Tarih Devrimi Nereden? Tarih Devrimi Ne için?

Cumhuriyet’in ilk 15 yılını saymazsak yakın döneme kadar Batılı tarihçilerin Türk tarihiyle ilgili tezleriyle sınırlı olmayan bir Türk tarihi anlayışından söz etmek zordur. Atatürk’ün bizzat geliştirdiği Türk Tarih Tezi ise Avrupa merkezli tarih tezine bir başkaldırıydı.” KARAMÜFTÜOĞLU ve ORHAN1

Avrupamerkezcilik diye bir şey var. Avrupamerkezcilik Türkiye’yi yakından ilgilendirir. Çünkü Avrupamerkezcilik, en yakınındaki Türkiye dahil, bütün dünyanın tarihini de yazmıştır. Her ülke ve toplum tarihini kendi yazmalıdır. Bunların eksik ve yanlışları başka tarihlerce tamamlanır ve düzeltilir. Ancak tarihini yazmayan, yazamayan toplumlar olduğu gibi, “tarihsiz halklar” da vardır.2 Bunların tarihleri yanlış veya doğru başkalarınca yazılır.

Biz kendi tarihimizi adam gibi yazmaya başlamadan önce bizim tarihimiz Avrupalılarca yazılıyordu. Bu tarih ise doğru olmadığı gibi, Avrupalıların çıkarlarına uygundu, onların “üstünlüklerini” tekrarlıyordu, bize yakıştırdıkları özellikleri sergiliyordu. Olaylar ve tarihlemeler onların istedikleri gibi anlatılmaktaydı.

Örneğin, Türkler kendi toprakları olan Önasya’daki tarihlerinde yabancıydılar! Çünkü bölgeye sonradan gelmişlerdi!

Bu Avrupamerkezci tarih yazımına göre Türklerin (ve dolayısıyla Asyalıların) Anadolu’ya gelişi 1071’de başlar. Bu yanlış bilgi Türkiye’de oldukça yaygındır. Bu bilginin devamında, Türklerin (Asyalıların) Avrupa’daki varlıkları, Osmanlı devletinin fetihleri yoluyla olmuştur ve onlar sayesindedir. Oysa gerçek, kimi Avrupa tarihçilerindeki rastladığımız gibi, bunun doğru olmadığıdır.

Bin yıllardır Turaniler (Orta Asyalılar) ve Doğulular, Avrupa’ya gelmişlerdir. Zaten Türk Tarih Tezi denilen şey, gene Avrupa tarihçilerinden öğrenilen bu gerçeği değerlenlendirmektir.

İşte böyle yazılan tarihe, Cumhuriyet’in koyduğu engel on yıllardır ortadan kalkmış gibiydi (seksen yıl oluyor). Bir Tarih Devrimi yapmıştık. Bu ihtiyacı ve özlemi belirtmek üzere yazdığımız bir yazıya3 hemen karşılık geldi. Tarih Devrimi’ni bizzat yapanın, İstiklal Savaşımızın önderi Cumhuriyet’in kurucusu ve ilk Reisicumhuru Mustafa Kemal olduğunu bilen değerli ve önemli akademisyenimiz Prof.Dr. Semih Güneri, “’Tarih Devrimi’ni Bugün Yeniden Başlatabiliriz” başlığıyla bir yazı yazdı.4 Bir tarihçimiz bizler için bir ışık yakmıştı.

DEVRİMLER DEVRİM İÇİNDE

Cumhuriyet bir devrimler bütünüdür.

Kendisi zaten bir devrimdir ama, Cumhuriyet’i tanımlamak, sürdürmek, yaşatmak ve tamamlamak için neleri barındırdığına bakıldığında, Cumhuriyet’in temeli ve teminatı olan ilkeleriyle, Altı Ok’la karşılaşırız. Her bir Ok da bir devrimdir ve devrimler bütünüdür. Ve Cumhuriyet bunların hepsinin bir araya getirilmiş ve sıraya konulmuş halidir.

Altı Ok, Cumhuriyet’in Anayasa’sındadır. Çünkü Cumhuriyet’in özüdür.

Bu kadar da değil. Türkiye Cumhuriyeti’inde hayatın belki her alanı bir devrime karşılık gelir.

Sonuçta Cumhuriyet bir devrimler toplamıdır.

