Bir bilen mutlaka teyit eder diye teyitçilik moda olmuştu biliyorsunuz. Hangi iddianın doğru, hangisinin yanlış olduğunu söyleyen metaepistemolojik otoriteler vardı her yerde. Binlerce yıllık “Bilgi nedir?” sorusuna, “Uzmanlar ne diyorsa odur” ile “Arama motorundan bulduğum sonuç neyse odur” arasında bir yanıt sunan bu akım bugünlerde hâlâ var ama neyseki bir ölçüde popülerliğini yitirmiş durumda. Aynısını teknokratik makamlar için de söylüyoruz değil mi? Vardır bir bildikleri diyerek politika yapımını birilerine emanet ediyoruz. Para politikası merkez bankacılarına, mali politika hazinecilere emanet örneğin. Doktora gidince de kendimizi emanet ediyoruz, avukata danışınca da. Epistemolojik bir emanetçilik bu. Yani birinin bilgisine kendimizi emanet ediyoruz, yazılı olarak en azından Sokrates’ten beri kabul gören bir eğilim bu, ardındaki düşünce muhtemelen insan kadar eski olsa gerek. Yaşamımızın hemen hemen her türlü eyleminde yaptığımız şey aslında kendimizi birinin bilgisine emanet etmek. Bu iyi bir şey mi? Yoksa zorunluluktan yaptığımız ama günün sonunda kötü bir tercih mi? Bana kalırsa bize bağlı bu.
Bize bağlı çünkü mutlak gücün mutlaka yozlaşması gibi takibi yapılmayan emanet de bir süre sonra yitip gidiyor. Evet, yetkin birileri uzman oldukları konularda bize akıl versinler, biz de sık sık danışalım. Fakat birine hepten güvenmek olmuyor. Aynı şekilde her işi kendimiz de yapacak değiliz, dünyaya yetişmek şöyle dursun, insan daha kendine yetişemiyor.
Bu arada yanlış anlaşılmasın, sadece siyasal iktidara ve bürokrasiye kendimizi emanet etmiyoruz, muhalefete de ediyoruz. İkisi birlike bizim için yani halk için bir bütünleşik görevi ifa ediyorlar: düzgün ve adil yönetmek. Milletvekili seçiyoruz, temsil ediyor. Temsil dediğimiz de aslında yine bir epistemolojik emanetçilik. Bizi bilecek, siyaseti bilecek. Bizim istediğimizi siyaset kurumu içerisinde konuşacak. Karşılığında da belirli bir güç ve para alacak. İşini iyi yaparsa bir de saygı görecek.
Türk halkının bugün gösteri ve yürüyüşleriyle, boykotuyla yapmaya çalıştığı bu görevi hatırlatmak oldu. En başta iktidara bunu iletmiş oldu, muhalefetin de baştaki duruşunu kabul etmedi. Muhalefeti şekillendirdi. Bunu yapan mistik bir “halk” değil, basbayağı gözlerimizin önünde oldu. Gösteri hakkını kullanan kitleler siyasetin nasıl yapılacağını belirlemiş oldu. Yani aslında esas mülk sahibi, hak sahibi, egemenlik sahibi olarak emanetine nasıl bakıldığına itiraz etti. Siyasetçiler arasında başka hesaplar olabilir, gösterileri kendi çıkarları için kullanmaya çalışanlar olabilir, gösterilerden çekinenler veya gösterileri destekleyenler olmuş olabilir. Hiçbiri anayasal hak kullanmaya engel değildir. Nasıl uzmanın verdiği bilgi sorgulanabiliyorsa, sınırlı zaman ve yetkilerle yönetmeye talip olmuş insanlar da her zaman sorgulanır. Demokrasinin ve Cumhuriyetin gereği budur. Nasıl en önemli meselelerde “bir bildikleri vardır” demeyip kendi kendimize bir şeyleri ölçüp biçiyorsak, bugün de halkın önemli bir kesimi bir şeyleri ölçüp biçmiş ve memnun kalmadığına karar vermiş görünüyor. Kimisi gösteriye gidiyor, kimisi boykot ediyor. Bu tür haklara karşılıklı saygı duymak gerekir, bugün birine gereken gösteri ve yürüyüş hakkı, yarın bir başkasına lazım olur.
Gösteri, yürüyüş nedir? Özü itibariyle bildirmek demek. Tesadüf değildir, genelde halk bir şeyi ilan edecek kadar canı sıkılıp sokağa çıktığında bu ilan olumlu değil, olumsuz şeyler için olur. Yani halk siyasetçiye geçici süreliğine emanet ettiği birtakım yetkilerin kullanımından memnun olmayınca bir bildirimde bulunur. Dolayısıyla bir gösteri ve yürüyüşün az veya çok gerginlik taşımaması mümkün değil. Ekonomi çok iyi gidiyor diye protesto yapılmaz. Bir şikayet sonucu gösteri veya yürüyüş yapılır. Bu nedenle olacak ki bizim Anayasamız da dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde zor zamanlarda dahi kullanılması güvence altına alınmış bir haktır. Mesele sadece protestodan da ibaret değil elbette. Geleceğinden endişe eden insanların sesini çıkarması meselesi.
Bu anayasal hakkı basit ve birincil anlamının ötesinde görmek gerek. Aynı zamanda tüm siyasetçilere yöneltilmiş çok basit bir sorudur: Biz bir emanet bırakmıştık sahi, ne oldu ona? Bir bilginin teyit edilmesi, içimize sinmeyen bir şeyi ikinci kere kontrol etmek gibi. Bir bildiri, aynı zamanda bir teyittir. Geçici süreliğine yetki verdiklerimizin de bizim de unutmamamız gereken esas mesele ve öz budur: Egemenlik bizimdir. Yaşasın Cumhuriyet!