yüzden sahte sol, solcu değildir; asla olamazlar..
TKP’NİN AÇILIMLAR VE PKK ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ
Şimdi “Cumhuriyet ve Komünistler” kitabının en önemli yerine geldik. Haluk Hepkon, Kemal Okuyan’a soruyor. Aynen yayınlayalım..
SORU: Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrısıyla yeni bir tartışma başladı. Siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada aklı başında hiçbir siyasetçi, bir konuda silahların susmasının karşısında durmaz ama biz bunun ötesine geçip içeriğe bakmak durumundayız. Masada ne tartışılıyor? Buradan ne amaçlanıyor?
Bu çağrı sadece Abdullah Öcalan’ın çağrısı değil. Sonuçta uzun süren görüşmelerin ardından devlet görevlileri ile birlikte hazırlanan ya da onların onayından geçen bir metin. Hedefin tek başına silah bırakmak olduğuna herhalde inanmamız beklenmiyor.
Bu, Türkiye ve bölgeye dönük stratejik bir müdahale. O yüzden metnin kendisi değil arka planı önemli.
Bu konuda da iki tarafın açıklamalarına bakarız. Şunlar var elimizde.. Devlet Bahçeli’nin söylediklerini hatırlayalım. “Türkiye tehdit altında. Bu yüzden iç cepheyi kuvvetlendirmemiz, Türk-Kürt kardeşliğini örmemiz lazım.”
Bütün bunları yaparken de İslam bizi birleştiriyor dediler. Bunu birden fazla kez tekrar ettiler. Şimdi, derhal burada çok net bir biçimde söylememiz gerekir. Din, Türkiye’de kamusal, toplumsal alanı ilgilendiren bir sorunda çözüm olarak ileri sürülemez. Bu kadar basit. Çünkü yetmez. İnsanların bireysel inancına ait bir alan ile siz önemli bir problemi çözemezsiniz.
Bu başka bir şeye hizmet eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin tabutuna çivi çakmaktır. Güya Osmanlıcı bir bakış açısıyla meseleye yaklaşıyorlar. Osmanlı döneminde bu sorunlar yoktu diye palavra atıyorlar, o da doğru değil.
Diyorlar ki “Osmanlı’da İslamiyet esastı, öyle etnik ayrımlar yoktu. Biz de benzer bir şeyi deneyeceğiz”. Şimdi buna masanın diğer tarafındaki çeşitli örgütlerden ve Kandil’den benzer açıklamalar geldi. Aslında burada bir hedef de ilan ediyordu iktidar.
Diyordu ki “Biz bu sorunu çözersek uluslararası alanda bölgedeki rakipsiz, tek güç oluruz. Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı artar”. Aynı şeyleri başka ifadelerle Kandil de söyledi. “Türkiye bu sorunu çözerse, bir Türk-Kürt ittifakı bölgedeki bütün taşları yerinden oynatır. Türkiye bunu yapmazsa, Türkiye diye bir şey kalmaz.” Şimdi bu bize bir içerik sunuyor. Nedir bu içerik? “Biz içeride bu ittifakı sağlarız. Dışarıda güç oluruz.”
Biz salak değiliz. Hepimiz biliyoruz ki, bu dışarıda güç olma meselesinin temelinde Suriye var, İran var. İran’ı bir rakip olmaktan çıkartmak var. İçerik budur işte.. Yoksa pazarlık olmaz gibi lafların bir ağırlığı yok. Siyasette her zaman pazarlık olur. Mesele o değil, tartışılması gereken burada hedefin ve içeriğin ne olduğu. Burada hedef içeride kardeşliği büyütmek mi yoksa dışarıda başka ülkelerin topraklarında fetihçilik oynamak, Irak’ta olduğu gibi başka ülkelerin parçalanmasına hizmet etmek mi?..”
(…)
Cumhuriyetçi birikim, sınıfsal bir temele yerleşmek durumunda. Ve iktidarın din temelli Türk-Kürt kardeşliği projesinin karşısına, yoksul Kürt halkı için de kurtuluş anlamına gelecek aydınlanmacı, anti-emperyalist, sosyalist bir stratejiyle çıkılmalı.
