Ahmet Taner Kışlalı’nın en büyük itirazlarından biri “Atatürk’e evet, Kemalizme hayır” diyen yeni CHP-SHP geleneğinin gösterdiği sapmaya idi. Aradan geçen yaklaşık 30 yıllık süreçte pek de bir şeyin değiştiğini söylememiz mümkün değil. Atatürk’e ve O’na olan sevginin büyüklüğüne söylenecek söz yok ancak siyasi karar alıcıların Atatürk ve mirası ile ilgili bir endişe taşıdıklarını söylemek maalesef mümkün değil.
“Beylik cümlelere” indirgenen Atatürk ve Cumhuriyet sevgisinin pratik siyasette hiçbir karşılığının olmaması da epey düşündürücü. 100. Yıl etkinliklerindeki sönük ve “yapmış olmak için yapma” hali halen devam ediyor. Toplumun gönlündeki sevgiden ve heyecandan bağımsız olarak mevcut sistemi yeniden farklı bir raya oturtacağını beklediğimiz ana muhalefetin bu konudaki çalışmalarını merakla bekleme halindeyiz.
Kemalizmin politik mirasının bugün hangi koşullar altında nasıl savunulması gerektiğine dair herhangi bir çalışma yürütülmüyor. Devletçilik ilkesine “yeşil” ve “mor” renklerin eklenmesi dışında ufacık bir temasın bile yapılmamış olması epey düşündürücü. Yeni eklenen renkler meselesi devletçiliğin tarihsel anlamına dair bir savunu değil mevcut neoliberal düzenin içinde yüzeysel bir açılım olmaktan öte bir anlam ifade etmeyen basit bir çıkış olarak görülmelidir.
Bu ülkede çok uzun süredir bir Kemalizm çalıştayı yapılmıyor. Atatürk’ten bize kalan mirasın ne olduğunu yeniden konuşabilmenin herhangi bir imkanı bulunmuyor. Siyasetteki yokluk akademideki belirgin çöküşle birleşince Kemalizmi yeniden konuşmamızı sağlayacak bir zeminin kurulması da mümkün olmuyor. Zaten Kemalizmi konuşmaya pek de ihtiyacımız yok. Atatürk ile ilgili “menkıbe” seviyesindeki heyecanlı hatırat ile yaşadığımız hazların yeterli olduğu kamusal alan etkinliklerinin hemen sonrasında muhalefetin neoliberal iktisadi ve bürokratik dönüşümün içinde kendi varlığını güçlendirme gündemi kolaylıkla ortaya çıkıyor.
Bir düzen kavgasından bir kayıkçı kavgasına doğru dönüşen siyasi arena bize geleceğe dair pek de umutlu şeyler söylemiyor. Kürt sorunundaki korkunç “dil sürçmesi”, ulus-devlet eksenli bir hassasiyetin geçmişte kaldığını itiraf eder niteliktedir. Geçmişte ekonomi bakanı yapılmak istenen, Türkiye’nin hiçbir kamusal gündemi ile ilgisi olmayan, iktisadi eleştirileri neoliberal düzene değil AKP’nin crony-capitalismine yönlendiren, bize 90’ları hatırlatacak şekilde içi boşaltılmış bir “demokrasi” tavsiyesi vererek küresel adaletsizliğe soyguna karşı suskun ve Tek Parti dönemi eleştirileri “İkinci Cumhuriyetçi” seviyede bir Nobel ödüllü figürü rol-model olarak ortaya çıkarmış olmaları sahip oldukları vizyonun ipuçlarını vermektedir.
Nobel ödüllü iktisatçının Atatürk devletçiliği ile olan bağlantısının ne olduğunu tespit etme ihtiyacı duymuyorsanız, neoliberal düzenin genel gidişatından memnun olup yalnızca AKP’nin ipleri eline almasından rahatsızsanız Atatürk ile ilgili bir derdiniz olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı şekilde Kürt sorununda egemen kliklerin çıkarları dışında ve Batı merkezli konjonktürün ihtiyaçlarına tamamen uygun bir “açılımcılık” hevesiniz var ise ulus-devlet ve “ulus” kavramları ile bir ilişkiye sahip olmadığınızı da rahatlıkla ifade edebiliriz. Batı merkezli mevcut modelin içinde kendine yer arayan “statükocu” yaklaşımların Atatürk’ün “denge” politikası ile nasıl bir ilişkisi olduğunu açıklama zahmeti hissetmeden “yüzü Batıya dönüktü zaten” retoriği ile konuyu kotarmaya çalışıyorsanız da yine Atatürk ile ilişkinizin oldukça zayıf olduğunu düşünmemiz mümkün.
