Hanım çok istiyordu.
Ucuz bilet bulduk, ucuz konaklama yerleri ayarladık, çıktık yola.
Ben TRT muhabirliğim döneminde en az 50 ülkeye gittim, bunların çoğu da Avrupa’daydı.
Avrupa’ın iki yüzü vardır, biri kendine demokrat ve uygar, öteki sömürgeci ve emperyalist.
1945 sonrası ise Avrupa’nın kendisi de bir Amerikan sömürgesi haline geldi. O da ayrı bir konu.
İlk durağımız Brüksel idi.
Düşünün AB ve NATO’nun başkentindesiniz ama sokakları bok götürüyor.
En son 15-20 yıl önce gittiğim Brüksel’i görünce adeta şok oldum.
Soluk benizli suratsız Belçikalıların soyu tükenmiş, ortalık Afrikalı, Arap ve Asyalı dolu.
Kongo’da öldürülen bir milyon siyahi, bugün Leopold’ün Brüksel’inin sokaklarına sıçarak intikam alıyor!
New York’ta üç yıl yaşamış birisi olarak Brüksel’in turistik Grand Plaza’sı dışındaki pek çok yerinin Harlem’den farksız olduğunu söyleyebilirim.
Tek tük gördüğüm beyaz Belçikalıların çoğu da sokakta öylece dolaşan şarapçı tiplerdi.
ABD, Avrupa’yı da kendisine benzetmiş sonunda!
Belçika’nın tarihi ve turistik kenti Brüj’e giden tren adeta Kalküta treni gibi doluydu.
Trende tanıştığım Halid isimli Tunuslu bir göçmen, bana son dönemde Belçikalıların kentlerden kırsala göç ettiklerini anlattı.
Halid’in kendisi de Belçika kırsalında bir kentte küçük mütahitlik yapıyormuş, Tunus’taki üç kardeşine para yolluyormuş.
Kardeşlerinin de birisi avukat, birisi polismiş!
“Tunus da gelecek aydan itibaren Avrupalılara vize uygulayacak” diye gururla anlattı bana.
Ben ise Avrupa’nın göçmen çöplüğüne dönmüş bir ülkenin ezik ferdi olarak bişey diyemedim tabii.
Sadece “helal olsun Tunus’a” dedim.
Belçika’dan sonraki durağımız Hollanda oldu.
Hollanda’nın kırsalındaki Efteling tema parkına gittik ailecek.
Burası nispeten yalıtılmış ve korunmuş bir yer olarak daha bir streril ve Avrupalı idi.
Ancak Türkiye’den sonra Avrupa’da da pahalılık hissedilir durumda.
Ukrayna’da Amerikan kuyrukçuluğu Avrupalılara pahalıya patlamış ve patlamaya da devam edecek.
30 yıllım dostuk Gazeteci Yusuf Özkan ile iki küçücük (25 cc) biraya 7 küsur avro verdik.
Tilburg’a yakın Vaalwijk’te bulunan Efteling, 1952’de Disneyland’dan önce açılmış ve Avrupa kültürünü yansıtan güzel bir eğlence merkezi. Disneyland’dan çok daha hesaplı bu arada!
Yemyeşil çayırlar, ormanlar, göller ve her çeşit ilginç atraksiyonlar.
İlk kez eşimle 12 yıl önce gelmiş ve çok beğenmiştik.
Bu kez çocuklarımızla geldik ve onlar da eğlendi.
Ancak 12 yıllık fark, pek çok eğlence aletinin bozulmasıydı.
Gittiğimiz her beş eğlence noktasından ikisi bozuldu veya bozuktu.
Avrupa’da paslanma başlamış.
Trenler bakımsız ve eski.
Esasen göçmenler olmasa nüfusları giderek azalacak.
Pek çocuk da yapmıyorlar, küresel elitlerin gündemine resmen esir olmuşlar.
Nereye giderseniz gidin, LGBT ve İklim değişikliği propagandaları. Ama bunun için Almanya Köln şehri ideal bir deneyim oldu benim açımdan. Birazdan onu anlatacağım.
Hollandalılar da kuzenleri Belçikalı Flamanlar gibi esmer göçmenlerden haz etmiyor.
Kibarlar ama her halleriyle sizden nefret ettiklerini belli ediyorlar.
Zaten son dönemdeki siyasi süreç bunu fazlasıyla yansıtıyor.
Hollanda’dan sonra Almanya’ya geçtik.
Hollandalıların ne kadar iyi olduğunu Almanya’ya geçince anladım.
Almanlar başkalaşmış resmen, Amerikanlaşmış, Woke kültürü her yerde.
New Yorklular gibi kaba ve şişko olmuşlar
Trenler dökülüyor, o efsane Alman mühendisliği hikaye olmuş.
Otomattan bir tren bileti alana kadar canımız çıktı resmen.