Kürt yurttaşlarımız içindeki laik ve devrimci birikimi küçümsemeyelim. Şimdi tam zamanıdır, kardeşliği yenilenmiş bir Cumhuriyetçi silkiniş ile örmenin.
Bugün hareketlenen, direnen toplumsal dinamiklerin heba olmaması için tarikat ve holding düzenine karşı ayağa kalkalım. Umut buradadır ve Türkiye’de umut bir kez daha gülen yüzünü göstermiştir.”
SONUÇ:
TKP Genel sekreteri Kemal Okuyan, kendileri açısından içinde bulunduğumuz “İkinci Açılım ve Barış Sürecini” değerlendirirken, Türk – Kürt kardeşliğinin yeniden inşası için “dinci ve yayılmacı bir Osmanlıcı siyaset” yerine, cumhuriyetçi, aydınlanmacı, anti-emperyalist ve sosyalist bir strateji önermektedir.
“Cumhuriyet ve Komünistler” kitabının, Türkiye’nin en hayati konusu olan “Terörsüz Türkiye” ütopyasına karşı söylediği budur!..
SONER YALÇIN’IN YORUMLARI
Türkiye’nin önemli gazeteci ve analizcilerinden Soner Yalçın, odatv’de söz konusu bu kitabı ve TKP’yi şöyle yorumladı:
“.. Kemal Okuyan diyor ki:
-
Partimiz daha (10 Eylül 1920) kurulur kurulmaz bağımsızlık mücadelesine katıldı ve Cumhuriyet’ten yana tavır aldı; Riyakârlık, takiye yaparak değil, ideolojimiz ilkelerimiz gereği. Sonradan görme Cumhuriyetçi değiliz…
-
Türkiye’de sol artık; ideolojik olarak bizim coğrafyamızdan ve devrimlerin yatağı Avrupa’dan değil, başka bir Avrupa’dan besleniyor: Emperyalist ülkelerin kontrol ettiği, yönlendirdiği, fonladığı bir sol yaratıldı. (…) Bu akımların büyük bölümü artık evcilleştirilmiş, hatta sistemin militan unsurları haline getirilmişlerdir…
-
Türkiye solunun düşün hayatını ve çizgisini ciddi şekilde etkileyen bu Avrupa merkezci düşüncede cumhuriyetçiliğe, yurtseverliğe zerre yer yok…”
-
1980’lerde Türkiye’de düşünce alanında hiç olmayacak ölçüde sivil toplumculuk pompalandı. Dergiler çıktı, toplantılar yapıldı. Kendilerince ‘işkenceci devletten intikam alıyorlardı’ ama asıl onlardan intikam alınmış oldu! Çünkü zorbalık karşısında gerilemeyen birçok unsur/ilke bu operasyonda geriledi, düzene teslim oldu…”
Kitaptan devam edeyim…
SOLDAKİ İNANÇSIZLIK VİRÜSÜ
Soner Yalçın devam ediyor:
“Cumhuriyet ve Komünistler” kitabından şu çıkarımları yaptım:
TKP, Atatürk’ü ve Cumhuriyet Devrimlerini ilerici buluyor…
TKP, Cumhuriyetçi birikimin yok olmasının kabus projesi olduğunu belirtiyor…
TKP, Türkiye’de bugün toplumun büyük çoğunluğunu sömüren, sömürerek zenginleşen küçük bir azınlık diktatörlüğünün hüküm sürdüğü tespitini yapıyor…
TKP, solda büyük güçlere tutunarak kolaycılık ve ortalamacılıkla siyaset yürütme deformasyonuna dikkat çekiyor…
TKP, NATO’yu özgürlüklerin bekçisi, AB’yi demokrasinin kalesi olarak görenler ile ittifak yapmayacaklarını kararlılıkla açıklıyor…
Nihayetinde:
Haluk Hepkon ile TKP genel sekreteri Kemal Okuyan’ın sola dair zihin açıcı söyleşi kitabını okumanızı tavsiye ederim.”