Siz düzen tartışması yürütmüyorsunuz. Mustafa Kemal bizzat kendisi mevcut düzene itiraz eden bir oyunbozan olarak tarihteki yerini almıştır. Konforlu alanda yapılan muhalefet ve Atatürk’ü tarihe hapseden bir nostaljizmden öteye gitmeyen makbul anma toplantılarının faydasızlığı 20 küsür yıldır her sene yeniden tecrübe edilmektedir.
İktidara geldiğinizde ne yapacağınızı hiçbirimiz bilmiyoruz. Bugünkü pozisyonunuzun 2002 AKP’si ile neredeyse aynı olması Kemalistler açısından epey endişe verici. Çünkü sizin hiçbir projeniz yok. Mevcut sisteme alternatif olarak “yeni” bir fikriniz de yok. Siz önce kendi içinde sonra da ulusal ölçekte basit bir iktidar tartışmasından başka hiçbir şey yapmıyorsunuz. İktidar ortaklarından yediğiniz azarları “olur öyle şeyler” diyerek geçiştiren, rüşvet davasını “jest” kelimesi ile atlatan, Kürt sorununda devleti kumar masasına yatıran zihniyete paralel olarak “el artırıyorum” diyen, laiklik karşıtı her faaliyete suskun, sokakları örgütlemekten aciz, sanki iktidar sözü almış da sırasını uslu bir şekilde bekliyormuş gibi edilgen bir örgüt görüntüsü veriyorsunuz.
Parlamenter demokrasiye hızlıca dönmemiz gereken bu çağda hala Cumhurbaşkanı adayı konuşuyor olmanız meselenin esas kısmının gözden kaçmasına neden oluyor. Sizden biri Cumhurbaşkanı olduğunda eldeki yetkilerden kolayca vazgeçebileceğine dair hiçbir umut vadetmiyorsunuz. Sanki aynı sistem farklı bir partinin elinde parlamenter demokrasiymiş gibi devam edecek hissi uyanıyor.
Atatürk’ü kendi siyasal meşruiyeti için araç olarak kullanan ucuz siyasetin bir benzerini bize yeniden sunan sizlerin iktidar olduğunuzda Kemalizmin politik mirası ile ne kadar barışık olacağınıza dair çok ciddi şüpheler barındırıyorsunuz. Biz her dönemden daha demokratik bir meclis ve içişlerinde de demokratik, hiçbir kliği ve parti ağasını bünyesinde barındırmayan bir cumhuriyetçi siyasal kültür, hiçbir laiklik karşıtı harekete göz kırpmayan ve tarikatlar üzerinden yapılan soyguna dur diyecek bir laiklik, ulusal kaynakların halk yararına kullandığı ve kendi marka değerlerini “distribütörlük” yapmadan oluşturacak, kendi hukuksal kimliğini telaffuz etmekten utanmayacak bir milliyetçilik, Atatürk döneminin üretken ve bağımsız ekonomi anlayışından feyz alan; her türlü rantçı, komisyoncu ve jestçi alışkanlığa son verecek, halkın çıkarlarını belirli sermaye gruplarının çıkarlarından üstün tutan, reçetelerle ve tehditlerle yönetilmeyen bir devletçilik, toplumsal eşitliği her alanda sağlamak zorunda olan ve her türlü ayrımcı, ayrıcalıkçı ve rantçı gelenekleri kökünden yok edecek emekçi sınıfların yanında bir halkçılık ve düzenle barışan değil onunla kavga eden bir devrimcilik istiyoruz.
Bunlara gücünüzün olmadığını biliyoruz. Bugünkü vizyonunuzla en fazla 90’ları görebileceğimiz de bir gerçek. Bize geçmişin aynısı değil daha fazlası lazım… Kemalizme bir antika eser olarak saygı duymanız Kemalizmin modasının geçtiğini kabul eden İkinci Cumhuriyetçilerin şiarıdır. Siz er geç iktidar olacaksınız buna şüphe yok ancak iktidar olduğunuzda Kemalizm de o koltukta olacak mı bundan hiç emin değiliz…