Sanki Almanya’yı Soros veya WEF Müdürü Klaus Şvab yönetiyor.
Düsseldorf’tan sonra geçtiğimiz Köln’de bunu net gördüm.
Meğer haftasonu Köln’de LGBT vs. buluşması varmış.
Buna “Onur Yürüyüşü” diyorlar ama onur bunun neresinde açıkçası ben anlamadım.
Ancak şurası kesin ki, Almanya’yı yöneten Amerikan sermayesi veya küreselci irade, LGBT ve İklim değişikliği yalanı için propagandayı salmış fena halde.
Köln’deki Microsoft binasının dahi üzerinde gökkuşaklı bayrak vardı.
Her yer, otelimiz dahi bu bayraklarla donatılmıştı, sokakta gezmenin imkanı yoktu.
Bir Pazar günümüzü otelde tıkılı geçirdik bu sebepten.
Çocuklara bunu izah etmek biz ebeveynler için hayli zor oldu tabii.
Onlar da kızdılar kendilerince, “Neden bizim, çocukların sevdiği gökkuşağını bunlar sahiplenmiş ki!?” dediler.
Onlara Emanuel Pastreich’in yazısını okumak isterdim ama bunun için çok gençler daha!
Pastreich, “LGBT Sorunu Tam Olarak Nedir?” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Zenginler, ister devlet kurumlarını, ister kurumsal araştırma enstitülerini kullansınlar, 1960’lardan itibaren finansal tekele karşı muhalefeti nasıl oyalayacakları, şaşırtacakları ve yanlış yönlendirecekleri konusunda çok sayıda gizli araştırma yürüttüler. Sunulan çözümler, nüfusu aptallaştırmayı ve belirli uyarılma biçimlerine bağımlılıklar yaratmayı amaçlayan kitle iletişim araçları ile sınıfsal ve ekonomik meseleler yerine kültürel kimliğin bir tartışma konusu olarak teşvik edilmesiydi.”
“Gençlerin her durumda karşılaştığı kafa karışıklığını, yozlaşmış ve çökmekte olan bir toplumda yaşamanın getirdiği stresi hesaba katarsak, birçoğunun trans kültürünü benimsemesi veya hatta efsanevi COVID-19 şeytanlarına karşı sihirli maskeler takması şaşırtıcı değil. Çürümüş bir kültür, bozulmuş bir bilimsel-entelektüel çevre ve zenginler uğruna kimlik siyaseti ve cinsellik kullanarak halk arasındaki dayanışmayı baltalamak için motive edilmiş ve odaklanmış bir kampanyanın örtüşmesine bakıyoruz.”
Köln’de bebek bezi ile dolaşan 70 yaşında adamlar gördüm sokakta!
Sadece o da değil, bir de şu yalandan iklim değişikliği olayı var.
Bakınız, “iklim değişmiyor” demiyorum, sadece “iklim değişiminden insanlar sorumlu değildir” diyorum.
Bu bilimsel olarak kanıtlı bir durum ama zengin elitler bunu da propaganda yoluyla kendi özel çıkar (en nihayetinde Amazon nehrini borsaya kote ettirmek gibi) gündemleri için kullanıyor.
Bu da Almanya’da hastalıklı bir durum haline gelmiş.
Tam dönüş günümüzün sabahı Reutes ve BBC’de şöyle bir haberle karşılaştım: İklim değişikliği aktivistleri protesto için Köln-Bonn Havaalanı pistine kendilerini yapıştırdı. Çok sayıda uçak başka havaalanlarına yönlendirdildi. Pek çok uçuş da iptal oldu veya gecikmeye uğradı.
“Eyvah eyvah” dedim, “kaldık burada rezil olacağız.”
Neyse ki bizim uçak sadece iki saatlik bir gecikmeyle (bir buçuk saati uçağın içinde geçti) havalandı da vatan toprağına ulaştık.
Haberlere bakarken dün Köln’de olanın aynısının bugün Frankfurt’ta olduğunu gördüm. 140 uçuş iptal edilmiş, Sorosçu dallamalar yüzünden.
Benim oğlanı ve onun çantasını didik didik arayan gestapo kılıklı Alman polisi, arka kapıdan bu Sorosçuları piste alıyor belli ki.
Bunlar da uygar, bağımsız filan hesapta.
11 günlük mültecimsi Avrupa seyahatimiz aşağı yukarı bu izlenimlerle geçti.
Dediğim gibi iki Avrupa var; birincisi kendine demokrat ve medeni, ikincisi ise Amerikan sömürgesi ve ekonomik-sosyo kültürel çürüme yolunda. (Köln’deki muhteşem resim müzesini gezen insanların arasında en genç bizdik, o kadarını söyleyim)
Temel kanaatim, ikinci Avrupa’nın giderek ağır bastığı oldu.
SAPKINCA, PEK SAPKINCA
Avrupa gezisinden döndük bu kez Fransa’da olimpiyatlar başladı.