Laiklik Devrimi”, “Şapka ve Kıyafet Devrimi”, “Dil Devrimi”, “Yazı Devrimi”, “Kültür Devrimi”, “Eğitim Devrimi”, “Üniversite Devrimi”, “Takvim, Saat ve Ölçüler Devrimi”, “Kadın Devrimi”, “Soyadı Devrimi”, “Üretim Devrimi”, “Ordu Devrimi”, “Teknoloji Devrimi”, “Sağlık Devrimi”, “Hukuk Devrimi”, “Ticaret Devrimi” vb. gibi devrimlerimiz vardır. Bazıları çok iyi bilindiğinden –yukarıda görüldüğü gibi– hemen sayılır, iyi bilinmeyenler sonradan hatırlansa da, akla hiç gelmeyenler , hatta pek duyulmayanlar bile vardır.

Örneğin, “Demografik Devrim” bunlardandır. Cumhuriyet, yaşama şartlarını düzelttiği, “Sağlık Devrimi”5 yaptığı için nüfus artmış, katlanmıştır. Örneğin, “Uyuşturuculara Karşı Savaş Devrimi” ise hiç bilinmeyenlerden6 olduğu gibi, “Tarih Devrimi” de akla hiç gelmeyenlerdendir.

FRANSIZ LİSELERİNDE OKUTULAN TARİH KİTABI

Mustafa Kemal’in evlat edindiği ve koruması altında olan Afet Hanım7 anılarında şöyle yazıyor:

1928 yılında İstanbul’da Fransız Notre Dame de Sion okulunda okuduğum derslerin arasında, bir coğrafya kitabında, resimlerle de gösterildikten sonra, Türk ırkının sarı ırka mensup olduğu ve ‘secondaire’, yani ikinci derecede kabul edildiği yazılı idi. Bu resim ve bilgiye göre etrafıma bakıyor ve bunun gerçeğe uygun olmadığını görüyordum.
“Atatürk’e kitabı gösterdim. O, sırada Prof. E. Pittard’ın Irklar ve Tarih (Les Races et l’Histoire, Paris 1924) adlı kitabını da almıştım. Ondaki bilgiler de bu coğrafya kitabına uymuyordu.
“Bir de ikinci konu, Türklerin uygarlık alanında vücuda getirmiş oldukları eserlerin incelenmesi ve tanıtılması idi. Çünkü Avrupa tarihleri, ‘barbar’ lakabını verdikleri Türkleri sadece bir istilacı kavim olarak kaydediyorlardı.
“Atatürk, bu iki endişeli sorum karşısında, ‘Hayır, böyle olamaz. Bunların üzerinde meşgul olalım’ demekle kalmamış, derhal yeni kitaplar getirterek bizzat çalışmaya ve çalıştırmaya başlamıştı. Esas konu ‘Türklerin dünya tarihinde hakiki yeri ve medeniyet alemindeki rolleri ne olmuştur’ konusu idi. Bu çalışmaların yoğunluğu 1929 yılından sonradır. Atatürk, o sıralarda İstanbul Üniversitesi’nde verilen tarih notlarını da okumakta idi.”8

Mustafa Kemal bu konuda açılacak olan mücadelenin geç bile kaldığını düşünmüş olmalıdır.

O tarihte Tevhid-i Tedrisat (kanununun TBMM’de kabul edilişi 3 Mart 1924) vardıysa da henüz tam anlamıyla uygulaması sağlanamamıştır.

Bir program yapılmaya başlanır. Ancak o kadar çok öncelik taşıyan şey bulunmaktadır ki, sıranın ona gelmesi için biraz zaman geçmesi gerekecektir.

YENİ TARİH NE ZAMAN YAZILMAYA BAŞLADI?

Cihan Savaşındaki Osmanlı’nın “Barış” antlaşması sona bırakılmıştı. Çünkü antlaşmaların en önemlisi Osmanlı devletiyle yapılacak olanıydı. Savaş Osmanlı devleti ve toprakları için çıkarılmıştı. Zorluk, yenen taraftaki ülkelerin aralarında anlaşmalarının zorluğundan kaynaklanıyordu. Çünkü Türklerin bırakalım Trakya’da, Anadolu’da yaşama şartlarını yok etmek gerekiyordu. Ama paylaşmanın payları nasıl belirlenecekti?

Bu durumda, önce “dört büyükler”in Paris Konferansı’nda (18 Ocak 1918) açılışı yapılan tartışmalar, sonra Sevr Barış Antlaşması’nda (10 Ağustos 1920) anlaşmalar, uzlaşmalarla sonuçlandı. Osmanlılara şartları imzalattılar. Bundan sonra yaşananlar ne gerekliyse onu gösterecekti.

