OECD Nisan ayında Türkiye hakkında bir rapor yayımladı. Raporda dört temel nokta vurgulanıyor: temkinli makroekonomik politikaların sürdürülmesi ve uzun vadede mali yapıların güçlendirilmesi; kadınların iş gücüne katılımının artırılması için erken çocukluk eğitimi ve bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması; büyüyen sera gazı emisyonunun etkin şekilde fiyatlandırılması ve kömür kullanımının azaltılması; son olarak da, demografik avantajın azalmasıyla birlikte hizmet sektörlerinde verimlilik artışı için işgücünün yetkinliklerinin geliştirilmesi, inovasyonun teşvik edilmesi ve iş yapma ortamının iyileştirilmesi gerekliliği.
Türkiye son 10 yılda yıllık ortalama %4,9’luk büyüme oranıyla OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülkelerden biri olmuştur. Yaşam standartları yükselmiş, işgücü piyasası ve sosyal göstergelerde önemli iyileşmeler yaşanmıştır. 2005’te 15-64 yaş arası nüfusta işgücüne katılım oranı yaklaşık %50 iken bu oran 2023 yılında %60’a yükselmiştir ve yoksulluk oranı yarıya inmiştir. Ekonomik büyümesini hava emisyonları, enerji kullanımı, atık üretimi ve su tüketimiyle kısmen ayrıştırmayı başarmıştır.
Bununla birlikte OECD ülkeleriyle gelir farkı ve yapısal zayıflıklar büyük ölçüde mevcudiyetini korumaktadır. Gelir eşitsizliği yüksek, çalışma çağındaki kadın, göçmen ve yaşlıların iş gücündeki performansı zayıftır. Türkiye’nin işgücünün becerileri diğer OECD ülkelerinin gerisinde kalmaktadır ve bu durum verdiği beyin göçüyle daha kötüye gitmektedir. Bu durum yüksek beceri gerektiren imalat ve hizmet sektörlerinde verimliliğin ve rekabetin sınırlanmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte sera gazı emisyonları düşük seviyelerde de olsa artmaya devam ederken, çevre sorunları ön plana çıkmakta ve kötü hava kalitesi toplum sağlığını önemli ölçüde etkilemektedir.
Bu yapısal zayıflıklar, Türkiye’nin gelecekteki uzun vadeli zorluklarla başa çıkma kapasitesini engelleyecektir. Nüfusun yaşlanması, işgücünün artışı yoluyla büyüme potansiyelinin giderek azalmasına neden olacaktır. Bununla birlikte, teknolojik ilerleme ve dijitalleşmenin etkisiyle işgücü piyasası talebinde yaşanan değişimler hızlanmaktadır. Bu durum, işgücü becerilerini geliştirmeye yönelik politikalarının değişen koşullara adapte olabilmeleri, işgücü ve ürün piyasalarının ise daha esnek olmalarını gerektirmektedir. Bunlara ek olarak Türkiye önümüzdeki yıllarda sıcaklıklardaki ciddi artış nedeniyle yeni kısıtlamalarla karşı karşıya kalacaktır.
Ekonomik yakınsamayı başarıyla sürdürmek yapısal reformları gerektirmektedir. Yatırımı ve büyümeyi desteklemek için makroekonomik politikaların güvenilir ve istikrarlı olması çok önemlidir. İşgücünün hareketliliği ve iş dünyasındaki dinamizmin önündeki engellerin azaltılması, Türkiye’nin potansiyelini tam anlamıyla kullanabilmesini sağlayacaktır. Bu sayede, ekonomik fırsatlar tüm kesimlere yayılırken sonuçlar toplum genelinde paylaşılabilecektir. Yeşil dönüşümün hızlandırılması ise bu büyümeyi daha sürdürülebilir hale getirirken sağlık açısından önemli faydalar sağlayacaktır.
