NATO’nun ve Dünyanın Efendisi ABD?

Coğrafya bir ülkenin kaderini belirler. Siyaset

ise bu yazgının değiştirilmesi için uygun yol ve

yöntemleri arar. Coğrafya ile siyaset

arasındaki köprüyü ise jeopolitik kurar. Batı,

yaşamsal önemi nedeniyle jeopolitik disiplinin

yayılmasına doğrudan ya da dolaylı

yollarla engel olur.”

S. POLAT1

… ABD, giriştiği pek çok savaşta başarı

–“Amerikan Barışı”nı– elde edemiyor.

Vietnam, Irak ve Afganistan kampanyaları

buna örnek teşkil eder. Bu güce rağmen ABD

askeri ve siyasi hedeflerine özel kuvvetler,

istihbarat örgütlerinin özel hareket karşı ve

komplolarına dayalı operasyonlarıyla erişmeyi

tercih ediyor. Bu uygulamalar da onun

inandırıcılığını ve prestijini her geçen gün

azaltıyor.”

C. GÜRDENİZ2

BEKLENTİLER AYI “HAZİRAN”DAN HAYAL KIRIKLIKLARI

Haziran ayı bütün dünya için bir siyasal karar ayıydı. Çünkü İngiltere’deki G7 zirvesi, arkasından Brüksel’deki NATO toplantısı, devamında ise en önemli ülkelerin ikili görüşmeleri önemli bir arayışı ve duruma çözüm gerektiğini gösteriyordu. Aynı haftalara sıkıştırılmış olan bu kesişme noktaları sorulara yanıtlar üretecekti. Beklentiler, esas olarak Batı dünyasının ABD ve Asya ile ilişkilerine nasıl yön vereceği konusundaydı.

Haziran ayı bu kadar önemliydi dedik, ancak ayın ortasına kadar önemini herkesin farkettiği “haziran sendromu”, daha ay sonunu bulmadan aniden gündemden kayboluverdi ve yok oldu. Biz gene de önemsizleşen haziranın önemine dikkat çekeceğiz.

ABD hamle yapıyor, yeni başkan yeni bir Amerika görüntüsü yaratmak, buna dayanarak da Avrasya’ya karşı Batı’yı toparlamak istiyordu. Batı dünyası ABD şemsiyesi altında yerini almalıydı.

Ama bütün bunlardan ABD için herhangi bir belirgin ve önemli bir olumlu sonuç çıkmadı.

Bununla birlikte ABD’nin Çin’i “baş düşman alma” dayatması kağıt üzerinde yazılı hale getirildi.

Şimdi duruma bakalım ve bugünün gerçekleri ve algıları nedir bunları görelim.

Avrupa Birliği (AB), ABD’ye karşı mesafeli ve tedirgin duruşunu sürdürmekteydi. AB, ABD’ye koşulsuz teslim olma havasında olmadığını göstermektedir. Topludurum (konjonktür), Avrupa ülkelerinin ABD’yi ikinci büyük savaş sonundakiyle aynı şekilde algılamadığına işaret ediyordu. Bilindiği gibi 1945 sonrasında Avrupa için ABD “kurtarıcı”ydı, tartışmasız “reis”di, yardım umulan, tabi olunan, itaat edilendi. Bugün artık bu şekildeki bir değerlendirme yapılamazdı. Köprülerin altında çok su akmıştı.

Birincisi, Amerika hegemonyasının altı da, üstü de delinmişti. ABD’nin şemsiyesi su geçiriyordu, onun altında olmak ıslanmaktan koruyamazdı. ABD hangi başkan gelirse gelsin hep kaybediyordu, sorun yönetim ve başkan sorunu değildi, tekne su alıyordu. Kaybedecek olanın yanına gidilmez, batmakta olan tekneye sığınılmazdı.