1922 yılında, henüz ilan edilmemiş Cumhuriyet’in ilk işi olacak yeni tarih kitaplarının yazılmaya başlanması düşünülür. Mondros Mütarekesi’nin sarsıcı etkisi, tarihe meraklı genç Osmanlı paşası olan Mustafa Kemal’i öylesine harekete geçirmiştir ki, milli mücadeleyi başlatmak anlamına gelen işleri9 yaparken, Avrupalıların yazmadığı ve istemeyeceği bir tarihin “bizim taraftan” acilen yazılması gerektiğini anlamış bulunmaktadır.

Eski tarihyazımından farklı olarak Türk tarihinin yeniden kaleme alınması ve yayınlanması artık aciliyet durumundaydı.

Tarih”te bir önemli sorun olduğu ortadadır.

Böylece Tarih Devrimi yazını da fiili olarak 1922 yılında başlar. Tarih, yaşanarak yazılmaktaydı. Cihan Savaşı boyunca yaşanan tarih, başka bir tarihti. Bu tarihin savaşın bitişi sonrasınki sayfaları, “Mondros’a karşı isyan, yabancı işgaline karşı direniş”ti. İsyan, İstanbul’a; direniş, savaşın galibi İtilaf devletlerineydi. Padişah tanınmıyor, Avrupalı galip işgalcilere karşı da bağımsızlık isteniyordu.

1925’te dört ciltte tamamlanan tarih kitapları, Avrupalıların yazdığı Türk tarihinin dışındaydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti isteği üzerine yazım ve basım 1924’te bitti.10 Beşinci cilt, T.C. Maarif Bakanlığı’nın isteğiyle 1925’te Türk Tarihi adıyla basıldı.11

DOĞU-BATI SAVAŞMASI NEREDEN?

Doğu ve Batı uygarlıklarının “çatışması” eskidir! “Uygarlıklar” çatışması ve savaşları antik çağda başlamıştır!

Acaba?

Doğu-Batı kültürel ayrışması, uygarlık cepheleşmesi, toplumsal farklılaşması, siyasal çekişmesi, bölgeler çatışması, askeri savaşları ve bunların kavramlaşması, en erken 15. ve 16. yüzyıllara kadar gider. Daha eskiye gidemez! Neden?

Çünkü 15. ve 16. yüzyıllara kadar zaten “Batı” diye bir kavram yoktur, “Batı” diye bir uygarlık yoktur.

Bu dönemlerden öncesi için böyle söylenegelen her şey sonradan uydurmadır, Batılı olmayı erkenleştirmişler, olmayan şeyleri tarih yapmışlardır.

Örneğin, Troya Savaşını “Batı”nın kazanmış olduğunu, Büyük İskender’in Batı olarak Hindistan’a kadar giderek “Doğu”yu fethettiğini, Fatih Mehmet’in Doğu adına İstanbul’u fethederek Troya’nın intikamını Batı’dan aldığını söylemek gibi şeyler, 19. yüzyıl ve sonrasında üretilmiştir. Bu konuda tekrarlananlar, bir uygarlık olarak Batı’nın inşaasından sonradır. Bu ise, Aydınlanma, Rönesans, Reform, siyasal devrimler sonrasıdır. Tarihe “Avrupa” ve “Avrupa uygarlığı” çıkmıştır. “Avrupa”dan önce Avrupa’da tarih Şarlman’la12 başlamıştı ancak bir medeniyetten söz edilmezdi.

Troya Savaşında taraflar, Doğu ve Batı değildi. İskender, bir Batılı olduğunu “bilmiyordu”, düşünmezdi. Fatih ise, yön olarak batıya gidiyordu, ama bir uygarlık olarak Batı’yı ezmek gibi bir görevi yoktu, ayrıca fethettiği Konstantinopolis tarihin ve Avrupalıların gözünde Doğu’yu temsil ediyordu. Doğu Roma (sonradan Bizans), Osmanlı’yla birlikte Doğu uygarlığının devletleriydi.

Bu çatışmalar ve savaşlar uygarlıkların konusu ve birbirleriyle mücadeleleri değil, birbirine komşu olan toplum ve ülkelerin verimli alanları ve stratejik noktaları ele geçirme çabalarıdır.