Makroekonomik İstikrar Çabalarının Sürdürülmesi Gerekiyor
Genişleyici maliye ve para politikalarının etkisiyle Türkiye ekonomisi 2022’de %5,3 ve 2023’te %5,1 oranında büyümüştür. Bu politikalar, tüketici harcamalarında rekor seviyelerde büyüme sağlamıştır. Ancak bu politikalar önemli dengesizliklere de yol açmış; enflasyonun yükselmesine, cari açığın büyümesine, net uluslararası rezervlerin negatife düşmesine ve Türk lirasının büyük ölçüde değer kaybetmesine neden olmuştur.
Mayıs 2023 seçimlerinin ardından, politikalar normalleşmeye başlamıştır. Hükümet, makroekonomik çerçeveyi istikrara kavuşturmak ve Türkiye ekonomisini sürdürülebilir hale getirmek için gerekli adımları atmıştır. Merkez Bankası, Mart 2024 itibarıyla faiz oranlarını kademeli olarak toplam 41,5 puan artırarak %50 seviyesine yükseltmiş, hükümet ise önümüzdeki yıllar için mali konsolidasyon planlamıştır.
Ekonomik faaliyetlerin önümüzdeki iki yıl boyunca yavaşlaması beklenmektedir. Finansal koşulların sıkılaşmasının, kısıtlayıcı para ve maliye politikalarının hane halkı tüketimini azaltması muhtemeldir. Ayrıca, yatırımların ve kamu harcamalarının da zayıflaması beklenmektedir. Ancak, dış koşullardaki iyileşmenin ihracatı kademeli olarak artırması öngörülmektedir. Enflasyon tamamen kontrol altına alınana kadar sıkı para politikası ve mali disiplini sürdürmek hayati önemdedir. Mali disiplini güçlendirmek için harcama verimliliğinin artırılması, vergi gelirlerinin genişletilmesi ve kapsayıcı büyümenin teşvik edilmesine yönelik yapısal reformlar gerekmektedir.
Kamu maliyesinin verimliliğinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bütçe sürecine entegre edilmiş kapsamlı ve şeffaf harcama incelemeleri, harcama verimliliğini artırabilir ve mali hareket alanı genişletebilir. Kamu gelirleri, nispeten daha az bozucu etkisi olan tüketim vergilerine dayansa da, tüketim ve gelir vergisi tabanları genişletilebilir ve katma değer vergisi oranlarının yapısı basitleştirilebilir.
Kamu maliyesi gelir eşitsizliğini azaltacak yönde daha çok geliştirilebilir. Mevcut durumda vergi ve sosyal yardım sistemi, piyasa gelirlerindeki eşitsizlikleri neredeyse hiç azaltmamaktadır. Emekli maaşı dışındaki sosyal yardımlar çok düşük seviyededir ve gelirler ağırlıklı olarak sabit oranlı sosyal güvenlik primlerine dayanmaktadır. Artan oranlı gelir vergisi sistemine yeterince ağırlık verilmemektedir. Gelir eşitsizliğini azaltmak için hem gelir vergilendirmesinin kapsama alanını hem de sosyal güvenlik ağını genişletmek kritik olacaktır.
Kadınların İş Gücü Piyasasına Katılımını Artırmak Büyümeyi Destekleyecektir
Ücretsiz bakım ve ev içi sorumluluklar orantısız şekilde kadınlara aittir. Bu durum kadınların işgücüne katılımının önündeki en büyük engellerden biridir. Türkiye’de annelik, kadınların özellikle iş gücüne katılımını olumsuz etkilemektedir. Annelerin %96’sı birincil bakım veren olarak rol alırken, babaların yalnızca %2’si bu rolü üstlenmektedir. Erken çocukluk eğitimi ve bakımına (EÇEB) erişimin artırılması bu sorunun çözümünde temel bir unsurdur.