“CUMHURİYET VE KOMÜNİSTLER” KİTABINI,
KADİM DOSTUM RASİH NURİ İLERİ’YE SORUYORUM
Son günlerin en çok aranan kitabı, yani “Cumhuriyet ve Komünistler” kitabını, Türkiye komünizminin parlak ve önde gelen liderlerinden kadim dostum merhum Rasih Nuri İleri’ye sormak ve ona danışmak durumundayım.
Rasih Bey ne yazık ki, epey önce öte aleme göçtü..
Ancak kibar, mütevazi ama çelik gibi devrimci olan Rasih Bey’in “Atatürk ve Komünizm” kitabı elimizin altında ve bize anlattıkları kulaklarımızdan hiç çıkmadı. Önce onu anlatalım. Sonra fikirleri önümüze düşsün..
RASİH NURİ İLERİ KİMDİ?
28 Mart 1920’de Cenevre’de doğdu, 6 Aralık 2014’te İstanbul’da öldü. Osmanlı komünistlerinden Suphi Nuri İleri’nin oğludur. Haydarpaşa Lisesi (1939), İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü (1943) mezunu. İstanbul ortaokullarında bir süre öğretmenlik yaptı. Adana Sendikalar Birliğini kurdu. Yeni Dünya ve Gün dergilerinde çalıştı. İmalat ve ticaretle uğraştı.
1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) girdi, Genel Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu. 1967’de partiden atıldı. 1968’de Demokratik Devrim Derneğini kurdu ve yöneticisi oldu, Mart 1970’de kurulan İstanbul İşçi Birliği Genel Başkanı oldu. “Atatürk ve Komünizm” isimli ünlü kitabını yayınladı (Anadolu Yayınları, 1970).
1973’de Haziran İşçi Hareketi gizli örgütü 1 numaralı sanığı olarak yargılandı, 17 ay tutuklu kaldı, sonra beraat etti. 1977’de İkinci TİP’e kaydoldu. Haziran 1990’da Türkiye Birleşik Komünist Parti kurucusu ve Merkez Komitesi üyesi oldu. Ocak 1992’de Boz Mehmet ve Şahap Bakırsan’la Genel Merkez’in sağ sapması üzerine istifa etti. 1992’de Sosyalist Birlik Partisi’ne girdi. Büyük Kongre’de Merkez Komitesi’ne seçildi. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi ve konferans delegesi oldu. 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde TKP’den İstanbul adayı idi.
Rasih Nuri İleri, 6 Aralık 2014 günü İstanbul’da hayatını kaybetti. İleri’nin tabutu Bebek Cami’nden Aşiyan Mezarlığına alkışlar eşliğinde omuzlarda taşındı. Bu arada İleri’nin tabutuna divan kurulu üyesi olduğu Galatasaray bayrağı da asıldı. İleri’nin cenaze namazına Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, Türk Tarih Profesörü İlber Ortaylı, yakınları, sevenleri ve Türkiye Komünist Partili arkadaşları katıldı.
Rasih Nuri İleri, feodal-kapitalist düzeni daima eleştiren yazılarını Servet-i Fünûn, Yeni Adam, Ses, Gün, Markopaşa, Geveze, Karanlığa Işık, Emekçi dergilerinde yayımladı. Dr. Şefik Hüsnü ve arkadaşlarının çıkarmış oldukları “Kurtuluş” dergisini yeni harflerle basıma hazırladı (1977). 142. maddeye aykırı görülen kitap çevirileri nedeniyle birkaç kez tutuklanıp serbest bırakıldı
Kooperatifler (1945), Ekonomik Doktrinler (1945), Kapital (K. Marks’tan özet, 1965), Atatürk ve Komünizm (1969), Kurtuluş (1975), TKP Gerçeği ve Bilimsellik (1976), Mihri Belli Olayı (2 cilt, 1976), TİP’te Oportünist Merkeziyetçilik (1985), 27 Mayıs Menderes’in Dramı (1986), Türkiye İşçi Partisi’nde Oportünist Merkeziyetçilik (1986), Atatürk ve Komünizm – Kurtuluş Savaşı Stratejisi (1999) isimli kitapları kaleme aldı..