Güvenlik ve gelecek açıları dışında NATO üyesi Avrupalıların, hem NATO üyesi olarak, hem de ABD-Avrupa ilişkileri bakımından rahatsızlıkları ve bunlara bağlı olarak şikayetleri var.

Ayrıca neredeyse bütün Avrupa ülkelerinin Asya ile vazgeçilemez ilişkileri, bırakılamaz bağlantıları bulunuyor. Asya’dan beklentileri olanlar da pek az sayılmaz. Hatta Asya’ya enerji tedariki, çok yönlü üretim ve ticaret bağımlılığı olan ülkelerden de söz edilmeli.

Bunlar dışında, Asya, birliği ile ilerleme gösteriyor, karşı çıkılmaya ve aleyte propaganda yapılmaya çalışılmakla birlikte, Çin’in olağaüstü kapasitesi ve projeleri herkes tarafından ciddiye alınıyor. Kimse “Kuşak-Yol”un dışında kalmamaya çalışacak gibi görünüyor.

NATO sonuç bildirisinde her ne kadar ÇHC karşıya alındıysa da Biden’in ikili görüşmelerinde “ABD’nin Çin karşıtı bölgesel ve küresel koalisyon”u ilgi ve destek bulmadı. ABD’nin “pasifik savaşı”na Avrupa’dan katılan ve katılacak kimse çıkmadı.

TÜRKİYE İÇİN HAZİRAN

TÜRKİYE NATO’YA, NATO TÜRKİYE’YE NASIL BAKIYOR? BİDEN TÜRKİYE’DEN, TÜRKİYE BİDEN’DAN NE İSTİYOR?

Haziranın Türkiye açısından apayrı bir önemi vardı, NATO toplantısına katılınacak, ABD Başkanı ve başka liderler ile görüşülecekti. Bunların sonucunda da neredeyse Türkiye’nin kaderi belirlenecek veya kendisine çizeceği yeni yol ortaya çıkacaktı. Beklentiler birbirine karşı zıt uçlardaydı. Kimi Türkiye’nin tutumunu değiştireceği, ABD’nin istediği gibi davranacağını umuyor, kimiyse Türkiye’nin Avrasya’ya yakınlaşmasının devam edeceğini, ABD ve bazı Avrupa ülkeleriyle sorunların teslimiyetle çözülmeyeceğini ileri sürüyordu.

Türkiye NATO’da “normal” bir üye sayılmadığını düşünüyor, NATO’nun Türkiye’ye karşı düşmanca beyan, uygulama ve mesajlarını görmezden gelmiyordu. Her şeyin farkındaydı, istenmeyen bir üyeydi, sorunlu görülen bir üyeydi. Türkiye kendilerinden değildi!3 NATO aslında Türkiye’yi gözden çıkarmamıştı ama hasımca bir tutuma sahipti. Amaç, Türkiye’ye boyun eğdirmekti, onu istedikleri bir şekle, Batı’nın öngördüğü bir kalıba sokmaktı.

Başkan Biden Türkiye’den planlarına uygun davranmasını istiyor, Avrasya’dan uzaklaşmasını, bölge ülkeleriyle yakınlaşmayı bırakmasını, ABD’nin PKK/PYD’yi desteklemesini “benimsemesini”, “kukla Kürt devleti” ve “koridor”a razı olmasını talep ediyordu. Elbette tehditlerle birlikte. Ancak ne kadar ısrarlı olunursa olunsun kabul edilebilirliği olmayan şeyler bunlar.

Örneğin, olacak şey mi; S-400’ler rafa kaldırılmalı, o yoldan dönülmeliydi!

Türkiye ise ABD’nin iç işlerine karışmamasını, ülkeyi istikrarsızlaştırma sevdasından vazgeçmesini, Türkiye’yi tecrit politikasını bırakmasını, bölgedeki planlarını durdurmasını istiyordu. ABD, Türkiye’nin müttefiki –hatta stratejik müttefiki– olduğuna göre buna uygun davranmaya mecburdu. Oysa siyasetleri, bir ittifaka değil, zayıflatmak, hatta parçalamak istediği bir ülkeye karşı uygulanacak türdendi.