Berna Laçin ve Yılmaz Özdil beğenmiş ama ben kusayazdım!
2024 Paris Olimpiyatları açılış töreninden bahsediyorum.
O neydi öyle yahu!?
Çocuklarımızla orturup seyredeceğimiz ulusların bir araya geldiği güzel bir olimpiyat açılışını küresel baronların sapkın ve faşizan gündemi için kullanmış Rosçild Bankacısı Macron.
Muhtemelen kendisi de eşcinsel olan Fransa Cumhurbaşkanı, olimpiyat açılış törenini Woke (uyanık/soros solcusu) ve LGBT reklamına dönüştürmüş.
Olimpiyatlar, Süper Kupa, Milletler Topluluğu Oyunları ve diğer birçok etkinlik gibi spor gösterileri son yıllarda giderek daha fazla politik hale geldi. Dahası, bu performanslar sırasında sergilenen semboller çok tuhaflaştı.
Mayıs ayından belliydi.
Açılış törenleri için hazırlık olarak drag queen’lerin ve trans aktivistlerin Olimpiyat Meşalesini taşıyacakları ortaya çıktığında Yaz Oyunları için işaretler iyi değildi.
Olimpiyat meşale taşıyıcılarının, ülkelerine ve dünyaya önemli katkılarda bulunan kişilerden oluşan bir listeden seçilmesi gerekiyor.
Sakallı sakalsız acaip trans aktivistlerin insanlığa ne gibi katkılarda bulunduğunu merak etti herkes.
Açılış etkinlikleri, “herkesin temsil edildiğini hissetmesini istediğini” söyleyen “eşcinsel sanat yönetmeni” Thomas Jolly tarafından planlanmış.
Eşcinsel temalı bir “Son Akşam Yemeği” mizanseni laik bir müslüman olarak beni bile rahatsız etti.
İsa’yı ana yemek ve homoseksüel yapmışlar, masadaki havarilerin hepsi LGBT, üstüne üstlük pedofili çağrışımı bile var. İki çocuk da yer alıyordu çok ürkütücüydü.
Sonra mesela, uyuşturucu temasıyla ünlenen Snoop Doggy Dog’un ne işi vardı olimpiyat açılışında!
Gojira isimli ağır metal rok grubunun şovu da bir garipti.
Kesik kafalı bir Mary Antuanet ve satanist çağrışımlı şiddetli ve alevli notalar.
O çok meşhur Fransız kültürü bu mudur yani?
Garip sembolizmin bir başka örneği de beyazlar giymiş bir biniciyle Seine Nehri’nde dörtnala koşan metal bir atın sergilenmesiydi.
Bu çirkin figürler bana mahşerin dört atlısından birini (ölümü?) hatırlattı.
Güzel olmaktan çok rahatsız edici olan at ve binici, 205 ülkeden yaklaşık 7.000 sporcuyu taşıyan 85 tekne tarafından Seine Nehri boyunca takip edildi.
Metalik at, garip bir şekilde İngiltere’deki 2022 Milletler Topluluğu Oyunları’ndaki bir performansı hatırlatıyor. O gösteride de “müritler” dev bir metal boğaya tapıyor ve onu yatıştırıyordu.
Gösteri, yüksek hızlı tren yollarına yapılan bir sabotaj saldırısının Fransa genelinde seyahat kaosuna yol açmasından sadece birkaç saat sonra gerçekleşti.
Açılış töreni, Olimpiyatlar tarihinde ana stadyumun dışında gerçekleştirilen ilk törendi.
Geçtiğimiz yıllardaki Pekin ve Soçi Olimpiyat açılışlarındaki insani,kültürel ve toplumsal temalar ne kadar hayranlık vericiydi.
Paris 2024 açılış törenleri ise adeta Batı’nın siyasi, sosyal ve kültürel çürümüşlüğünün bir simgesi oldu.
Sodom ve Gomorra’ya, Kapitalist Satan’a, tekelci neoliberal faşizme art arda çakılan selamlar her normal insanın midesini kaldırdı.
Türk Olimpiyat takımının Vakko imzalı çirkin kıyafetleri de Paris’teki şaklaban baloya uymuştu!
Bu arada Batı saldırganlığına karşı bir nevi öz savunma savaşı yürüten Rusya’nın olmadığı, ancak Filistin’de 40 binden fazla bebek, çocuk, kadın sivilleri katleden terörist İsrail’in katıldığı bir olimpiyat ne kadar olimpiyat olur, takdir sizin.
Filistin kafilesinde sadece 8 sporcu vardı, çünkü son 10 ayda 350’si İsrail tarafından öldürülmüştü.
Batı merkezli dünya, tiksinti verici bir çürüme tablosu ile 500 yıllık hegemonyasını kaybetmekte.
Bu tür sembolik seremoniler bu olgunun elle tutulur kanıtı niteliğinde.