ATATÜRK KOMÜNİST MİYDİ?..
Rasih Nuri İleri, Balıklıova köyünde ve İstanbul Doğan Apartmanındaki dairesindeki ortamlarda yaptığımız nice konuşmalarda oğlu Suphi ile gelini Mahmure İleri’nin çok yakın arkadaşı olduğum için zorlu sorularıma büyük bir sabır ve tevazu ile yanıtlar verdi. Sorularım, Komünizm, Atatürk, Emperyalizm üzerinde yoğunlaşmıştı.. Teybim yine çalışsın, eşi bulunmaz güzel insan Rasih Nuri İleri konuşsun:
“.. Gazi Mustafa Kemal Paşa, ölümüne kadar Emperyalizme karşı koymuş, yabancı sermayeyi yurttan kovmuş ve Sovyetler Birliği’ni doğal bir müttefik saymıştır. Bu yüzden Sovyetler, İstiklal Savaşı’nın sonuna kadar Anadolu’daki ölüm kalım mücadelesinde Mustafa Kemal’i desteklediler. Bunu günümüzün kemalistleri de, komünistleri de unutmamalı.. “Atatürk ve Komünizm” sorununun ilk maddesini böyle anlayalım.
Ancak Mustafa Kemal Paşa, işçi sınıfı örgütünün güç birliği tekliflerini (1919-1925), o sınıfın objektif ve sübjektif şartları yönünden değerlendirmiş, proletarya örgütünün tarihsel gelişmemize dayanan güçsüzlüğü verisi karşısında da bu güç birliğinde, yani Kemalist-Proletarya ittifakında bir yarar görmemiştir.
Buna delilim ise, Atatürk’ün tercihi ile, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “Tüccar – Sanayici – Çiftçi –İşçi” ittifakına dayalı bir karma ekonomi tercihinin ortaya çıkmasıdır. Ancak bu ittifakın “Tüccar – Sanayici” ayağının, bir ulusal burjuvazi yaratabilmek için çok daha kayrıldığı, önem verildiği ve desteklediği açıktır. Devletçilik denen şey zaten, devlet yatırımcılığını teşvik etmek ve korumak çerçevesi içinde nihai amaç olarak milli bir kapitalizmi kurmak idi.
Ne yazık tır ki, bu tutumun bizi, kısa bir dönemde (yani kendisinden sonra) yeniden Emperyalizme bağımlı duruma düşüreceğini Mustafa Kemal Paşa hesaplayamamıştır. Bununla beraber iktidarın verdiği güce ve kendine uyulan geniş sevgi ve saygıya dayanarak bu geriye, yani gericiliğe ve Emperyalizme tutsaklığa gidişin hızını sağlığında devlet zoru ile durdurabilmiştir. Fakat İsmet İnönü dönemi de kapanıktan sonra, çok partili demokrasiye güya geçilmesiyle Kemalizm’in küçük burjuva devrimcisi lastiği patlamıştır.
Kemalist devrimin dayandığı sınıfsal ittifak, küçük burjuva kökenli asker sivil bürokrat zümreden ve eşrafın millici kısmından ibaretti. Bir de ortak Ermeni tehlikesine karşı Doğulu aşiret beyleri ile işbirliği durumu mevcut idi. İlk iki zümrenin önderliğinde başarılan Milli Kurtuluş Savaşını işçi sınıfı ve örgütü desteklemiş, süreli savaşlar sonunda bitap hale gelen köylüler ise mücadeleye ancak düşman mezalimi karşısında veya askerlerin zoru ile katılmışlardır. Sonraları sosyal gerilimi frenleyecek olan bir unsur da Ermeni ve Rum mallarının paylaşılması şeklinde belirmiştir.