Bu uydurmalar, sonradan “Batı” uygarlığı halini almış Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin ve devletlerinin 19. yüzyıldaki çıkarları yüzünden ortaya çıkmıştır.

Kendileri için bir tarih kurgulanmıştır. Sonradan üretilen tarihlerin gerçek olması gerekmediği gibi, kendilerine tarih ve köken yaratmaktadırlar.

Coğrafya kaderdir!” Tamam, bu söz jeopolitik bakımdan çok anlamlıdır. Bu yüzden çok kullanılmaktadır. Ancak siyasal bilimler dışında da anlamlıdır, örneğin, doğal bilimler olarak iklimbilim açısından düşünüldüğünde coğrafya, gene “kaderdir! Grönland’da, kuzey kutbuna yakın yerlerde, hiç uygarlık oluşmamıştır. Çöllerde ve tropik ormanlar olan bölgelerde de uygarlıklar ortaya çıkmamıştır.

TÜRK TARİH TEZİ

Türk Tarih Tezi, Avrupa’nın kendi yerlilerinkinden önce kıtaya gelen Asyalılar olgusunun keşfinden sonra daha da anlam kazanmıştır ve bilimsel bir şekle girmiştir. Bu, Avrupalıların kendi bilimcileri tarafından ortaya konmuştur.13

Onların söyleminde olanlar Türkler değildi, Turanî kavimlerdi. Asyalı Turanî kavimler dolmenleri yapanlardı,14 metali çok yönlü kullananlardı,15 Asya’dan yanlarında getirdikleri “jade”yi (“yeşim taşı”nı) baltalarında değerlendirenlerdi. 16.

Avrupa’ya tarihte Turanî dalgalar olarak gelen Asyalılar, 18. yüzyıl sonrası oryantalizm için gerçek olduğu gibi, meşruydu da. Avrupa oryantalizminin Asya’dan Avrupa’ya göçler aldığı kabul ettiği, kendilerinin de benzer şeyleri ileri sürdüğü bilinmektedir. Bunlar uluslararası kongrelerinde genel kabul görmekteydi. Aryanlar, Alpinler (Alp Adamı = Homo Alpinus) vb. bunlar arasındaydı. Burada konunun biraz açılması gerekiyor. 16. yüzyıldan sonra Türk düşmanı Avrupalılar17 neden rahatsız olmuyorlar ve gelişmeleri önlemeye çalışmıyorlardı? Söylemlere ve yazına da bir itiraz yoktu!

Yönetimler ve tarih yazıcılar “Turan”ı, “Türk”e göre kabul edilebilir görüyorlar, iki kavramın birbirine geçişli olduğuna da aldırış etmemeyi doğru buluyorlardı. Ayrıca, onlara göre, Aryanlar, Alpinler belki de (muhakkak ki) Turanî değildiler.

Hatta sömürgecilik döneminde Doğu merak edildiği için bireysel olarak da gidilmek istenen yerdi. Ancak gerçeltirebilmek de aynı şekilde zordu.

Türk düşmanlığına rağmen Avrupa’da Doğu düşkünlüğü, dahası modaları vardı.

19. yüzyıla gelelim, İngiliz ve siyasetlerinden örnekler çok somuttur. “Türk düşmanı” İngiliz Başvekili Gladstone’un 1878 yılına kadar Türkler aleyhine bir şey konuşmamıştır (varsa da bilinmiyor). Turan, Türkü kapsamakta ve ifade etmektedir, ancak bu konuda devlet siyaseti henüz şekillenmemiştir. Osmanlı ile birlikte Rusya’yı önlemenin mümkün olmadığı İngiltere tarafından belirlenince, Rusya ile birlikte artık Osmanlı’nın ipini çekme zamanının geldiği düşünülür. Artık Türklerden yararlanılmayacak, Rusya’ya ise “bir şeyler vererek” Osmanlı’ya karşı Ruslardan yararlanılacaktır. Onlara İstanbul bile vaat edilir. Ve Gladston’un söylemi, Türkleri Asya’ya sürmeye kadar varır.18

Maddenin sakımı gibi bir yasa kültürel dünya için de geçerlidir. Hiç bir uygarlık yoktan var olamaz. Öncesi olmayan bir Grek-Hellen medeniyeti söylemi, insanlıkla ve bilimle alay etmektir. Ayrıca tarih biliminde, aynı fizik ve kimya bilimlerinde olduğu gibi mucizelere yer yoktur. Bu bakımdan “Yunan mucizesi” bir yalandan başka bir şey değildir. Başka yakıştırmalar ve safsatalar da öyle.

