Küresel büyük güç rekabetinin jeopolitik ve ekonomik somut altyapısı var.
Aynı zamanda, bu rekabette etkin olarak kullanılan ideolojik ve kültürel altyapılar var ki bunlar etkili oluyor.
Batı, 300 yıllık küresel hegemonyasında bunu çok iyi kullandı.
Rönesans ve bilimsel, ideolojik aydınlanma devrimlerinin birikimini emperyalist seviyeye geçtiğinde ustalıkla bir yumuşak güç olarak uyguladı.
Dünyadaki tüm devlet ve toplumlar Avrupa’ya hayranlıkla baktı ve Batı’yı idealize ederek örnek almaya çalıştı.
Avrupa, sanayileşmeye ve sömürgeciliğe ağırlık verdiği 18. Yüzyıldan itibaren yarattığı bir Eski Yunan mitiyle uygarlığın merkezi ve kökeni olduğu tezini işledi.
Oysa Eski Yunan uygarlığı denilen şey ağırlıklı olarak eski Mısır, Fenike, İyon, Hitit ve Friglerin Anadolusu, İpekyolu üzerindeki Çin ve Orta Asya ile Sümer’den Babil’e, Mezopotamya’ya yaslanan kültür ve insanlık birikimiydi.
Batı uygarlığı arka planındaki tüm emperyalist ve koloniyel niyetlerle birlikte insanlığın ve özel olarak medeniyetin ulaştığı en üst nokta olarak ‘satıldı’.
Kapitalizm, insan hakları ve demokrasi ambalajı içinde adeta Batı tarafından patenti alınmış büyük bir icat gibi dünyaya pazarlandı.
Bunun zirvesini ise soğuk savaşın bitiminde ünlü neo conservative/muhafazakar ideolog Samuel Huntington’un tezlerinde gördük.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Amerikan değerleri, Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” teorisi tahakküm dönemine girdi.
1993 yılında Harvard üniversitesinden Profesör Samuel Huntington, Amerikan Dış İşleri Bakanlığı’nın organı Foreign Affairs dergisinde yayımlanan bir makalesinde bu tezi ortaya koydu.
Huntington bir yandan medeniyetleri sekiz tipe ayırarak (Bon Pour Orient-Doğu için iyidir) dünya kültürlerinin çeşitliliğini kabul ediyordu, ancak Batı değerlerini hepsinin üzerine koyuyor ve buna bir kurtarıcılık, vesayet rolü biçiyordu.
Huntington’un ırklar ve dinler arasındaki ayrımcılık içeren sözde “demokrasi ve özgürlük” başlıklı Batı değerleri, esasen Batı’nın dünya üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmak için oluşturulmuş bir propagandaydı.
Uzun bir süre, Batı tarafından fonlanan güçlü medya ve işbirlikçi akademi ile desteklendi.
Sınıfsal değil (milliyet, cinsiyet ve dini olarak) kimliksel yönelimli Bu ideoloji, soğuk savaş sonrası dünyada sermaye kesiminin mutlak egemenliğini hedefleyen neoliberalizmin ürünüdür.
Ünlü Fransız entelektüel tarihçi Emmanuel Todd, buna neoliberal nihilizm adını veriyor.
Ancak teröre karşı savaş kisvesi altındaki kanlı savaşlar ve batı kökenli neoliberalizmin yarattığı yıkım sonrası bugün gelinen noktada hakim uluslararası ilişkiler söyleminin Batı tarafından özünde “vekalet ve güç” ile kontrol edildiği ortaya çıktı.
Medeniyetler çatışmasına, yükselen Asya’nın da elbette bir yanıtı olacaktı.
Çok kutupluluğun savunucusu ve BRICS+’nın kurucularından Rusya, bu konuda Batı’nın tek tipçi üstünlük teorisine karşı bir duruş sergiliyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kendisini geleneksel aile değerlerine bağlı, hem Rus Ortodoks Asyalı İmparatorluğun hem SSCB’nin mirasçısı olarak görüyor ve küresel güneydeki çeşitliliğe saygı gösteriyor.