(…)
1920 yılında olayların zoruyla Mustafa Kemal Paşa’nın temsil ettiği asker-sivil küçük burjuva kökenli yönetici zümresinin öncülüğünde bir Anadolu Şura Devleti veya Sovyet Halk Cumhuriyeti kurulsaydı ağırlığını hissettirebilecek durumda bulunan, bilinçli ve örgütlü bir proletaryanın var olmaması, dahası devrimci teori ile yoğrulmuş bir işçi sınıfı partisinin olmayışı karşısında, böyle bir sosyalist etiketli rejim, yöneticilerin bütün iyi niyetlerine rağmen olsa olsa bir tür “Devlet Sosyalizmi” şeklini alırdı
Yine de padişahlığı, saltanatı, monarşiyi, hilafeti, gerici tüm kurumları bir çırpıda silip süpüren, yerine batılı burjuva yaşamına dönük ileri hamleleri gerçekleştiren bir kemalist rejim tam bu noktada ilerici ve kendine özgü tam devrimci sayılabilir. Daha ötesi, yani sosyalizme ulaşmak 1920’lerde belki onlardan beklenebilirdi, ancak günümüzden geriye baktığımızda bunun bir anlamda imkansız olduğu görülmektedir.
(…)
Sosyalizme ülkemizi kemalistler değil, sosyalistler kavuşturmalıdır. Teori bunu anlatır bize. Milli Demokratik Devrim aşamasında işbirliği kaçınılmazdır, ama hepsi o kadar.. Bir başkası bize sosyalizmi armağan etmez.
(..)
Mustafa Kemal’in gerçekçiliğini belirtelim önce. Sonra “komünist olmuş muydu, sosyalist miydi?..” sorularına cevap verelim. Kesin olarak hayır.. Kurtuluş Savaşımızın asker kökenli lideri, hiçbir dönemde içten biçimde ne komünist, ne de sosyalist olmuştur.
Zaten ne kadar çok okusa, birikimi olsa, kuzeyindeki Bolşevik devriminden haberli olsa bile, sosyalizm konularında tutarlı bilgisi yoktu, olması da gerekmez zaten. Paşa için bunlar teorik değil, pratik konulardır. Paşa, komünist yönlü bazı yazılar yazmış, demeçler vermiş, hatta yakın arkadaşlarına komünisti isimli bir parti kurdurmuştur, daha da ileriye giderek 3.cü Enternasyonel’e yani Komünist Enternasyonal’e, daha doğrusu Komüntern’e üye olunması için müracaatta bulunmuştur.
Ama bütün bu belgelere rağmen içten bir komünist hiçbir zaman olmamıştır. Paşa’nın tek derdi ülkesinin bağımsızlığını sağlamak konusuydu. Bu yolda her türlü görüntüye girebilirdi. Ama o görüntüye teslim olmamıştır. Tek amacı Emperyalizmin defterin dürmektir. Bunda da başarılı oldu.
Bu yüzden biz komünistlerin daima ona saygısı vardır.”
KONUYU NOKTALAYALIM
Yaşar Aksoy olarak yazımı noktalıyorum:
-
Hem günümüzdeki TKP’de, hem de geçmiş Türkiye Komünizminin önde gelen tarihinde, Emperyalizm ile mücadele, Cumhuriyetçilik ve Gazi Mustafa Kemal’e saygı ve Vahşi Liberal Kapitalizme karşı direniş, temel ilkeler olarak kayda geçmektedir.
-
Günümüzdeki TKP’nin, üniter Türkiye gerçeğinden ve Misakı Milli sınırlarından vazgeçmediği, eer varsa bile egemen dış komünist güçlü devletlere uşaklık etmeyeceği, geçmişte gençlerin kurduğu silahlı eylem fraksiyonlarını da dışladığı görülmektedir.
-
Teröre, vahşi sömürü içeren Neo-liberal politikalara, faşist gericiliğe daima karşı çıkacağı belli olmaktadır.
Bize düşen “Hayırlı yolculuklar” demek olacaktır..