Avrupa yüzyıllar boyunca bilimlerin tekelini elinde tuttuğu havasındayken, bir yandan da bilim dışı safsatalar yaymaktaydı. “Evrensel” köleci üretim biçimi, Doğu toplumlarının değişmezliği hep ileri sürülmekteydi. Doğu hükümdarları başka türlü baskıcıydı, “despot”tular, Doğulu halklar ise her şeye boyun eğenlerdi.

TARİH DEVRİMİ’ SAVAŞ MI, BARIŞ MI?

TÜRK TARİH TEZİ’ NE İŞE YARAR?

Avrupa’nın iki Dünya Savaşı arasında endişeli, tedirgin ve sağlıksız ruh haline karşın, Cumhuriyet Türkiye’si belki de dünyada tek başarılı, sevinçli, özgüvenli, rahat, canlı ve coşkulu bir gelişme ortamı yaşadı. Neden? Savaştan çıkmıştı. Yorgundu. Ama savaşı da kazanmıştı. Kazanmıştı gerçi fakat yeni bir savaş istemiyordu. İhtiyacı barıştı.

Zaten barışçıydı. Kendini savunma gereği yoksa savaşmayı mahkum eden oydu. Hiç bir savaşçıya pes etmediği gibi, hiç birini de affetmedi.

Sonuçta, milli duruş sergileyen tarihçimiz Prof.Dr. Semih Güneri, “yeniden” dediği, sarılmak gerektiğini söylediği Türk Tarih Tezi ne işe yarar?

Konuya bir alıntıyla girdik. Avrupamerkezcilikten söz ettiler. Ayrıca devamında, Avrupamerkezciliğin kendi dışındaki dünyaya istediği ve işine geldiği gibi tarih yazdığından söz etmiştik. “Tarihler” nasıl olmamız isteniyorsa o şekilde yazılmıştı. Oysa milli devletlerin kendi tarihlerini kendilerinin yazmaları gerektiğini belirlemiştik. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda öncü olduğunu kıvanarak, gururla saptamıştık. Ancak gördük ki, Batı hegemonyasının kurduğu dünya düzeninin bozulması, hatta sarsılması istenmediğinden Avrupamerkezciliğin başka ve “yeni” bir hedefi daha olduğunubilmemiz gerekiyor. Elbette “yeni” değil, başından beri nasılsa öyle, sözün gelişi böyle dedik. Avrupamerkezcilik zaten “gelişmemiş” ülkelerin tarihlerini geleceklerini şekillendirmek için yazılmıştı. Amaç, oldukları gibi kalmalarıydı, “gelişmemişliğin” üretime sokulmasıydı, “gelişmemişliğin” üretilmesiydi. Tarihsiz toplumlara, geçmişi olmayan halklara bunu dayatmaktı. Varsa bir geçmişleri, bu sefer onu unutturmak gerekiyordu. Eğer gizli ise o tarihleri saklandıkları yerlerde tutmak, ortaya çıkmamalarının sağlanması isteniyordu. Bunun için tarih eğitimimiz nasıldı, buna bakılmalıydı. Osmanlı tarih eğitiminde İslam tarihinden ve hanedandan başka bir şey yoktu. Bu müfredatlarda ne Türklerin eski tarihleri, ne de başka toplumların tarihleri bulunuyordu. 19. yüzyılda ise İslam tarihi yanında sadece Avrupa tarihi buna eklenmişti. Bu da Avrupa’nın kültürel ve yazınsal etkisiydi.

Türkiye’ye dayatılan eğitim programlarını hatırlayalım. Sorun sadece başkasına tarih yazılması değil, geleceğini karartmak da vardı. Bu, yüzyılların dönüm noktalarında önem taşıyor; 18. yüzyılda, Türkler Akdeniz’den çıkmamalıydı, 19. yüzyılda Türkiye’de tarım dışında üretim olmamalıydı, 20. yüzyılda laik olmamalıydı, 21. yüzyılda Amerikan emperyalizminin küreselleşmesinin dışında kalmamalıydı ve milli devletini parçalamalı ve kaybetmeliydi. Eğitim programları da bunlara göre düzenlenmeliydi.