Bu belirtilenlere göre Türkiye kendini bir yeniden tanımlama ve seçim eşiğinde miydi? Girdiği yoldan dönebilir miydi?

G7’DEN, ABD BAŞKANININ GÖRÜŞMELERİNDEN NE ÇIKTI?

Güleryüzlü resimlerin gösterdiği, anlaşmazlıkların ele alınmadığı, hatta gizlenmesi yoluna gidildiğiydi; bu “diplomasi”ydi. En olağan çeşidinden diplomatik görüntüler böyle olmaktaydı.

Karşılıklı yoklamaların yapıldığı “zenginler kulübü” de denen G7’nin zirvesi, usulen yapılmış gibiydi. Köşeli ve suçlayıcı görüşlerden söz eden bir yorumcu çıkmadı. Sorun olan konularla, bunlarla ilgili olarak –tartışma ve kararlaştırma için– bir gündem yapılmamış olmalıydı. İnceltilerek kulislerde konuşulmuş olması muhakkaktır, ilerdeki toplantılara havale edilmiş diye düşünülmesi gerekir.

İkili görüşmelerde de bir hesaplaşma, en azından bir tartışma olmadığı açık.

Yokmuş gibi davranılan sorunlar, olduğu gibi kalmıyor, büyüyor. Kanser tanısı konan bir hastanın tedavi sürecinin başlatılmamasına, çok önemli değilsine düşünülmesine benziyor. Bu nasıl kendini kandırmaksa, herkesin bu tutumun içine girmesi gene de şaşırtıcı. Bununla birlikte Biden’ın Amerika’nın düzelmesi ve tedavisi gerekmez havasının benimsenmediği biliniyor.

Sorun yok” ya da “sorunlar çok önemli değil” rolünü oynamak Avrupa’nın “Haziran 21 modası”ydı.

Rusya’ya geldiğimizde Putin’in Biden karşısında kararlı bir duruş sergilediği görüldü. Rusya, ABD’den Karadeniz askeri tatbikatlarından vazgeçmesini istiyor; yeterince açık değil mi?

Bu 2021 toplantısından ileride herhalde hiç söz edilmeyecektir. Önemi sadece, Avrupa’nın Trump’tan kurtulmuş olduğu ilk toplantı olmasıydı.

NATO TOPLANTISI

NATO’da sorunlar kapsamlıydı ve iç sorunlar büyümekteydi. NATO hastalıklıydı, gerçi hastalıklı doğmuştu, ancak yaşamsal düzeydeki hastalık doğumdan hemen üç-beş yıl sonra anlaşılmıştı, anlaşılır olmuştu. NATO yaşatılmalıydı ama nasıl?

Gerçi tedavi süreci de epey geride kaldı, NATO’nun yaşatılması için strateji ve program belirlense bile işe yarayacağını düşünenler pek fazla değil. Ayrıca şu anda NATO operasyonel olarak önemli.

Peki NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmemiş miydi?4

NATO başkanı ve resmi sözcüsü Stoltenberg, siyasal ve askeri sorunlara ağırlık vermeyen konuşmasıyla “Avrupa görüşü”nü dile getirmiş sayılabilir. Küresel iklim sorunu, doğal afetler, salgınlar vb. Bu, bir şey söylememek için bir konuşma yapmaktan başka bir şey değildi.

Anlaşılan NATO’nun nasıl olması gerektiği (elbette geçmişte nasıl olmalıydı sorunsalı)5 ve NATO’nun geleceği konuşulsa, iş, Avrupa ile ABD’nin kaderlerinin ayrılacağı noktasına kadar gidecektir.

ABD tarafından ana gündem maddesi yapılan Çin, “uluslararası sistemi” tehdit etmektedir!