Erken çocukluk eğitimi ve bakımına yönelik kamu yatırımlarının artırılması, kapasitenin genişlemesine ve hizmetlerin daha erişilebilir maliyetlerle sunulmasına katkı sağlayabilir. Son yıllarda Türkiye’deki çoğu EÇEB kurumu neredeyse tam kapasiteyle çalışmaktadır. EÇEB için kamu harcamaları, GSYİH’nın %0,3’ü seviyesinde olup, OECD ortalaması olan %0,8’in oldukça altındadır. İşverenler tarafından sağlanan çocuk bakım hizmetleri ise nadirdir.
Ayrıca, kamuya ait EÇEB programlarında ulaşım ve yemek hizmetlerinin eksikliği, aileler için ek maliyet yaratmakta ve çocuk bakım hizmetlerini erişilemez hale getirmektedir. Özellikle düşük gelirli hanelere yönelik yüksek kaliteli EÇEB arzının artırılması bir öncelik olmalıdır.
Daha eşitlikçi aile politikalarının teşvik edilmesi, her iki ebeveynin de iş gücüne katılımını artırmaya yardımcı olur. Türkiye’de babalar için devredilemez ebeveyn izni bulunmamaktadır. Kadınların bakım sorumlulukları nedeniyle esnek çalışma koşullarına ihtiyaç duyduğu göz önüne alındığında, katı tam zamanlı çalışma gereksinimleri, sabit saatler ve uzaktan veya yarı zamanlı çalışma imkanlarının sınırlı oluşu iş gücüne katılımın önünde engeldir. Ayrıca, bazı iş gücü düzenlemeleri, istemsizce de olsa kadınların iş gücüne katılımına engel olmaktadır. Örneğin, evlenme nedeniyle istifa eden kadınlara kıdem tazminatı verilmesi, işverenler için uzun vadeli maliyetleri artırmaktadır.
Türkiye’nin vergi politikaları, yüksek vergi yükü nedeniyle ebeveynlerin iş gücüne katılımını teşvik etmemektedir. Çoğu OECD ülkesinin aksine, Türkiye çocukla ilgili mali yardımlar sunmamaktadır. Hedeflenen alanlarda vergi kredileri veya nakit yardımlarının sağlanması, özellikle düşük gelirli kadınlar arasında iş gücüne katılımı teşvik edebilir.
İklim Değişikliği Zorluklarıyla Mücadele Etmek Daha Kararlı Politika Seçimleri Gerektiriyor
Türkiye’nin emisyon trendi, ülkenin 2053 net sıfır hedefiyle uyumlu değil ve politika çerçevesinin iyileştirilmesini gerektirmektedir. Kişi başına emisyonlar düşük olsa da hızla artmaktadır ve 2038 yılına kadar zirve yapması beklenmektedir. Bu durum kısmen ekonomik büyüme ile açıklansa da aynı zamanda enerji arzının karbonsuzlaştırılmasının nispeten yavaş olmasından kaynaklanmaktadır. Emisyon azaltım planları ve hedeflerinin detaylı, uzun vadeli sektörel bir analizine ihtiyaç vardır ve bu, kapsamlı bir İklim Kanunu ile desteklenmelidir. Bu bağlamda, Şubat ayında Parlamento’ya sunulan İklim Kanunu taslağı doğru bir yönde atılmış bir adımdır.
Emisyonları azaltmak karbon fiyatlandırmasını gerektirecektir. Türkiye, karbonu sadece dolaylı olarak, örneğin akaryakıt vergileri aracılığıyla fiyatlandırmaktadır. Ancak bu seviyeler düşük kalmaktadır. Fosil yakıt sübvansiyonlarından vazgeçilip Emisyon Ticareti Sistemi’nin uygulanmasına geçiş yapılmalıdır. Gelirlerin, geçiş için gerekli yatırımları desteklemeye, hedeflenmiş politikalara ihtiyaç duyan gruplara yardımcı olmaya ve diğer bozucu vergileri azaltmaya yeterli olması beklenmektedir.