İkinci büyük savaş sırasında İngiltere’nin, sonrasında ABD’nin “milli eğitimimize” saldırıları 20. yüzyılda bunları göstermişti.19

Eğitim programlarının geleceğimizle ilişkileri açıktır. Peki, bunlarla ilgili yalan propagandalarda neler vardı ve bunlara karşı neler yapılabilirdi?

  • Ermeni soykırımı iddiasını reddetmek,

  • Türklerin barbar, vahşi, medeniyet yoksunu, geri olduğunu söylemini reddetmek,

  • Türklerin uygarlık düşmanı olduğu,

  • Tarih öncesinden başlayarak “birçok —- başlıyordu”, not / s. 236

  • Avrupa’nın Orta Çağında başlayan, başlatılan Türk düşmanlığı kampanyalarının insanlık dışı, insaf dışı olduğu, nefret suçu oluşturduğu,

  • Batılı siyasetçilerin ve Türk düşmanı ünlülerin düşmanlık ve nefret söylemlerini önlemek,

  • Lozan faşizmin ve soykırımın temelidir iddiasını bitirmek,

  • Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün faşist olduğu,

  • Lozan antlaşmasının yanlış ve sonlandırılabilir olduğu

ve benzeri konular Türk Tarih Tezinin ortaya çıkardıklarıyla ele alınabilirdi

Tarihçilerimiz, arkeolog ve antropologlarımız, bu alanların yakını olan her disiplinden akademisyenlerimiz, Türk Tarih Tezini bilimsel ve milli görüyorsalar, önlerine görevlerini koymalıdırlar.

KAYNAKLAR

Niyazi Berkes, Yayına Hazırlayan Ahmet Kuyaş, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002.

Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih / Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937), Afa Yayıncılık, İstanbul 1992.

Alp Hamuroğlu, “Cumhuriyet’in ‘Tarih Devrimi’! Yeniden”, Bilim ve Ütopya, sayı 365, Kasım 2024, s. 31-43.

Afet İnan, Yeni Baskıyı Hazırlayan Arı İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 2009.

Murat Karamüftüoğlu ve Ercan Orhan, Türkçenin Anayurdu ve Hint-Avrupa Savı / Türkoloji’nin Çözmesi Gereken Öncelikli Sorun, Kaynak Yayınları, İstanbul 2023.

Cengiz Özakıncı, Kalemin Namusu / Makaleler 1 – Türk Savun Kendini, Otopsi Yayınları, İstanbul 2019.

Tarih I, II, III, IV, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul 1931. (Bu tarih kitaplarının uzun yıllar sonrasında 2000’li yıllarda tekrar yayımlanm ası tıpkı basım olarak yapılmıştır, Tarih I-IV, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000’ler)

Zafer Toprak, Cumhuriyet ve Antropoloji, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2021.

Türk Tarihinin Ana Hatları / Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999.

Çetin Yetkin, Karşıdevrim / 1945-1950, Otopsi Yayınevi, İstanbul 2002.

NOTLAR

1Karamüftüoğlu ve Orhan, Türkçenin Anayurdu ve Hint-Avrupa Savı, s. 47.

2 Geniş bilgi için bkz. Eric R. Wolf, Die Völker ohne Geschichte / Europa und die andere Welt seit 1400, Campus Verlag, Frankfurt / New York 1991.

3 “’Tarih Devrimi’ne Ne Oldu?”, Aydınlık, 25 Haziran 2024, s. 2.

4 Prof.Dr. Semih Güneri, “Tarih Devrimi’ni Bugün Yeniden Başlatabiliriz”, Aydınlık, 28 Haziran 2024, s. 2.

5 “Sağlık Devrimi” çok yönlüdür, ancak bir yönü var ki, ondan söz etmeden geçilmemeli; “Aşı Devrimi”. Bu Devrim dünya çapında anlamı olan bir uygulamaydı, aşı üreten ülkelerin çok az sayıda olduğu 1920’lerde “Hıfsızsıhha Enstitüsü” kurulmuş (1928) ve dışsatım dahil kapsamlı üretime geçmişti. Böylece Cumhuriyet, Türkiye’nin birçok hastalığı bu sayede çok kısa zamanda toplumdan uzaklaştırmıştır.

6 Özakıncı, “İlk Kez Yayınlanan Özgün Belge ve Bilgilerle / Atatürk’ün Bilinmeyen Onuncu Devrimi”, s. 921-928.