NATO zirvesinden Pekin’e karşı ortak tavır çıktı, ama kararın oybirliğini ifade ettiği söylenemez. Eğer NATO’da gerçekten bir oybirliği kararı alınma zorlanması olsaydı ve Avrupalı üyeler bunu ciddiye alsaydı ortaya giderilmesi zor vahim durumlar çıkardı. Çünkü NATO’da oybirliği olmayan bir karar alınamıyor.

NATO kendi iç mekanizmasında öylesine güvenli yapılanmış ki, kararların oybirliği ile alınacağını öngörmüş. Bu yüzden tek bir üyenin bile karşı çıkacağı bir karar tasarısının uygulanmayacağı, uygulanamayacağı bir düşünülmüş ve belirlenmiştir.6 Siyasal, askeri ve stratejik kararların çok üyeli kurumlardan oybirliği ile çıkması hayatta az yaşanan ayrıksı olaylardandır. Her zaman muhalif sayılmasa bile farklı düşünen bir iki görüş olur. Nihayetinde kararlar çıkarları ifade eder, farklı çıkarlar ise her zaman vardır.

Bu oybirliği şartının temelinde, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonunda dünyanın yeni efendisi olarak tescillenmesinde, bunun genel kabul görmesinde yatıyor. Yani ABD o günlerde isteklerini kabul ettirmede bir zorluk yaşamayacağı öngörüsündeydi; ve bu o dönem için yanlış da sayılmazdı.

Bu yüzden gerek ABD ve gerekse Avrupa’nın NATO üyeleri durumu geçiştirecek şekilde ele aldılar, sorun çıkmamasına yöneldiler. ABD gerçek bir kararın gerçek bir oybirliğiyle alınmasına başvurmayarak veto edilmeyi önledi. Avrupalılar ise oybirliği varmış gibi bir tutumun arkasına sığınarak “sorun” yaratmaktan kaçındılar ve sorundan kurtuldular.

TÜRKİYE’NİN NATO TOPLANTISI VE ERDOĞAN-BİDEN GÖRÜŞMESİ

Peki ABD ve Türkiye, Türkiye’deki iyimserlerin, çekingenlerin ve Amerikancıların, Batı dünyasının Türkiye’den teslimiyet göstermesini isteyen kesimlerinin beklentilerini karşıladı mı? Bu yönde yorumlar yapıldı, bunlara göre “iş tamam”dı! Ama Türkiye ne yapmıştı? Ne NATO toplantısında, ne de Biden ile ikili görüşmesinde bir sorun çıkardı! Ne bir şikayet, ne bir serzeniş, ne bir talep var! Türkiye’nin çıkarlarına ilişkin en canalıcı konularda7, en önemli sorunlarda en ufak bir değinmede bulunulmadı. Erdoğan kabul edilemez ve üzerinde durulması gereken güncel rahatsızlıklardan ve sorunlardan söz etmeye isteksizdi. ABD’nin PKK-PYD’yi açıkca desteklemesi esas konu olmalıydı. Bu davranış, hemen aynı anlarda Türkiye’nin ABD’ye teslim olmasını isteyen ve bekleyenlerin bu yönde yorum yapmalarına olanak sunmuş olacaktı. Nitekim yaptılar, kimse inanmasa da “barış” başlamış, “barışma” gerçekleşmişti. Kimilerine göreyse Türkiye teslim olmuştu ve esir alınmıştı.

Ancak ABD’nin Türkiye’nin tutumunu pek beğenmediği toplantılardan bir hafta geçmeden çok önemli bir dış bağlantılı olduğu belli bir provokasyon –hatta olası bir provokasyon zinciri– yapılmasıyla anlaşılacaktı.

İyimserler”in, “barışçılar”ın, çekingenlerin, Amerikancıların kendilerini kandırmakla ilgili çabaları bir işe yaramamıştı. Onların olmasını istedikleri şeyleri “savunmaları”, onların olmasını sağlamıyordu.