Putin, kendi ülkesi içinde de bolca bulunan İslam dünyası ile ilişkileri “dostça farklılıklar” olarak yürütürken, Taliban’ı St. Petersburg Ekonomi Zirvesi’ne çağırmaktan çekinmiyor.
Elbette bunda jeopolitik pragmatik öncelikler de önemli rol oynuyor ama çok kutuplu bir dünyayı savunduğunuz zaman kendi hakim kültürünüzü diğerlerine empoze edemezsiniz.
5 bin yıllık kadim kültürüyle Çin de benzer bir konumda.
Çin Halk Cumhuriyeti 2021 ve 2022 yıllarında Küresel Kalkınma ve Küresel Güvenlik Girişimleri başlattı.
2023’te ise Küresel Medeniyet Girişimi ilan edildi.
Türkiye’de yayımlanan Kuşak ve Yol Girişimi dergisi BRIQ’de yer alan “Medeniyetlerin Kaynaşma Yolu” başlıklı makalede, Şanghay Üniversitesi’nden Yang Chen ile Ma Jinting, bu üç girişimi eski Çin kültüründeki şu ifadelerle anlatıyor: “Gök ve yeryüzü için vicdanı mukadder kılmak; Halk için yaşam ve refahı güvence altına almak ve gelecek tüm nesiller için barışı sağlamak.”
Küresel medeniyet girişimi, “Gök ve yeryüzü için vicdanı mukadder kılmayı” içerir.
Çinli yazarlara göre; Küresel Medeniyet Girişimi, Batı’nın uluslararası ilişkiler teorisindeki tekelini kırmış ve bu süreçte ahlaki realizm ve Şanghay Okulu tarafından öncülük edilen Çin uluslararası ilişkiler teorileri daha etkili hale gelmiştir.
Makaleden alıntı: “Batı’nın önerdiği ‘medeniyetler çatışması’ ile ‘tarihin sonu’ teorilerinden farklı olarak ahlaki realizmin öncüsü Yan Xuetong, uluslararası ilişkilerde “iyilik, doğruluk ve nezaket”e dayalı Çin değerlerini öne sürer ve büyük güçlerin hegemonya için değil, adil bir dünya düzeni için çaba göstermeleri gerektiğini belirtir.”
Buna somut örnek olarak Çin’in arabuluculuğunda gerçekleşen İran-Suudi Arabistan barış görüşmeleri gösterilebilir.
Çin’in 12 maddelik Rusya-Ukrayna barış önerisi de bu prensipler içindedir.
Kasım 2023’te Çin Dışişleri Bakanlığı “Filistin-İsrail Çatışmasını Çözmeye İlişkin Çin Halk Cumhuriyeti Tutum Belgesi”ni yayınladı.
Çin, çok ülkeli ve coğrafyalı Kuşak ve Yol Girişimi’ni de insandan insana temas felsefesiyle Küresel Medeniyet Girişimi’nin en önemli sacayağı olarak görüyor.
Kısacası, Kolektif Batı’nın Soğuk Savaş sonrası üstünlükçü küreselleşme anlayışına karşı, gelişmekte olan ülkelerin barışçıl, çoğulcu ve eşitliğe dayalı bir küreselciliği, yeni bir medeniyetler diyaloğu olarak öne sürdüğü söylenebilir.
Farklı medeniyetler çatışmadan da birlikte var olabilir, kendi hür iradeleriyle değişip gelişebilir.
Bunun en güzel örneği Mustafa Kemal Atatürk’ün 15 yılda kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’dir.
600 yıllık Osmanlı molozlarının üzerine pırıl pırıl bir ülkenin kurulması sadece bu kadar sürede gerçekleştirilebilmişti.
Bunun anahtarı ve esası İstiklali Tam’dır. Yani tam bağımsızlık.