7 Mustafa Kemal kızı yerine koyduğu Afet’in (1908-1985) tarihçi olmasını ister. Afet de merak ve ilgi alanı olarak benimseyince yolunun “tarih”ten geçeceği belirlenir. İsviçre’de tarih okumaya gönderilir.

8 Afet İnan, s. 256-57.

9 “Görev alanındaki her yere, silah bırakılmamasını, terhisin uygulanmamasını emretmiştir. Bunu görev alanı dışındaki bölgelere de duyurduğu gibi, hiç bir yerde Mondros şartlarına uyulmamasını istemiştir. Devletin bu yöndeki bütün emir ve talimatlarına da karşı çıkılacaktır.” Hamuroğlu, “Cumhuriyet’in ‘Tarih Devrimi’! Yeniden”, s. 32.

10 Birinci cildi Köprülüzade Mehmet Fuat başlatmış ve bitirmişti; Türkiye Tarihi / Medhal Türk Âlemi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1923; akt. Toprak, s. 125 / s. 508.

11 Toprak, s. 167-8.

12 Şarlman (Büyük Charles ya da Büyük Karl / Charlemagne / Karl der Grosse / Carolus Magnus) adıyla bilinen Cermen kralı I. Charles (768-814), Frank devletini büyüttü, Avrupa’yı kaplar hale getirdi ve geliştirdi. Bugün Almanya sınırları içindeki Aachen’daki merkezinden her yöne doğru planladığı ve uzun menzilli olan akınlarıyla Roma topraklarının büyük bir kısmında hakimiyet kurdu. Roma’nın ele geçiremediği ve hatta gidemediği Avrupa’nın doğusu bile krallığın sınırları içine girdi.

Avrupa feodalizmi esas olarak Şarlman imparatorluğunda ortaya çıktı.

13 Belirlenmiş olan şey, MÖ 20 bin yıla yakın bir zaman önce Asya’dan Amerika kıtasına geçen Orta Asya kavimleri gibi, Avrasya’nın batısına da Asyalıların gitmiş olduğuydu. Olasıdır ki, daha öncesi ve sonrası da vardı.

14 Beş-on tonluk prizmatik şekillendirilmiş kaya parçalarını iki büyük kayanın üstlerine konmuş geometrik biçimlere dolmen denmektedir. Kuzeybatı Avrupa ve İngiltere adalarında rastlanılan dolmenlerin teknoloji yoksunu ilkel kavimlerin yapabilmesi mümkün olmadığından nasıl yapıldıkları merak konusuydu. Sonunda, bazı uydurma teorilere (örneğin, Özakıncı, “Türk Tarih Tezi’ne Karşı Briton Propagandası ve Stonehenge”, s. 879-885) rağmen bunların Asyalılarca yapıldığı genel kabul gördü.

15 Metal alet yapma ve kullanma becerisine sahip olmayan ilkel toplumların metallerden yararlanma ve alaşım yapabilmeleri mümkün görülmüyordu.

16 Yakuta yakın sertlikte olan jade (yeşim taşı) Avrupa’da olmayan, buna karşılık Orta Asya’da rastlanılan bir yeraltı zenginliğiydi. Bu taş aslında Asya’dan geldiklerinin kanıtıydı. Beraberlerinde getirmişlerdi.

17 Bu Avrupalılar, Avrupa’nın her iki Hıristiyanlık mezhebinin söz sahibi yöneticileri (Lutherizm ile Papalık ve bütün örgütlenmesi) olduğu gibi, bütün yönetsel alanlarda etkili ve yetkili önde gelenlerdi.

18 William Eward Gladstone’un (1809-1898) hiç bir şekilde mazur görülemeyecek sözleri, nezakete, diplomasiye, insanlığa, insafa sığmayacağı gibi, nefret söylemi suçunu da karşılamaktadır. Şöyleydi: “Türkler insanlığın insan olmayan örneklerindendir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz.

19 Bu iki konuda kurdukları ilişkiler ve yaptıkları antlaşmalarla öne çıkan ülkeler İngiltere ve ABD’dir. Eğitsel ve kültürel bağlantılar yanı sıra Türkiye için yazdıkları ve önerdikleri “eğitim raporları” ile Türkiye Cumhuriyeti’ni şekillendirmeye çalıştılar. Örneğin, Türk toplumunun İslami bir özellik göstermesi, laiklikten uzaklaşması, dinsel “eğitimin” ağırlık taşıması vb. üzerinde en çok durulan konulardandır.

Bunları da sevebilirsiniz