Bu yorumların durumu, iki büyük partinin ikisinin de “kazandığı” seçimlere, hatta her iki savaşan tarafın da “kazandığı” savaşlara benziyor.

Burada ABD başkanının Türkiye’yi tecrit politikası, daha ay bitmeden, başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri ve AB’nin çeşitli kurumları tarafından delinmeye başladı. Ne yapılırsa yapılsın, Avrupa ülkeleri, Avrupa kıtası ve kurumsal olarak AB için Türkiye pek vazgeçilecek gibi değildi. Avrupa’nın Türkiye ile ilişkileri, ABD’nin belirlemelerine bırakılmayacak kadar önemliydi. Avrupa ile Amerika’nın Türkiye ile ilgili çıkarları ve hesapları çok farklıydı.

DÜNYASAL SONUÇLAR VE TÜRKİYE İÇİN DERSLER

Yeniden soğuk savaş başlatılmak istendiği yorumları da yapıldı, pek yanlış sayılmazdı. ÇHC hiç gecikmeden bu yorumun birinci sahibi oldu. Kendisi hedef alınıyor, gerginlik yaratılıyordu. Biden’in Çin’i Batı’nın düşman alması girişimi, dünya çapında ayrışmayı sağlamak amaçlıydı.

Tekrar ’45-’50 sonrasındaki Soğuk Savaşa dönülüp dönülmeyeceği sorusu her şeyden önce AB tarafından yanıtlanacak. AB içinde ABD’den uzak durma süreci gelişirse yeni bir “soğuk savaş” çıkmaz. Bu, aynı zamanda Batı’da yolların ayrılması anlamına gelir. ABD gerçekten Batı mıdır, ABD Batı’ya dahil midir, ABD Batılı mıdır; önümüzdeki gelişmelere göre ele alacağımız konu herhalde bu olacaktır.

Ama beklendiği gibi bir gelişme olmasa da ya da gecikse de ABD aslında Batı değildir, Batı’dan başka bir şeydir. ABD kültür olarak Batılı olmayıp, Batı’ya, Avrupa’ya uzaktır, “medeniyet” olarak da Batı’ya ait değildir!

NATO etki alanını genişlettiği ölçüde sonunu yaklaştırıyor. NATO, Avrupa için bir “savunma” örgütü olarak, ABD için bir saldırı örgütü olarak Avrupa’dır ve Avrupalıdır. Dünyaya açılmış NATO parçalanmaya ve dağılmaya mahkumdur.

Efendisi olduğu NATO eğer dağılırsa ABD’nin efendi olması ne olur? NATO’nun geleceğini düşünenler bu sorunun yanıtını biliyor!

Dünya nereye, NATO nereye? NATO üyeleri bundan sonra bu sorunun da yanıtını arayacak.

ÇHC’nin set vurulamaz yükselişi, NATO’nun onu düşman belirlemesi yüzünden de etkilenmeyecektir. “İpek Yolu”, demiryolu olarak iki koldan tekrar dolaşıma giriyor.

ABD, ’45-’50 sonrasında sahip olduğu kimliği, görüntüyü, politikalarını artık sürdüremez. Bunu sürdürerek varacağı bir çıkış yoktur, kaçınılmaz olarak sadece bir çöküş vardır. Buna kendi borçlanmaya bağlı ekonomisini ekleyiniz, umut da yoktur. Dünyasal para sistemleri, sanal paraların olgusal ve reel yayılması, yaygınlaşması bundan sonra ABD’nin işine yarar şeyler olmayacaktır. Doları yalnızlaştırma, zaten ABD’yi çoktandır eritiyor.

ABD, “pasifik savaşında” yalnız gibidir! Pasifik savaşı ABD’nin özel savaşıdır!