Kömürle çalışan enerji santralleri yavaş yavaş devreden çıkmalıdır. Elektrik üretimi genişletilmeli ve yeşillendirilmelidir. Kömür, toplam enerji arzının %30’unu ve elektriğin üçte birinden fazlasını sağlamaktadır. Bunun büyük bir kısmı ithal edilmektedir. Buna ek olarak, elektriğin beşte biri doğal gazla üretilmektedir. Kömürden yenilenebilir enerjiye geçiş, maliyetleri düşürecek, enerji bağımlılığını azaltacak ve hava kirliliğiyle mücadele edecektir. Ancak, bu dönüşümde elbette bu sektörlere bağımlı olan işçiler ve bölgeler için desteğe ihtiyaç duyulacaktır.
Rekabetçi ve Yenilikçi Bir Ekonomiye Geçişin Tamamlanması
Son dönemdeki ilerlemelere rağmen, Türkiye’nin inovasyon sisteminin performansı, OECD ülkelerindeki rakiplerine kıyasla hâlâ geridedir. Türk şirketlerinin üçte biri, 2018-2020 yılları arasında bir yenilik sunduklarını bildirmişken OECD ortalamasında bu oran yaklaşık yarıdır. Buna ek olarak, Türkiye’nin diğer fikri mülkiyet göstergelerinde, örneğin marka ve tasarım başvurularında, Avrupa Birliği ortalamasının altında performans sergilediği görülmektedir.
Türkiye, yerli inovasyonu artırmalıdır. Türkiye’nin Ar-Ge’ye yönelik kamu desteği OECD ortalamasına denktir ancak bu desteğin daha verimli ve hedef odaklı hale getirilmesi gerekmektedir. Özellikle birleşik program değerlendirmeleri ile bunu sağlamak mümkündür. Araştırma faaliyetleri ile daha geniş teknoloji benimseme arasındaki bağlantıları teşvik etmek için daha fazla çaba sarf edilmelidir. Bunun nedeni, Türk şirketleri arasında yeni teknolojilerin yayılımının sınırlı olmasıdır. Araştırma-iş dünyası işbirliği ve yükseköğretim kurumlarındaki performans sözleşmelerine yönelik finansal destekler de inovasyonun yayılımını artırmada yardımcı olabilir.
İşgücünde becerilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Türkiye’de yükseköğretime katılım önemli ölçüde artmış olsa da insan kaynakları açısından diğer ülkelerin gerisindedir. Üniversiteler için daha fazla bilgi ve teşvik sağlanması, mezunlar ile iş gücü talebi arasındaki uyumsuzlukları çözmeye yardımcı olacaktır. Kaliteli hayat-boyu öğrenime katılımın önündeki engellerin azaltılması, yaşlı yetişkinlerin istihdam edilebilirliğini artıracaktır. Son dönemde başlatılan, tersine beyin göçü girişimlerinin sürdürülmesi de nitelikli iş gücü arzını artıracaktır.
İş dünyası dinamizmi önündeki önemli engeller kaldırılabilir. Şirket kurulumunda hâlâ zorluklar bulunmaktadır. Mevcut şirketler üzerindeki idari yük oldukça ağırdır. Türkiye’de profesyonel hizmet faaliyetleri, OECD ülkeleri arasında en fazla düzenlemeye tabi olanlardan biridir. Bu kısıtlamalar değer zincirlerinde verimliliği engellemektedir. Mevcut hizmet sektörü kısıtlamalarının ve düzenlemelerinin, özellikle yabancı katılımına yönelik sınırlamaların gevşetilmesi, iş dünyası dinamizmini, hizmet ihracatını ve doğrudan yabancı yatırımları artıracaktır. İflas düzenlemelerinin basitleştirilmesinde kaydedilen son iyileştirmelerin devam ettirilmesi, iş yenilenmesini kolaylaştıracaktır.