Haziran haberlerinden: Değerlendirmesi yeni yapılan bir haziran anketine göre Avrupa kamuoyu ABD’ye güvenmediği gibi, ABD ile ilişkilerden kaygı duyuyor; bunlar yüzden 80 üzerinde. BM’nin hazirandaki toplantısında üye 193 ülkeden 184’ü, “ABD’yi Küba’ya uyguladığı ambargo dolayısıyla kınadı” (bunun oranı da yüzde 95 küsur).

21. yüzyıl için kesin bir sonuç: ABD ve “dünya efendisi”; bu kavramlar artık bir arada kullanılamaz, kullanılamayacak. Ama durum ABD’yi de aşıyor; dünya bundan sonra Batı’nın da egemenlik alanı değil.

Kendini savunma durumundaki Türkiye, komşularla (Suriye ile) iyi ilişkiler, bölgesel ittifaklar, küresel politikalar ve geniş ufuklu ataklarla savunma açmazından güvenli daireye geçebilir. İçine girdiği yol da budur.

Psikolojik olarak ihtiyacı kararlı ve tutarlı olmaktır; yorumlara açık tereddütlü davranışlar koz olarak kullanılıyor (gerçi ne kadar “kararlı ve tutarlı” olunsa gene her şey her şekilde yorumlanmaya açıktır, ama kararlı ve tutarlı olmak aynı zamanda caydırıcıdır da).

Ele aldıklarını saymayacağız; bağımsızlığı için dış politikasında şu ana kadar yapmayı ele almadığı en önemli konu NATO’dan çıkmaktır! Elbette öncelikle askeri kanadından. Elbette ilkönce Malatya (Kürecik Radar Üssü) ve Adana’daki (İncirlik Hava Üssü) ABD askeri ve istihbarat yapılanmalarını sona erdirerek.

Cumhuriyet Devrimi’nin bağımsızlıkçılığı bunları yapmanın dayanağı ve anahtarıdır.

NOTLAR

1 Soner Polat, Türkiye İçin Jeopolitik Rota, Kaynak Yayınları, İstanbul 2015, s. 15.

2 Cem Gürdeniz, Hedefteki Donanma, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2013, s. 45.

3 Bu konuyla ilgili yazımıza bkz. “NATO’dan Çıkılabilir Mi, NATO’da Kalınabilir Mi? Ve NATO’dan Çıkılmamalı Mı?”, Teori, sayı 336, Ocak 2018, s. 60-72.

4 Dağarcık Türkiye aylık internet dergisinin Mayıs 2019 tarihli sayısındaki “NATO 70 Yaşında: Onu Nasıl Bilirdiniz?” başlıklı yazımıza bakınız.

5 NATO’nun nasıl kurulduğu ve çalışmaya başladığıyla ilgili yazımıza bkz. “NATO Nedir, Ne Değildir? NATO Ne Örgütü, Kimin Örgütü?”, Teori, sayı 334, Kasım 2017, s. 81-94.

6 Türkiye’de NATO’dan çıkılmamasını savunanların dayanakları ve gerekçelerinden biri de NATO’dan istemediğimiz bir kararın çıkartılamayacağı ile ilgilidir (Bkz. Teori, sayı 334, s. 67). Ancak bunun pratikte bir işe yaramadığı, NATO’nun Türkiye aleyhinde provokatif kararlarının ürkiye’nin haberi bile olmadan alınıp uygulandığı defalarca yaşanmıştır.

7 Önemli bir kısmı güncel olan ciddi sorunlar, Biden’ın 24 Nisan konuşması, S-400’e ABD’nin tepkisi, ABD ile yaşanan F-104 sıkıntısı, ABD’nin Yunanistan ve adalardaki üsleri, Doğu Akdeniz’de İsrail’le ortak askeri tatbikatlar, PKK-PYD’ye askeri ve lojistik destek, Türkiye iç politikasına müdahaleler vb’dir.

Bunları da sevebilirsiniz